MENÜ
İzmir 17°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çiğiltepe efsanesi!
Kemal ARI
YAZARLAR
29 Ağustos 2020 Cumartesi

Çiğiltepe efsanesi!

Gazi elinde dürbün, bulunduğu tepeden Sincanlı Ovası’na doğru bakıyordu…

Uzaklarda yoğun dumanlar görülüyor, öbek öbek yükseliyordu...

Taarruza kalkarak ilerleyen alaylar, sanki Anadolu efsanelerinin içinden çıkmış, tarih denilen sahnede oyunlarını olağanüstü yetenekle oynuyorlardı…

İnsan haykırışları, kesif tüfek sesleri, arada bir kükreyen toplar, ölüm anında hançereden çıkan çığlıklar…

Ve tepelerden aşağıya doğru inildikçe, yönünü güneşe çevirmiş, bozkır çiçekleri…

***

Çiçek umut ve gelecek demektir…

Zaten bütün yürekler bu umudu kucaklamış, o günden geleceğe uçmak istemiyorlar mıydı?

Emperyalizm Anadolu topraklarında en kanlı oyununu sahneye koymuş, bir ulusu tarihten silmek için kendisine uşaklık eden orduları buralara göndermişti. Bu ordunun neferlerinin ellerinde İngiliz, Fransız silahları parlıyordu…

Türkler ise, adı Anadolu olan bu kutsal topraklarda namus borçlarını ödemek için Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde kenetlenmiş, özgürlük ve bağımsızlık için savaşıyorlardı…

Hem onların yemini vardı; adı Misak-ı Milli olan…

Bütün ulus bu ilkeler uğruna yemin ederken, onlar da silahlarının başına koşarken, bu yemini yineleyip durmuşlardı.

Top gülleleriyle havaya kalkan toprak yığınları, sağa sola fırlayan şarapneller; tek tük de olsa tepeleri aşıp süzülüp gelen tayyareler...

Atılan naralar, arada bir kulağa çarpan subayların “hücum” emirleri…

Güneşin altında parıldayıp sönen süngüler, tepelerin eteklerinde ya da siperlerin içinde bir uzanıp, bir geriye çekilen başlar üzerinde ay yıldızlı serpuşlar…

Sanki yer küre kükrüyor; üzerindeki günahlardan arınmak için çırpınıp duruyor gibiydi…

***

Gazi’nin mavi bir bulutu andıran gözleri arada bir Çiğiltepe’ye doğru gidip geliyordu.

Oralarda bir gariplik vardı:

Sincanlı Ovası’na uzanan kıvrımların ortasında, bir kilit taşı gibi duran bu tepenin o ana kadar alınması gerekirdi…

İlk saldırının şokunu atmış olan Yunan Başkomutanı Trikopis, tepenin önemini kavradığı için, o bölgeye takviye kuvvetler göndermişti…

Alay komutanı Miralay (Albay) Reşat Bey’di…

Kendisine bağlı kuvvetlerle Çiğiltepe’yi sarmıştı.

Aynı anda değişik cephelerde yoğun çatışmalar oluyor, Türk süvarileri ikmal yollarını kesmek amacıyla düşman gerisine sızmak için at koşturuyorlardı.

Miralay Reşat Bey’e bağlı birlikler ise yoğun ateş gücüyle tepeye saldırıyor, karşı taraftan üzerlerine yağmur gibi yağan mavzer mermilerine aldırmadan, ölümün üzerine gider gibi hücuma kalkıyorlardı...

Ancak karşıdan o denli yoğun ateş ediliyordu ki, hücuma kalkan saflar doğranırcasına Anadolu’nun, bu bozkır toprağına düşüyorlardı…

***

Toprak yurt, yurt ana, ana ise kutsal varlık demekti her Türk genci için…

26 Ağustos yerini 27 Ağustos'a bıraktı.

Gece gündüze döndü.

Sabahın ilk ışıkları bozkır üzerine düştüğü zaman, Çiğiltepe hala direniyordu. Gazi ise, elinde dürbünü, uzakları gözetliyor, bir tepenin genel savaş planlarında kesinti yaratacağını düşündüğü için sabırsızlanıyordu.

Gerçekten de Çiğiltepe ele geçirilemediği için, öteki birliklerin bazıları bulundukları yerden bir sonraki hedefe yönelemiyorlardı.

Gazi daha fazla duramadı; hışımla telefona sarıldı:

Reşat Bey karşısındaydı.

“Reşat Bey” dedi, Gazi…

“Çiğiltepe’nin şu ana dek ele geçirilmesi gerekiyordu. Bu gecikme genel harekâtı etkiliyor. Ne zaman tepeyi alacaksınız?”

Reşat Bey bu soru karşısında irkildi.

Kendisinin ve komutası altındaki birliklerin Çiğiltepe’yi ele geçirememelerinden dolayı bir ulusun bütün kaderini bağladığı büyük taarruzun olumsuz etkilenmesi ha?

Heyecanla karşılık verdi:

“Paşam, tepe yarım saat sonra elimizde olacak!”

Telefonun öteki yanından Gazi’nin sesi duyuldu:

“Pekâlâ! Bekliyorum…”

***

Artık Reşat Bey’e bağlı kuvvetler yağmur gibi üzerlerine yağan kurşunlara karşı göğüslerini siper etmişler, hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlardı.

Bir asker ölüyor; derhal yerini başka biri alıyor; alnından vurulan gencecik insanların alnında bir anda sanki kırmızı bir karanfil açılmış gibi kan parlıyor; sonra da cansız bedenler yere yuvarlanıyorlardı…

Tarih ana, bu görüntüler karşısında belki de elinden kalemi bırakmış, yüzünü kapatmış, gencecik insanların ölümüne ağlıyordu, kimbilir!

Albay Reşat Bey, askerler arasında namusu, dürüstlüğü, korkusuzluğu ve bir parça da heyecanları ile tanınan ve saygı duyulan bir komutandı.

Kaderi çoğu kez Gazi Mustafa Kemal Paşa ile onu değişik yerlerde yan yana getirmişti…

Balkan Savaşları, derken Birinci Dünya Savaşı…

Ardından Nemrut Mustafa Paşa Divanı’ndaki görevi…

Anadolu direnişi başladığında bir anlık kararla Anadolu’ya, yurtsever cepheye koşuşu…

Mustafa Kemal Paşa’nın onu heyecanla karşılayışı…

Gazi Çanakkale’de ve Doğu Cephesi’nde emrinde görev yapan Reşat Bey’in dirayetini ve onun ne denli sözünün eri bir kahraman olduğunu biliyordu…

O cephelerdeki başarılarını görmüş ve Çiğiltepe gibi önemli bir mevziinin ele geçirilmesi görevini bilerek ona vermişti.

Reşat Bey’in ise içi içini yiyordu.

Gazi’nin karşısına çıkmak ve “Başaramadım!” demek ha!

Sorumluluk, ölümden bile ağırdı.

Onca çaba sonuç vermedi.

Ve bir süre sonra Gazi yeniden telefondaydı.

“Bana Reşat Bey’i verin!”

Soluk bir gölgenin üzerine düşmüş ateş gibi Gazi’nin sesi kulaklarındaydı:

“Reşat Bey, ne oldu? Neden hala tepe ele geçirilemedi? Saat 10.30 dediniz… Saat 10.45”

Albay Reşat, nefes nefese karşılık verdi:

“Paşam, düşman tümenlerini tepeye yığmış, direniyor. Az sonra alacağız!”

Telefon kesildi.

Ancak hayır!

Onca özveriye, saldırıya, kana ve ölüme karşın tepe alınamıyordu.

Mehmetçik şimdi daha ileri hatlara girebilmişti; ancak tepe inatla direniyordu…

Bir süre sonra telefon yine çaldı. Telefonu açan kişiye Gazi, Reşat Bey’in telefona gelmesi emrini verdi.

Karşıdaki ses, titreyerek yanıt veriyordu:

“Paşam… Reşat Bey size bir not bıraktı ve intihar etti!”

“İntihar mı? Ne diyorsunuz siz?”

Sanki telefonun ahizesine ölümün soğuk nefesi düşmüş ve Gazi donup kalmıştı.

Boğazı düğümlenmiş, gözleri buğulanmıştı.

Karşıdaki ses ise, Reşat Bey’in intihar etmeden önce yazdığı notu okuyordu:

“Paşam! Size verdiğim sözü yerine getiremedim. Tepeyi ele geçiremedim. Askerlik şerefim lekelenmiştir. Bu lekeyle yaşayamam!”

***

Aradan çok kısa bir zaman geçtikten sonra bu kez Çiğiltepe’den Gazi’nin karargâhına gelen telefondaki ses şunları söylüyordu:

“Paşa Hazretleri… Çiğiltepe alınmıştır. Düşman yüzlerce ölüsünü bırakmış ve Sincanlı Ovası’na doğru kaçmaktadır!”

***

Düşmanın Çiğiltepe’yi terk ederek, kaçmaya başladığı anda, Reşat Bey’in cansız bedeni üzerine basit örtü serilmişti.

Gözleri gülümsüyordu.

O, sağ şakağına tabancasını dayamış; bir anlık kararla tetiği çekivermişti.

Kurşun sol kulağından çıkmış ve o an beynini paramparça etmişti…

Sağ şakağına dayayıp çektiği silahın parçaladığı noktadan siyah bir kan hala süzülüyor, süzülen kanı bozkırın toprağı bağrına doğru emiyordu.

Ölüm, ne hazin; ne acıydı…

Her ölüm, bir dünyanın yıkılışıydı…

Her ölümde bir gül solar gibiydi…

Ancak o gül solarken, Kocatepe'den Uşak'a, Sincanlı'ya doğru kanla beslenen, o kanın temiz cevherinden nice umut çiçekleri güneşe doğru başlarını çeviriveriyorlardı…

***

Miralay Reşat Bey’in na’şı bir gün sonra Sandıklı’ya getirildi.

Basit bir törenle burada defnedildi.

Üzerinden harcamaya kıyamadığı maaşından bir miktar para çıkmıştı.

Bekârdı.

Cepheden cepheye koşmaktan evlenmeye zaman bulamamıştı.

Yaşlı babası Büyükada’da yaşıyordu ve hastaydı. Parasızlık yüzünden evi ipotekli babasına maaşını göndererek, onu ipotekten kurtarmaya çalışıyordu.

Defin parası babası için ayırdığı parasından karşılandı. Ve defin masrafları çıkarıldıktan sonra, kalan para, ölüm haberiyle birlikte hasta ve yaşlı babasına, Büyükada’ya gönderildi…

***

Ey yolu buralara, tarihin en büyük destanlarından birinin yazıldığı bu topraklara uğrayacak arkadaş!

Kulağınızı esen rüzgâra, arada bir kulağınıza çarpan çıtırtılara ve esinti halinde nereden geldiği pek belli olmayan, ne olduğunu bir türlü anlayamadığınız seslere; bazen bir sinek ya da arı vızıltısına; uzayıp giden zamanın ötesine verin!

Çevirin bakışlarınızı, gökyüzünün maviliğine dikin!

Top top bulutların ötesinde esinti halinde oynaşan gölgeleri görmeye çalışın!

İnanın tüfek sesleri, top gümbürtüleri, at nalları arasında Reşat Bey'in sesini de duyacaksınız...

O sese şehitlerin gölgeleri eşlik ederken, kanla ıslanan toprakların kokusunu yüreğinizin en derinlerinde hissedeceksiniz...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Baba Muhalefet
 29 Ağustos 2020 Cumartesi 20:07
Bir kez daha teşekkürler Sn.ARI...
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz