MENÜ
İzmir 18°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bir sanatçı kendini neden vatanından sürgün eder?
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
22 Mart 2020 Pazar

Bir sanatçı kendini neden vatanından sürgün eder?

“Ben hürriyetimi çok severim. Bunu naçiz sükûtumda (susmamda) bulurum. Resim yaparken, ibadet eder gibi sükûneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki, yanlış bir işle meşgulüm”

Bu sözleri olsa olsa yaptığı işten mutlu bir insan söylemiştir diye düşünüyorsanız haklısınız. Bugün Folkart Gallery’de sergisi devam eden Fikret Mualla’dan söz edeceğim. Sözler onun. Sergiden çok etkilendim. Bir sergide video varsa önce onu seyrederim. Yine öyle yaptım ve sergiyi, “gördüklerimin hiçbiri sahte değil” huzuruyla gezdim. 10 sene kadar önce İstanbul Modern’de açılan sergide sahtecilik iddiaları o kadar çoktu ki… Huzurla gezememiştim…

***

Çocukluğumun Ayvalık günlerinden aklımda kalan isimlerden biri Fikret Mualla. Ben o günlere yetiştiğim için değil, Ayvalık’taki o dönemin eksikliklerini anlatmak için şöyle konuşulurdu: “Meşhur ressam Fikret Bey bile dayanamadı buradaki eksikliklere, kaçtı gitti…” Fikret Mualla gerçekten de kasabada temiz su ve sürekli elektrik bulamadığı için veda etmişti Ayvalık’a… Bizim çocukluğumuzda da Ayvalık’ta elektrikler gece 24.00’de kesilirdi.

Fikret Mualla’nın bazı özgün eserlerini ilk kez bir arada gördüm. Teşekkür ederim öncelikle…

Ferit Edgü bence en iyi anlayanlardandır Mualla’yı: Bir sanatçı kendini neden vatanından sürgün eder? Yalnızlaşmak, dışlanmak, anlaşılmamak… Mualla’nın sürgünü yollarla ya da mesafelerle tanımlanamaz bir iç sürgündür. Sanatçının yolculuğu Varoluş sorunsalıyla birlikte 1939 yılında başlar.

Ferit Edgü; “Düşsel, geçmişe, dışarıdaki yaşama ait hiçbir şey yoktur. Her şey, bir hastanenin içinde, çaresiz insanların yaşadıkları ‘an’lardır. Bu desenleri bir story board gibi yan yana dizdiğimizde, Sainte-Anne’daki günlük yaşamın filmini izler gibi oluruz. Hatta filmin kahramanlarını bile. Onlara birer öykü yakıştırmamız bile güç değil” demişti. Anlattığı Mualla’nın Paris Akıl Hastanesindeki zamanları…

İsyancı bir kişiliğe sahip olduğu için komünist, Alman sempatisi nedeniyle faşist olarak da değerlendirilen ressam, anarşist değildi belki, ama savaşçıydı. Açlık ve sefaletle, yalnızlıkla, aklıyla bir savaştaydı. Akıl hastanesinde geçirdiği dönemleri desenlerinde hissederiz fakat hiçbir psikozunu çizgileri tanımlamamaktadır. Çizgileri son derece dengeli ve yumuşaktır.

***

Yakın dostu Abidin Dino, 1953 yılında hastaneye yatırılması ile ilgili anısını şu satırlarla anlatır;

“Sainte-Anne Hastanesi’nde yazılmış, çizilmiş küfürler üzerine verdiğim örnekleri çoğaltılabilir. Gel gelelim, bu hastaneyi kısaca anlatmak gerek: Upuzun bir yolun ucunda, kentin göbeğine yerleşmiş, iyi ve yaygın bir gözdağı niteliğindedir. Fransız burjuvazisi, hapishanelerini ve tımarhanelerini, daima şehrin en görünür yerine dikmiştir. ‘Duyduk Duymadık…’ der gibi. Evet, toplumsal baskı mekanizmasının anıtlarıdır bunlar.

Mualla’nın 1953 günleri acıklıdır. Günlerce kafayı çeken Fikret, yabancı düvellerin ajanlarıyla çevrildiğine, hele sarı saçlı bir komşu güzeli tarafından adım adım izlendiğine inanıyordu. Düşmanları onu öldürebilirlerdi, kendini savunmak için biriktirdiği şişelerle altıncı kattan aşağılara endaht etmişti bir seferinde. Polis karışmıştı işe. Sainte-Anne Akıl Hastanesi’ni boylamıştı böylece.”

****

Rollo May “Yaratma Cesareti” adlı kitabında sanatçının yaratıcı ve sorgulayıcı kişiliği hakkında şöyle der: “Sanatçı için başkaldıran sözcüğünü kullandığımda ihtilalcilik ya da dekanın bürosunu ele geçirmek gibi şeylerden bahsetmiyorum, bu bambaşka bir mesele. Sanatçılar genellikle kendi iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır. Ama tam da bu onları baskıcı birtoplum için korkulu kılar. Çünkü sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır. Gündelik, duygusuz, alışageldik olandan hiçbir zaman haz etmeyerek devamlı yeni dünyalara doğru ileri atılırlar”

Sanatçının üretim sürecinin zamana ve mekana bağlı olmayan dışavurumları arasındaki bu kaçınılmaz cesareti, bireysel olarak yaşantısını oldukça zorlaştırsa da resimleri ve desenleri plastik açıdan bir “karnaval” niteliğindedir. Bu karnavalın yansıması Fikret Mualla’nın her resminde hatta el çabukluğuyla kısa süreli çizdiği her desen de gözlenmektedir. Sanatçı ile yapıtı arasında yaşanan bu organik bağ ve sanatçının sınır tanımazlığı durumunu Kandinsky kısa ama net biçimde özetlemiştir. Kandinsky’e göre; “Sanatçı, “kabul edilmiş” ve “kabul edilmemiş” form gelenekleri arasındaki ayrımlara kör, çağının fani öğreti ve isteklerine sağır olmalıdır.

***

1940’larda Türk Ressamları yoğun biçimde sanatın kalbine yani Fransa'ya yerleşerek sanatsal/sosyal yaşamlarını orada sürdürmeye çalışıyorlardı. Fikret Mualla' da 1939 yılında İstanbul'dan Paris'e giderken, farkında olmadan hatta pek de umurunda olmadan bu “moda akıma” ayak uyduruyordu.

Ne batının resim pazarı ne de geçimini resim yoluyla kazanmak Fikret Mualla için pek de önemli değildi. Onun için resim değişmez bir tutku ve varoluşunun temel itkisiydi. Ancak yaşamı boyunca bu tutku onun için ileriye dönük hiçbir kesin iddia barındırmadı.

***

Fikret Mualla'nın hayatında da yakından izlendiği gibi, göçmen sanatçının bulunduğu ortamdaki ekonomik veya kültürel kazanımlarına rağmen; dil, din, sosyal, fıziksel, psikolojik ve kültürel erozyona da maruz kaldığı unutulmamalıdır. Sanatçının/bireyin duygusal anlamda yoğun birikimin patlama noktasında, gezi, göç veya sürgün kavramları üretimsel açıdan yaşamı/yaşantıyı zorlayan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç, duygusal anlamda sanatçıyı mutsuz kılsa da eserlerini zenginleştirmektedir. Bu anlamda, Fikret Mualla'nın Fransa'da 15-20 bin adet guaş, çini mürekkebi, karakalem ve yağlı boya resim yaptığı tahmin ediliyor.

Her sanatçı ürettiği işlere kendi yaşam biçiminden ve kişiliğinden izler katmıştır. Bu nedenle sanatçının gerçek değeri, onun üretimlerinin yanı sıra, sanat dünyasındaki özgünlüğünün biçim ve üslup olarak ortaya çıkış süreci ile de ilişkilidir. Fikret Mualla bu açıdan değerlendirildiğinde, Türk Resim sanatında hiç kimsenin özentisi ve taklitçisi olmadan sadece kendi türünde/anlayışında üretim yapmış sanatçılar arasında yer almaktadır.

*Bu yazıyı hazırlarken Folkart Galleriy’nin hazırladığı kitaptan, Ferit Edgü’nün  ve Orhan Cebrağloğlu’nun İdil Dergisi’nde yazdığı, “Yaratıcılığın Dualistik Sınırlarında Fikret Mualla Gerçeği” isimli makalesinden yararlandım.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz