MENÜ
İzmir
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bilim dünyasına nasıl güvenelim?
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
2 Nisan 2018 Pazartesi

Bilim dünyasına nasıl güvenelim?

Bu soruyu ben sormuyorum… AB üyesi ülkelerin yurttaşları soruyor. “Neden soruyor?” sorusunun cevabı yazıda…

***
Kanserin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ABD’de birden ortaya çıkması kemoterapinin (medikal onkoloji) doğmasını sağlarken, DNA’nın yeni tanımlanmış olması da hem kemoterapinin hem de radyoterapinin etki mekanizmalarının DNA üzerinden olduğu kabullenmeleriyle sonuçlanır.

Ne var ki kemoterapinin ve radyoterapinin etki mekanizmasına ilişkin “hücrenin DNA’sını bozuyor” şeklindeki algı bir kere yerleşmiştir ve bir daha da bunun doğru olup olmadığına kimse dönüp bakmaz.

Aynı şey olağanüstü artan hastalığın nedenleri için de söz konusudur, hastalık bir şekilde sigara ve alkol kullanımıyla ilişki göstermektedir, dolayısıyla kanserin başlıca nedenleri sigara ve alkol kullanımı olarak saptanır, buna sonraki 50 yıllık zaman kesiti içerisinde eklenecek olan diğer iki neden ise obezite (kilo fazlası) ve hareketsiz yaşamdır.

ABD başta olmak üzere, İkinci Dünya Savaşı sonrasının endüstriyel gıda üretiminde yaşanan olağan dışı gelişmeler hiç dikkate alınmaz. Oysa özellikle tarımsal üretim olağanüstü bir kimyasallaşma göstermiş, pek çok tarım ilacı güvenli olup olmadıklarına bakılmaksızın kullanıma sunulmuş, bir civcivin antibiyotiklerle 40 günde 2 kilogram ağırlığa getirilebilmesi başarılmış, benzer üretim yaklaşımı sığırların etinin hormonlarla artırılması, yem alaşımlarıyla günde 40-50 litre süt alınması şeklinde olağanüstü karşılıklar bulmuştur.

Toplum aslında neredeyse tamamen kimyasal beslenmekte, marketler uzun raf ömrü sayesinde kazançlı hale geçebildiklerinden, üretilen ürünler de aşırı işlemlerden geçirilerek ya da antibiyotik benzeri maddelerle bozulmaları engellenmektedir.

***

Bu cümleleri Bodrum Slow Food etkinliklerinde sık sık dinlediğimiz gerçek bir hekim olan Yavuz Dizdar Hoca’dan aldım…

Neden mi? Nedeni AB üyesi bir çok ülkenin gazetesinde çıkan bir haber… Haberin başlığı “Bilime duyulan güvensizlik gıda sektöründe inovasyonu engelliyor”

Baştan sorayım sorumu ve devam edeyim:

Böyle bilime nasıl güvenelim?

***

Avrupa Sağlık ve Gıda Güvenliği Komisyonu üyesi, Litvanyalı Sosyal Demokrat Parlamenter  Vytenis Andriukaitis, bilimsel gelişim karşısındaki güvensizliğin, Avrupa gıda sektöründe bilime dayalı inovasyonu önlediği uyarısında bulunmuş. Bir düşünce kuruluşu olan Ambrosetti Club Europe tarafından organize edilen etkinlikte konuşan Andriukaitis; “Toplumun bilime güvenmemesi nedeniyle bazı alanlarda geri kaldığımızı düşünüyorum” demiş.

Bence bu konuda insanlığın geri kalmasında bir sakınca yok.

Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu’na (EFSA) göre hayvan klonlamak gıda güvenliğini veya kalitesini etkilemiyor. Öte yandan klonlanan hayvanların ve taşıyıcı annelerinin sağlık ve refahına ilişkin bazı kaygılar dile getiriliyor.

Politik belgelere göre de Avrupa Komisyonu “Avrupa Birliği vatandaşlarının gıda üretimine yönelik hayvan klonlanmasına tamamen karşı” olduğunu ifade ediyor.

Klon hayvanlardan üretilen gıda ürünlerine yasak teklifi!

AB’de klonlanmış hayvanlardan üretilen gıdalar Yeni Gıdalar Yönetmeliği kapsamında izne tabi. Komisyon kısıtlamaları daha da sıkı hale getirmek için bazı teklifler vermiş durumda.

Plana göre, Avrupa Komisyonu AB genelinde çiftlik hayvanlarının klonlanmasına ve klonlanmış hayvanlar ile klonlanmış hayvanlardan elde edilen gıdaların ithalatına yönelik yasak getirilmesini önerdi.

Andriukaitis, Avrupalı bilim insanlarının bitkisel genetik modifikasyon teknikleri de geliştirdiğini söyledi. Ancak kamuoyunun son derecede olumsuz yaklaşımı, Avrupa Birliği yöneticilerini GDO konusunda daha katı davranmaya itti.

Gıda bilimine duyulan kuşkunun kaynağı ne?

Andriukaitis’e göre bunun 3 ana nedeni var. İlk olarak, bilimsel bilgi birikimindeki hızlı değişim, en yeni gelişmeleri kavramayı zorlaştırdı. Andriukaitis bunu “Anlaşılamayan bir konudaki tepki reddetmek şeklinde oluyor” diyerek açıklıyor.

Bir diğer etken ise internet, sosyal medya ve bilginin hızla yayılması. Litvanyalı komisyon üyesi  “Olumsuz veya hatalı şekilde olumsuz bilgiyi benimsemek daha kolay. İlk baştaki konuya da uygun. İnsanlar anlamıyorum, bu nedenle kabul etmiyorum diyor.” sözleriyle bunu izah etmeye çalışıyor.

Öte yandan kamuoyu, ne yediğini sorgulama konusunda eskiye kıyasla daha “farkında” ve “bilgili”.

***

Türkiye’de bilincin yükseldiğini görüyorum ve seviniyorum.

Yavuz Dizdar Hoca gibi gerçek bilim insanlarının bu konuda emeği çok yüksek…

Yavuz Dizdar’la tamamlıyorum yazıyı:

İlaç endüstrisi mevcut biyolojik bilimlere dayanarak faaliyette bulunmaz, bilakis biyolojik bilimleri yönlendirecek kadar güçlü bir bilimsel ve finansal birikime sahiptir. Bu yönlendirme ulusal ve uluslararası kongreler tarafından gerçekleştirilir. İlaç endüstrisi kendi bilimsel akademisini çoktan kurmuş, hasta derneklerine varana kadar da örgütlemiştir. Bu aşamadan sonrasında bir kongrede “genetiği değiştirilmiş organizmaların sağlık riskleri” bir oturum başlığı olarak tartışılamayacağı gibi, tarım ilaçlarının kanser yapıcı etkileri de doğal olarak irdelenemeyecektir, işte buna “big-pharma” (büyük ilaç) adı verilmektedir. Bugün big-pharma’nın hastaların ve sağlıklıların bütün verilerini içeren “big-data” (büyük veri) peşinde koştukları varsayımı bu nedenle gereksizdir. İlaç endüstrisinin böyle bir veriye ihtiyacı yoktur, mevcut tıp akademisi içinde de böyle bir veriyle ne yapılabileceğini bilen biri zaten bulunmamaktadır.

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz