MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Avrupa krizini konuşmak (2) :  Hangi kriz?
Ruhisu Can AL
YAZARLAR
27 Şubat 2018 Salı

Avrupa krizini konuşmak (2) :  Hangi kriz?

Bir önceki yazımda AB içerisinde son birkaç yıldır gerçekleşen çeşitli siyasi gelişmelere değinmiş ve bu gelişmelerin esaslı bir kriz ekseninde yorumlanamayacağına dair şahsi kanaatimi belirtmiştim.

Krizin niteliği

Herhangi bir kriz, şüphesiz ona neden olan koşulların zaman içindeki devamlılığı ve çözümsüzlüğü ile ölçülür. Siyasi, hukuki ve ekonomik kararların her biri bir çözüm üretmeye yönelik araçlar olduğu kadar; bu tür kararlar ait olduğu toplumsal yapının ‘sindirebilme kabiliyetine göre’ kabul ve geçerlilik kazanır.  

Yani bir yandan, bu tür kararlar toplum eliyle demokratikleşme sürecinin önünü açabilirken...

Aynı şekilde bizzat toplumun kendisi ya da çoğunluğun onayıyla anti demokratik uygulamalara da sebebiyet verebilir…

Krizin var olup olmadığını tespit etmenin ilk koşulu ise yukarıdaki iki husustan hangisinin devamlılık kazandığıdır. Bunlardan ikincisi vahim olmakla beraber olası bir krizin habercisidir. 

Fakat bundan daha vahimi de çözümsüzlük halidir. Zira kriz, çözümsüzlüğün katmerlenmesi ve büyümesiyle kökleşir. Çözümsüzlüğün her anı, bir bakıma çözümsüzlüğün toplum tarafından istemsiz bir kabulüdür. Yani olası çözüm seçeneklerinin baştan devre dışı kalmasıdır.

AB Krizde (mi)?

Bugün AB’nin bir kriz içinde olduğu sürekli konuşulmakta…

2005’te başlayan, fakat Hollanda ve Fransa’nın ret verdiği referandumda ortaya çıkan anayasa krizi

2008’te Amerika’da Mortgage kredilerinin geri ödeme sorunu ile başlayan ve Avrupa’ya yayılan Euro krizi

2011’de Arap Baharı ile Ortadoğu’da başlayan ve hatta Avrupa’da coşkuyla karşılanan, ancak sonrasında tam anlamıyla insanlık trajedisine dönüşen mülteci krizi

2015’te Yunanistan’ın Euro’dan ayrılma kararıyla fitili ateşlenen Grexit referandumu ve 2016’da İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı ile sonuçlanan Brexit referandumu…   Ve tüm bu gelişmelere bağlı olarak Avrupa’da tanık olduğumuz aşırı sağın yükselişi krizi…

Ancak yukarıdaki gelişmelerden her birine bir “kriz penceresinden” bakabilmek için Avrupa düzeyinde verilen reaksiyonu da hesaba katmak gerekiyor.

Peki sonuç?

2005 Anayasa krizi, 2007 yılında “Lizbon Antlaşması” denilen ülkelerarası bir uzlaşı ve AB’nin kurumsal reformuyla sonuçlandı. Keza 2008 krizinden tam 10 yıl sonra Avrupa Birliği, kriz öncesi büyüme göstergelerine dönmüş durumda.

Mülteci krizi ile alakalı olarak, mültecilerin entegrasyonu için bütçeden ayrılan fon ve kaynakların arttırılması… İtalya, Yunanistan, Romanya ve Macaristan ile karşılıklı işbirliği mekanizmalarının geliştirilmesi… Türkiye-AB arasında mülteci anlaşmasının imzalanması... AB’nin krizi önlemek ve sona erdirmek adına geliştirdiği çözümlerden birkaçı. Buna her gün bir yenisi ekleniyor.

Yunan borç krizi, milletvekilleri arasında son derece sert tartışmaların yaşandığı Avrupa Parlamentosu oturumlarına sahne olurken,  parlamento bir nevi ‘Avrupa Ruhu’nun test edildiği zorlu bir sınava tabi oldu. Fakat gelinen noktada Yunanlılar yaşadıkları ekonomik krizden her ne kadar Brüksel’deki siyasi elitleri sorumlu tutsalar da,  ortak bir Avrupa ruhuna hala bağlılar… Bunun tarihsel kaynağını ise Avrupa’ya adını veren güzel olarak da bilinen “Europa” mitolojisinde bulmak mümkün.

Brexit referandumu İngilizlerin AB’den ayrılma kararı ile sonuçlandı fakat AB tarafı müzakere masasında rahat. Zaten referandumun ertesi günü müzakereleri sert bir tutumla derhal başlatma kararı alan da AB tarafıydı. İngiltere ise müzakere masasında hala AB ile en azından ikili ticaretini korumak ve ortak pazarın nimetlerini kaybetmemek istiyor.  Zaten ‘Demir Lady’ lakaplı eski başbakan Margaret Thatcher da, aynı düşünceden ötürü, birliğe 1973 yılında henüz yeni üye olan İngiltere’nin AB içinde ulusal egemenliğini yitirmesini istemiyordu. Thatcher’in yaşadığı pişmanlık 43 yıl sonra belki bu kararla fayda etse de, hala Brexit kararının son derece yanlış olduğu bazı İngiliz siyasetçiler, köşe yazarları ve uzmanlar tarafından daha yüksek sesle dile getiriliyor. Bir bakıma Brexit, Avrupa’dan çok İngiltere’nin iç krizine dönüşmüş durumda.

Aşırı sağ partiler, her ne kadar Avrupa parlamentosunda dahi yer bulsalar bile önümüzdeki süreçte bunun önüne geçecek bir Avrupa dayanışması gün geçtikçe büyüyor. Geçtiğimiz gün İtalya’da antifaşizm karşıtı bir yürüyüş organize edilmesi bu bakımdan anlamlı.  

Aşırı sağın yükselişi ve kriz meselesine sonraki yazılarımda ayrıca değineceğim.

Özetle şunu belirtmemde fayda var: AB içinde vuku bulan siyasi ve ekonomik gelişmeleri “bunlar kriz değil” diyerek geçiştirmek en hafif tabiriyle kıta Avrupa’sına pembe gözlüklerle bakmak olur. Bu noktada Avrupa’nın içinde bulunduğu krizin, bizim mevcut kriz algımızdan daha başka bir konumda olduğunu vurgulamak gerek.

Misal insan hakları, sosyal haklar ve hukukun üstünlüğü…

Kelimenin tam manasıyla, orada çıta hayli yüksek.

Ama Avrupa krizi meselesine daha aşina olmak için bir sonraki yazıda Devletler, Yurttaşlar ve Bürolar Avrupası’nın ne olduğuna göz atacağız.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz