MENÜ
İzmir
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Dizel arabaya benzin konuldu, motor bozuldu!
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
6 Mart 2015 Cuma

Dizel arabaya benzin konuldu, motor bozuldu!

Siyaset kazanı öyle böyle değil, fokur fokur…
Hem Türkiye, hem de yerel gündemde siyasiler, bir yandan köşe bucak dolaşıyor; bir yandan da biteviye konuşup kendi partilileri ve kendi siyasi kadrolarınca seçilme yarışında ipi göğüslemek ‘aday olabilmek’ için var güçleriyle çalışıyorlar…
İlgi ve alakamız ‘siyasette’ yoğunlaşmışken… Tuhaf bir şey oluyor.
Seçime gidilirken ‘güllük gülistanlık’ ülke algısı her iktidarın şaşmaz kuralıyken, seçim kazanmak için öncesinde vatandaşa ‘hurma’ yedirip o hurmaların tırmalaması ‘sandık sonrasına’ saklanırken, bir gelenek daha yerle yeksan ediliyor. 
Kendisinin ısrar ettiği para-faiz politikalarını uygulamayan Merkez Bankası Başkanını ‘vatanı satmakla, ihanetle, bir yerlere bağlı olmakla’ suçlayan Cumhurbaşkanı konuştukça, her birimizin gözüne sanki ‘Donald Amca’ misali dolar işareti yerleşiyor! Cebinde dövizi, yastığının altında altını olsun olmasın, her birimizin nefesi kesiliyor…
Doların freni, Cumhurbaşkanı’nın tersine, Merkez Bankası Başkanı’na sahip çıkan hükümet adamlarının, Başbakan’ın mahcup açıklamalarına rağmen tutulamıyor ve benim gibi pek çok vatandaş, endişeyle yüklü ‘neler oluyor’ sorusu ile baş başa kalıyor.
Zira… Başımıza yağacak taşlardan her birimizin hallice nasipleneceğini görmek için, ekonominin dinamiklerini sular seller misali bilmeye gerek yok.
Ama içimizi şişiren bu durumun nedenlerini/niçinlerini, başımıza yağacak taşların ‘irili ufaklı’ mı, yoksa ‘kaya gibi’ mi olacağını, ‘bir bilene’ sormaya ihtiyaç var. Ve bu soruları, bizim anlayacağımız lisanda cevaplayacak birine.
Dolayısıyla, aynı kapıyı bir kez daha çalışıyorum. Kısa bir süre önce İzmir ekonomisi üzerine konuştuğum, öğrencileri tarafından ‘ekonomiyi anlaşılabilir kılan nadide insanlardan biri’ olarak tanımlanan Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde İktisat Politikası, Rekabet Teorisi ve Politikası, Para Politikası, Tarım Ekonomisi, İktisat Sosyolojisi dersleri veren Prof. Dr. Yaşar Uysal’ın… 
Dolardaki bu yangını, öğrencisine anlatır gibi anlattı yine Yaşar Hoca.
Başımıza gelenleri ve asıl ‘heybedeki turp’ misali gelecek olanları öğrenmek için, ‘haydi millet eğitime!’ deyip…
“Dolar aniden niye bu kadar yükseldi? ‘Lobiler’ diyen var, ‘Cumhurbaşkanı’nın seçim taktiği’ diyen var. ‘Ekonomide gidişatın zaten böyle olacağı belliydi, suçun birilerinin üzerine yıkılması istendi, yapılan o’ diyen de… Neden?” sorusunu sorup sözü Prof. Dr. Yaşar Uysal Hoca’ya bırakıyorum…
 
“Bu bir öz yapım, made in Turkey. Biz kendimiz yarattık bu gelişmeyi. Sebebini dışarıda aramayalım, lobilere bağlamayalım. Bu işin üç tane boyutu var.
Birincisi küresel boyutta ortaya çıkan gelişmeler, nedir o? Bekliyoruz ki ABD faiz artıracak, para oraya dönecek, dolayısıyla kurlar artacak.
İkincisi, içerdeki iç ekonomik gelişmeler, üçüncüsü de iç siyasi gelişmeler. Bu üçünün etkileşimi sonucu biz böyle bir süreç yaşadık. ‘Hangisi başrol oynadı’ diye sorarsanız, ‘içerdeki gelişmeler’ olduğunu söyleyebiliriz.
 
5 NİSAN KARARLARINA GİDEN SÜRECİN BENZERİ
Bu durum bana 1994’ü hatırlattı. Niçin? 94’te gecelik faizler yüzde 800’lere çıkmıştı, işler iyiye gitmiyordu. O zamanın başbakanı maalesef ekonomi profesörüydü. Ekonomi kurmaylarını topladı, ‘faizleri idari bir kararla çekiyoruz aşağıya’ dedi. Bu ne anlama geliyordu? Saatte 200 km hızla giden bir arabada sonuna kadar frene basınca ne oluyorsa, o oldu. Dolayısıyla faizler çekilince paralar bankalardan tahvillerden çekildi, dövize yöneldi, döviz talebi arttı, sonuçta biz 5 Nisan kararlarına giden süreci yaşadık.
 
YEDİ YILDA BİR KRİZ, GELENEKSEL…
Bakın şimdi. Türkiye 1988’de bir kriz yaşadı, 6 yıl sonra 1994’te bir kriz daha yaşadı, 7 yıl sonra 2001’de bir kriz daha yaşadı. 7 yıl sonra 2008’in sonlarında 2009’da bir kriz yaşadık, şimdi 2015. Bu ne diyor bize? ‘Senin’ diyor, ‘yapısal özelliklerin arasında uzun süren istikrar yok, çok dikkatli olman gerekir, yine geleneksel kriz dönemlerine girdin’ diyor. Türkiye potansiyeli yüksek ama fiili durumu çok da iyi olmayan bir ülke.
Neden 7 yılda bir?
Biz büyümeyi siyaseten çok zorluyoruz. Türkiye’nin bir potansiyel büyüme hızı var, yüzde 4-5. Siz bunun üzerine çıktığınızda er ya de geç bir yerden falso veriyor. Neden veriyor? Daha hızlı büyümek istediğimiz zaman daha çok ithalat yapıyoruz, daha çok dış ticaret açığı, daha çok cari açık veriyoruz, daha fazla dış kaynak bağımlısı haline geliyoruz. Oysa Türkiye büyümesini dış kaynaklara değil de içerdeki üretime, yatırımlara bağlaması lazım.
 
SICAK PARA, UYUŞTURUCU ETKİSİ YAPTI
Açık konuşalım, Türkiye 2001 krizinden bu yana dışarıdan gelen spekülatif para diye tanımladığımız sıcak parayla hak etmediği bir tüketime, hak etmediği bir yaşam standardına ulaştı. Bu bizde uyuşturucu etkisi yaptı. Dışarıdan para geliyor, dolar/döviz düşük kalıyor, ithal malları ucuza alıyor tüketiyoruz. Bu deniz bitti! Şimdi… Dünyada doların değerinin euro karşısında artmaya başladığı, gelişmekte olan ülkelerdeki paranın çıkış yapmasının beklendiği bir dönemde… Siz, üstelik de seçime doğru giderken ekonominin dinamiklerini olumsuz yönde etkileyecek bir kavga sürecine başlıyorsunuz, faizler düşmeli/düşmemeli tartışması yapıyorsunuz. Tipik olarak, belki aynı düzeyde değilse de 1994’te yaşadığımız olayları yaşadığımızı düşünüyorum şu anda. Faizleri ekonominin dinamiklerinin gerektirdiğinden aşağıya çekmeye kalkarsanız, bu şekilde sonuca yol açarsınız.
 
SÜRÜ PSİKOLOJİSİ ETKİSİ
Dolarda bu şekilde hızlı bir hareket neden oldu peki? Türkiye’den yabancılar şu anda çıkıyor. Bu net. Çünkü içerdeki döviz talebi, böylesine bir kur hareketi yaratmaya yetmez zaten. Size iki yeni rakam vereyim. 6 Şubat’tan 20 Şubat’a kadar Türkiye’den 1.5 milyar dolar çıkmış. Hisse senetlerinden, tahvillerden, sıcak para dediğimiz para çıkmış. Bu çıkış hızlandı şu anda. Neden hızlandı? Çünkü ekonomik birimler önünü göremiyor. Burada bir sürü psikolojisi de var. Bakın, yabancılar Türkiye’ye geldiklerinde paralarını dolar olarak tutmuyorlar, paralarını dolar olarak yatırmıyorlar büyük ölçüde. Gidiyor hisse senedine, devlet tahvile TL olarak yatırıyor. Dolarını bozduruyor, borsaya yatırıyor, tahvile yatırıyor. Orada bir kur riski yok. İnsanlar/spekülatörler baktı son gelişmelere ve ‘kur artarsa? Kur daha fazla artmadan ben elimdeki TL varlıklarını çıkarayım, dolar alıp Türkiye’den gideyim’ diyor. Bunu birisi yapmaya başlayınca diğeri de peşinden geliyor. Bu çıkışı ilk kim fark ediyor? Bankalar fark ediyor, çünkü bu işler, bankalar üzerinden veya onun aracı kurumları üzerinden yapılıyor. Bankalar da ‘bunlar gidiyor’ deyip –tabii onların da borçları var- onlar da döviz almaya başlıyor. Kur artışı hızlanıyor. Bununla da kalmıyor. Bu sefer özel sektör de -ki önümüzdeki bir yıl içinde 172 milyar dolar borcu var- ‘döviz kurları daha fazla artmadan döviz alıp bir kenara koyayım, vadesi gelince borcumu öderim’ diyor. Şimdi sıra kime geldi biliyor musunuz? Döviz bürolarına. Vatandaşlar bu sefer döviz almaya başlayacak, dolayısıyla döviz daha fazla yükselecek. İşte suya bir taş düşüyor, halka halka gelişiyor, değişik/farklı kesimlerin döviz talebini artırıyor ve kur artışları bu şekilde yükseliyor.
Peki ne yapacağız? İşin ilginç tarafı, böyle bir durum yaşanırken ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı yurt dışında, Başbakan yurt dışında, Maliye Bakanı yurt dışında. Kim ne yapacak, muhatap kim?
 
EN ÖNEMLİSİ, KALICI OLUP OLMAYACAĞI
Şunu netleştirelim; en önemlisi, dövizin geldiği nokta değil şu anda, burada kalıcı olup olmayacağı önemli. Eğer kalıcı olursa, bütün dengeler yeniden ona göre oluşacak. Ama şu anda en tehlikelisi gidiş gelişlerin, alçalmaların/yükselmelerin/dalgalanmaların sürekli hale gelmesi. En kötüsü bu! Diyelim dolar burada 2.60’da kaldı; ithalatçı, ihracatçı, herkes ona göre bir pozisyon alır, hatta kur artışı ihracatçı açısından iyi bir sonuç da üretebilir. Ama biz o kadar çok ithal bağımlısıyız ki, ihracat yapabilmek için de ithalat yapacağımız için oradaki maliyetlerimiz de artacak, öyle bir açmazımız var.
Peki, kuru aşağı çekmek için ne yapabiliriz?
Bir kere bu kurun geldiği düzey… Türk Lirası hala döviz karşısında değerli. Teknik kısma girmeden anlatayım. Türkiye’de enflasyon yüze 10’nsa, Amerika’da yüzde 2 ise, Türkiye’de doların kabaca yüzde 8 artması lazım. Artmazsa, Amerika malları Türkiye için ucuz hale geliyor, Türkiye’nin malları Amerika için pahalı hale geliyor, ihracatın azalıyor, ithalatın artıyor. Reel kurun henüz daha olması gereken yere gelmediğini söylüyor. Bu kur yükseldi, biz bundan rahatsızlık duyuyoruz ama bunun çok hızlı olması ve bunun nereye gideceğinin bilinmemesi çok büyük bir risk. Ama uzun süre TL aşırı değerliydi, şimdi bunun bedelini ödüyoruz.
 
HALK BORÇLU VE MUTLU OLSUN Kİ, OYLAR BİZE GELSİN!
Şimdi bu durumda, İki tane silah var elinizde. Bir tanesi kim ne kadar döviz istiyorsa, ona döviz satacaksınız. Birinci yöntem bu, Merkez Bankası da bunu yapmaya çalışıyor şu anda ama, 40-50 milyar dolarla bu işleri engelleyemez. İkinci yolu da aylardır tartıştığımız konu. Merkez Bankası faizleri yükseltecek mi ne olacak? O zaman Türkiye diğer ülkelere göre tekrar cazip hale gelecek, yabancılar kaçmak yerine Türkiye’ye geri gelecek ve döviz kurları düşecek. Peki, biz niye faizi indirmeye çalışıyorduk? Büyümek için. İç talep canlansın diye. Bakın döviz bu şekilde artamaya devam ederse, Merkez Bankası döviz satarak bunun önünü alamaz. Faizleri ciddi şekilde arttırmak zorunda kalacak. Rusya, Brezilya ve Türkiye, şu anda risk algısı en yüksek olan ülkeler arasındayız. Neden yaptık biz bu işi? Çok yavaş bir süreç olacaktı. Ocakta olmasa bile mart, nisan aylarında enflasyon düşecekti baz etkisinden dolayı. Enflasyondaki düşmeye bağlı olarak Merkez Bankası faizleri yavaş yavaş düşürecekti. Ve petrol fiyatlarındaki azalma nedeniyle Türkiye’nin cari açığı da nispeten düşecekti. Ve ekonomi biraz zamana yayılarak daha istikrarlı bir hale gelecekti. Ama ‘seçimlerden önce faizler düşsün, halk gitsin ucuz faizli kredi kullansın, eskisi gibi tüketmeye devam etsin, böylece mutlu olsun, mutlu olunca da oyları bize versin’ mantığıyla yola çıkarsanız; ki, öyle çıkıldığını sanıyorum, ondan sonra da yola çıktığınız yer Bornova’ysa söz gelimi, Alsancak’a gideceğim derken kendinizi Buca’da bulabilirsiniz… Durum şu anda bu.
 
EĞER BİR ÜLKEDE İKTİDARIN DEĞİŞMESİNİ İSTİYORSANIZ…
Türkiye’de 2002’de 15 milyar lira sıcak para vardı, 2015 Ocak sonunda 147 milyar dolar sıcak para var. Dışarıdan gelen kaynaklarla taşıma suyla değirmen dönmeye alışmış bir ekonomiyi istediğiniz şekilde yönlendirebilirsiniz. 5-10 milyar dolarlık bir çıkışla Türkiye’ye zarar verebilirsiniz. Ya da ekonomisi Türkiye gibi olan bir ülkeye… Genel olarak söylersek, eğer bir ülkede iktidarların değişmesini istiyorsanız, büyük küresel bir senaristseniz, yapacağınız şey o ülkede ekonomik kriz çıkartmaktır! Ekonomik kriz ne demek? İşsizlik demek, enflasyon demek, fakirleşmek demek ve halkın ön tercihlerinin değişmesi demek. Halkın da anladığı dil, siyasetçinin de anladığı dil, ekonomik bedel. Bu bedeli ödetirsiniz ve halkın oy tercihlerini değiştirirsiniz. Çok uzak değil, 2002 Kasım seçimlerinde üç tane partiden yüzde 20’nin üzerindeki oyu olan biri yüzde 1.5’lara düştü! Niye peki? Bizim halkımız oy tercihlerinde çok muhafazakar davranıyor, ne zaman büyük tepki veriyor? Cüzdanına dokunduğu zaman! Büyük tepkiyi çocuğu işsiz kaldığı zaman, kredisinin faizi yükseldiği zaman veriyor. Bir senaryo varsa, yazmadığım için bilemiyorum; eğer varsa, bu senaryo için çok uygun bir iklim var. Sağ olsun, ekonomi yönetimi de var olan iklimin daha da uygun iklimini sağladılar. Ama bir şeyi unutmayalım, bunun, bu doların nerede duracağını kestirmek imkansız. Durulduğunda durumu tekrar değerlendirmek lazım.
 
BU KRİZİN BEDELİ NE, NELERİ KAYBETTİK?
Bedeli ne oldu bu yükselişin? Neleri kaybettirdi bize?
Çok somut bir rakam. Mart ayı içinde devletin 4 milyar dolara yakın bir dış borç ödemesi vardı. 4 milyar doları ben 2.20’den alsaydım, 8. 4 milyar TL lazımdı bana. Şimdi 2.60’a çıkınca dolar, benim 4 milyar doları ödemem için, 9.2 milyar dolar ödemem gerekiyor. Durduk yerde, kamu bu dış borcu ödeyecek.
İkincisi, bugün ödemesi gelen özel sektör, bu işten çok ciddi zarar görecek.
Dolar bu kurda kalırsa, yarın petrole benzine zam olur, ulaşım lojistik maliyetleri ciddi şekilde artar, elektriğe seçim nedeniyle kısa sürede zam yapılmaz devlet kaynaklarından finanse edilir. Bir kere enflasyon artar; enflasyon faiz baskısını tekrar yaratır.
Vatandaş çok fazla kredi kullanmaz, talebini kısar, iç tüketimde inanılmaz azalır. Vatandaşın üretimi azalınca iç piyasaya üretim yapan firmalar üretimini azaltacak, bu durumda belli sayıda insanı işten çıkartacak. Enflasyon artıyor, işsizlik artıyor, büyüme hızında ciddi düşüş oluyor. Bir çok şeyi tolere etmek için şu anda seçim dolayısıyla hükümet vergilerle ilgili düzenleme yapamaz, bütçe açığında ciddi bir artış yaşanır.
Dünyada da talep çok canlı değil, dünya konjektürü de uygun değil şu anda. Dolayısıyla işsizlik oranı ciddi şekilde artacaktır. Şu anda ekonomi yönetiminin Merkez Bankası’yla bir araya gelip tek bir dil konuşması lazım. Şu anda piyasanın en çok ihtiyacı olan şey, beklentinin iyileşmesidir. 
 
NE YAPMAK GEREKİYOR?
İki şey var, döviz satacaksın, faizi artıracaksın. Bu tip iklimler, teknik araçlarla psikolojik araçların bir arada kullanılmasının gerektiği dönemlerdir. Burada yapılacak olan şey, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesinin tartışmasının gündemden çıkarıldığını açıklamamamız lazım. Bir ekonominin gerektirdiği dinamiklere göre hareket edilecektir, iki Merkez Bankası’nın bağımsızlığının kalkması hiçbir şekilde gündemimizde yoktur, Merkez Bankası’na yönelik haksız eleştiriler olmayacaktır’ diye ortak dilde açıklama yapılacaktır. Masanın ortasına Başbakan, Başbakan Yardımcısı Babacan ve ekonomik kurmaylar oturacaktır. Sayın cumhurbaşkanımızın çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü teknik konular psikolojik kavramlarla açıklanamaz. Yaşanacak bir krizden hepimiz çok etkileniriz. Şu anda siyaset üstü bir ekonomi anlayışının tüm ekonomik birimlere ifade edilmesi gerekiyor. Şu anda krizdeyiz, daha fazlası olmaması için. Herkesin sorumluluk içinde davranması gerekiyor.
 
SEBEBİ LOBİLER Mİ, KİM?
Kim yarattı bu krizi? İçerde bu faiz tartışmaları olmasaydı, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı böyle tartışılmasıydı, Cumhurbaşkanı faizler düşsün diye bu kadar iddia etmeseydi, Türkiye’de böyle bir sorun olmayabilirdi. ‘Bizi dışarıdan cezalandırıyorlar’ derdik. Ama diyemiyoruz. Anlamlı değil, ben de çözemiyorum. Mesele şu galiba. Seçimlere gelmeden önce vatandaş mutlu olsun, borçlu olsun. Çünkü borçlu insan iktidar değişikliğini sevmez. 2002 yılında vatandaşın, bakın sadece vatandaşın bankalara kredi borcu, ‘konut, ihtiyaç kredisi, araç kredisi’ için çektiği para 4 milyar liraydı. Şu anda 352 milyar lira. Bu kadar borçlu olduğunuz zaman, iktidar giderse yerine yenisi gelirse bunu biz bir daha alamayız’ der; ‘hükümet gider koalisyon gelirse bize ne olur’ diye düşünüp mevcut iktidarın gitmesini istemezsiniz. Çünkü kimse bankalara borcunu ödemiyor, borcunun vadesi geliyor, bunu başka bir banka borcu ile kapatıyor.
 
DİZEL ARABAYA BENZİN!

Ben eğer Türkiye’de Merkez Bankası/faiz tartışmaları olmasaydı da döviz bu noktaya gelseydi derdim ki, ‘küresel spekülatörler kaçıyor, Türkiye’yi cezalandırma niyetleri var!’ Ama bunu biz yarattık şu an. Burada şahsi nedenlerle/gerekçelerle, içerden ekonomiye müdahale edildi, dizel arabaya benzin konuldu, motor bozuldu, hadise bu!”

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Mert
 7 Mart 2015 Cumartesi 11:52
Petrol fiyatları düştü, Araplar artık Türkiye'den fuzuli harcama (fazladan konut, arsa) almıyor. Vahabilerle (Katar,S.Arabistan) sıcak para karşılığı kanlı ortaklık ABD'nin uyarıları ile bitti. Rusya'dan bu sene turist gelmeyecek.Özelleştirip satacak çok az şey kaldı.Özel sektörün döviz cinsinen 2015 borçları cabası. İşin kısası Pazartesi dolar alın.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz