MENÜ
İzmir 10°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bizim evin halleri…
Teodora HACUDİ
YAZARLAR
17 Aralık 2015 Perşembe

Bizim evin halleri…

Noel geliyor bizim evde hala ağaç yok
geçen sene de yoktu
ondan önceki sene de.
Evdeki Bart the Kedi sayesinde
3 sene önce Paskalya’da yaşadığımız
yumurta faciasından sonra
benim kızla oturduk konuştuk,
Noel ağacı kurmama kararı aldık.

Durumun vahametini anlayabilmeniz için
önce bizim evin hallerini biraz anlatayım size.

Benim evdeki çatlak çocuk ciddi bir hayvan sever.
Her çocuk gibi evde evcil bir hayvanı olmasını istiyordu,
bense çalışan bir anne olarak
sadece hamster ve su kaplumbağasına izin verebiliyordum. 

Sonra bizim evin nüfusu yavaş yavaş artmaya başladı.
Önce bir hamster geldi,
sonra bir tavşan,
su kaplumbağaları da galiba tavşandan önceydi.
Ama benim çocuk normal olmadığından
tavşan kafes dışında yaşamaya başlamıştı bile,
hatta tavşana tasma takılıp fuara otlamaya götürülüyordu.
Kaplumbağalar ise hayvan olimpiyatlarına hazırlanıyordu,
antrenman için bildiğiniz parkur kurulmuştu evin içine…

Bu arada sokak hayvanları için de tencere tencere kemik kaynatılıyor,
haftanın belirli günlerinde fuardaki hayvanlar ziyaret ediliyordu.

Evdekiler teker teker aramızdan ayrıldılar,
biz sokak hayvanlarıyla idare eder olduk.
Bir gün bir arkadaşım arayıp; 
“hayırlı olsun, sonunda inadını kırıp köpek almışsın,
seninkini fuarda köpeğini gezdirirken gördüm” dediğinde
kelimenin tam anlamıyla delirdim.
Tamam, petshoplardan kendi harçlıklarıyla
ve de benden tırtıkladıklarıyla
gizli gizli birçok hayvan alıp eve getirmişti
ama köpek olacak iş değildi!

Neyse işin aslı sonradan anlaşıldı,
benimki fuarda başıboş bir köpek bellemiş,
Oscar.
Ona bir de tasma almış,
okul çıkışı her gün fuara gidiyor,
Oscar’la buluşuyor,
-buluşuyor diyorum çünkü Oscar da onu bekliyor-
köpeğe tasması takılıyor ve birlikte geziliyor.
Fuarda sınırlar konusunda mutabakata varılınca
ses etmedim,
en azından köpek evin içinde değildi.

Bir sabah uyandırmak için odasına gittim
çocuk yoktu,
dolaplar dâhil her yere baktım
yok… 
Delireceğim,
sabahın körü ve çocuk yok,
biri girdi desem zorlama yok,
evde her şey normal
ama çocuk yok...

Derin derin nefes alıp sakinleşmeye,
sağlıklı düşünmeye çalışıyorum,
bu arada sokak kapısı yavaşça açıldı.
Benimki usul usul içeri giriyor,
elinde bir kafes,
kafesin içinde bir yavru kedi…

Tipik bir Akdenizli olarak
çocuğu bulduğum anki sevincimi
ona kızarak gösterdim.
Evde kıyamet kopuyor;
“sabahın köründen
sen bana haber vermeden
tek başına nereye gidersin,
ya sana bir şey olsaydı”
diye avaz avaz bağırıyorum...

Bağırma sırası hanımefendiye geldi,
yavru kedinin gözü hastaymış,
ona ilaç almış ama bir türlü iyileşmemiş,
o da onu sahiplendirmek istemiş,
komşumuz doktor teyzesi
“bana getir ben bir arkadaşıma veririm” demiş,
sabah sabah kediyi barınaktan almaya gitmiş,
doktor teyzesinin işe gidiş saatine yetişecekmiş.
Yavru bir kediyi kör olmaktan kurtardığı için
ona teşekkür edip
onu tebrik etmem gerekirken
ben bas bas bağırıyormuşum.
Ben nasıl da vicdansız bir anneymişim…

Bir süre daha direnebildim
ama çok uzun süremedi direnişim.
Başka maceralar yaşamamak için
mecburen eve bir kedi aldım.
Bart the Kedi,
safkan sokak kedisi,
simsiyah,
sadece kuyruğunun ucu beyaz.
Tüyleri 800 volt elektrik yemiş gibi seyrek ve dimdik
Bart Simpson’dan esinlenerek ona bu adı verdik.
Çirkin mi çirkin bir şey bizim kedimiz.

Gelelim Paskalya Faciasına,
kedimiz 2013 Nisan ayında eve teşrif ettiler.
  
Mayıs başında da Paskalya var,
Bayram öncesi Perşembe günü
yumurtalar boyanır.
Yumurtalarımı boyadım,
evimi süsledim ve kiliseye gittim.
Kilise dönüşü eve kokudan girmek mümkün değil,
sevgili kedimiz kırmızı yumurtalarımızı ne sandıysa
hepsini kırmış,
kırdığı yetmezmiş gibi
salonun her yeri parçalanmış yumurta…

Evdeki yumurta kokusuna mı yanarsın,
bayram için tek bir sağlam yumurta kalmadığına mı
yoksa gelecekte bizi bekleyen olası felaketlere mi…

Bizim kedi çatlak çıkınca
ya onu evden atacaktık
ya da düzenimizi ona göre yapacaktık.
Evdeki diğer çatlak da devreye girince
kedi kaldı
düzen gitti…

Şimdi “nereden çıktı bu kedi muhabbeti” demeyin.
Kedi demesem de, mülteci desem, çocuk desem, aç desem
ajitasyon yapıyor olacağım.
Maazallah Cizre, Nusaybin, Silopi filan demeye kalksam
bölücülükle bile suçlanabilirim.
Aziz Sancar desem faşist olma ihtimalim epey yüksek,
o yüzden ben en iyisi bugün kedi takılayım dedim…

Bir de bugün 17 Aralık, Şeb-i Arus, asıl onu unutmayalım… 

Haydi, şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin. Bütün insanlarda aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin de anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su halinde akarlar. Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, manasız düşünceleri söküp atarsan, can mana gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler.

Mevlana Celaleddin-i Rumi…
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Semra Türkmen
 18 Aralık 2015 Cuma 19:25
Bayıldımmmm:))
 AliAydınoğlu
 17 Aralık 2015 Perşembe 16:30
Akıcı keyifli bir yazı.Mizah yazısı dozunda,keyifle okudum,paylaştım.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz