MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Biri “Barış” mı dedi?
Tayfun MARO
YAZARLAR
1 Eylül 2015 Salı

Biri “Barış” mı dedi?

 
                        “Gündelik hayatı şiddet yönetiyor; ‘Dünya Barış Günü’ beyaz bir yalan!”
 
İnsan şiddete teşne… Şiddetle hemhal iken barışa duyduğu özlem ise, insanın toplumsallaşması sonucu ortaya çıkan geçici bir durum... Şiddeti olağanlaştıran, barışı olağanüstü kıldı.
Gündelik hayatı kuşatan olağanlaşmış şiddet, ulusal ve uluslararası düzeyde egemen iktidar zümreleri tarafından yönetilen süreçler olarak hayatımıza yön veriyor. Şiddetin egemen sınıf tarafından yönetildiğini söylemek için çok fazla neden var. Yönetilen şiddet, uygar dünyanın ulusal ve uluslararası ölçekte oluşturduğu güvenlik politikalarıyla iç içedir.
Sistemi ayakta tutan başat paradigma olarak güvenlik politikaları, şiddeti yok etmeyi değil, yönetmeyi ve kontrol etmeyi amaçlıyor. Bu yüzen, şiddet, “Demokles’in kılıcı gibi” tepemizde hep asılı duruyor; gündelik hayatın olağan akışı içinde...
 
İnsanlığın uygarlık durumunda şiddeti olağan yapan, yöneten/yönetilen ilişkisidir. Şiddete taraf olmak da, karşı çıkmak da bir uygarlık durumudur. Öyle ki karşı çıkarken dahi şiddet üretiyoruz.
Şiddet, söylenemeyen şey olarak ontolojik bir sorunu işaret ediyor. Şiddete hem teşneyiz hem karşı. Bu ruh halimizi edebi bir dille ifade etme merakımızdan olmalı, “savaş ve barış” paradoksu ve bu iki kavramın birbirine dönüşme ihtimali, sanatın ve edebiyatın değişmez teması oldu.
Şiddet insanda varolandır. Barış ise, insan tarafından talep edilendir; şiddete mola ihtiyacından doğmuş soluklanma zamanı gibi… Değil mi ki şiddetin yönü her değiştiğinde ortaya çıkan sürece “barış” diyoruz.
 
Bizden söylememiz beklenen her şey, şiddet sarmalına girdiğimizde kendiliğinden dile gelmeye başlar. Kanaatimizi söylerken, eğilimimizi ortaya koyarken, ideolojik tutum alırken hepimiz aynı oyunun farklı repliklerini söyleriz. Barış ve savaş halinin arasındaki gerilim hattı, şiddettir. Hepimiz o gerilim hattında geriliyiz...
Şiddetin örgütlenmemiş halinden örgütlenmiş haline geçiş, toplumsallaşma sürecinde devletin ortaya çıkışı ile mümkün oldu. Şiddeti yapan ve bastıran veya özendiren ve cezalandıran olarak devlet, hepimizin sosyal sözleşme ile “evet” dediği bir kurumdur. Dolayısıyla meşru şiddeti onaylamış, meşru olmayan şiddete “hayır” demiş oluyoruz. Fakat bu aynı zamanda da suça davetiye çıkarmaktır. Kendimize devlet vasıtasıyla yasaklanmasını sağladığımız şiddeti, suç işlemek suretiyle sürdürüyoruz.
 
“Savaşın efendileri kana doyduktan sonra konuşalım.” Bu sözler Spinoza’ya ait. Başkaca söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açık.
Barışa dair konuşmanın barış getirmediği koşullarda konuşmak, sadece sessiz direnişin etkisini kırmaya yarıyor. Barış için ne kadar çok ve yüksek ses çıkarsa, şiddet mağdurlarının kulakları tırmalayan acı yüklü çığlıkları, o kadar güçlü şekilde bastırılacaktır.
 
Dünyanın efendileri hiçbir zaman kana doymadı. Kan dökmeden kurulan devlet yok. Kan dökmeden varlığını sürdüren devlet de yok. Her toplum kendi savaşının meşruiyetine, haklılığına inanıyor. Buna “tarih bilinci” diyoruz.
Haklı savaşların konuşulduğu, her milletin kendi savaşlarını kutsadığı şu uygar Dünya’da, “Dünya Barış Günü” sahicilik duygusu uyandırmaktan uzaktır. Bu anlamlı günde alanları ve salonları dolduranlar, üstelik bir kısmı kana kan ister, savaş ve barış üstüne çok güzel konuşmalar yaparlar. Sonra dağılırlar…
Oysa başkaldırının sessizliğine ihtiyacımız var; Efendiler, ölümlerin şerefine kadeh kaldırırken…
 
Şiddet insanın doğasında var. Süper ego bu eğilimi kontrol ediyor. Yani insan kendisinde varolan şiddetle baş edebiliyor. Fakat kişiden toplumsal ilişkilere sirayet eden şiddet kitleselleştiğinde, daha beteri, bütünüyle kontrolden çıkıp savaşa dönüştüğünde, hepimizi dehşete düşüren sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz. Sadece iki dünya savaşında ölenlerin sayısı 50 milyon, kayıplarla bu sayı neredeyse ikiye katlanıyor. Bilinen en büyük insanlık suçu…
İşte tam da bu nedenle barışa, barışmayı öğrenmeye ihtiyacımız var. İnsan zekâsı şiddetten barış üretmeyi başaracak. İnsanın değeri bize barış içinde yaşamanın bilgisini veriyor. Bu bilgi, insan onurunu en yüksek değer saymak ve onu korumaktır. Korumanın anlamı ise, insanı yaşatmaktır.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz