MENÜ
İzmir 18°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Esir seçmen!
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
19 Temmuz 2020 Pazar

Esir seçmen!

Çağımızın medeni milletleri, yönetme yetkisinin meşruiyetini “vekalet sözleşmesi” ile açıklamaktadır. Vekalette tarafların özgür irade ve rızalarının bulunması ise olmazsa olmaz koşuldur.

Medeni milletlerin hukuk düzeni; yalan, hile, baskı, korku, tehdit… ile alınan vekaletleri geçerli saymıyor.

Vekalet sözleşmesi”nin on binlerce yıldır bütün toplumlarda az veya çok uygulandığını biliyoruz. Bunda kuşku yok.

Bu sözleşmenin gerçekleşmesi için;

-Sözleşmede taraflarının olması,

-Sözleşme konusunun belli olması,

-Vekaleti veren kişinin özgür irade ve rızası ile “vekaleti verdim” anlamına gelen yazılı veya sözlü bir beyanda bulunması, alanın da “vekaleti aldım” demesi ile sözleşme tamamlanır. Artık sözleşmenin uygulanması ve vekile bir ücretin ödenmesi gerekir. 

Kişi; vekilini istediği zaman, bir gerekçe göstermeden de görevden alabilir. Eğer vekil, göreve talip olurken yalan söylemiş, hile yapmış, yasal olmayan yollarla şahsi menfaat sağlamışsa suç işlemiştir. Bundan dolayı da yargılanması gerekir.

***

Vekalet sözleşmesi; İslam hukukunda önemli bir konudur. Vekalet, bilindiği gibi Yahudi ve Hıristiyan hukuklarında, Roma hukukunun her döneminde ve çağımız medeni milletlerinde de çok iyi bilinen bir konudur.

Şunu özellikle belirtmek gerekir:

-Müslümanlar, vekaletin ne olduğunu kitaplara yazmışlar lakin her zaman ve her konuda uygulamamışlar.

-Yönetme yetkisi Kur’an’a aykırı bir şekilde babadan oğula veya şiddet yoluyla ele geçirildiğinden demokrasi gibi vekalet rejimleri “din dışı” ilan edilmiştir.

-Geçen yüzyıldan beri medeni milletlerin yaşadığı Hıristiyan ve Yahudi devletlerde yönetimin meşruiyeti, halktan alınan vekalete dayandığından vekili azletmek, yargılamak ve cezalandırmak mümkün olmuştur. Modern Avrupa uygarlığı da bu değerler üzerine kurulmuştur. 

Örneğin İsrail’de yöneticilerin “vekaleti kötüye kullanma ve şahsi menfaat sağlama…” gibi gerekçelerle yargılanıp mahkum edilmesi mümkün olmuştur.

Medeni milletler” tanımıyla, son model arabalara binen ama ilkel kabilecilikle yönetilmekten rahatsızlık duymayan Müslümanların yaşadığı devletleri ve bazı Afrika devletlerini kastetmediğimi belirtmek isterim.

***

Yönetme yetkisinin bir süreliğine devri anlamına gelen “vekalet sözleşmesi”, medeni olmayan devletlerde hakkıyla uygulanmaz. Örneğin petrol ve doğal gaz zengini olan “emirliklerde”, halk beğenmediği yöneticiyi görevden alamaz, yargılayamaz ve mahkum da edemez.

Yüce İslam dinimize göre emirliklerde her ne var ise tamamı Emir’indir. Kullar, Emir izin verdiği kadar üç beş kuruş sahibi olabilir. Durum böyle olunca mahkemeler de Emir’in olduğuna göre onun yargılamak ve mahkum etmek zaten mümkün değildir. Bu her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırıdır, sevgili kardeşim!

Babadan oğula miras kalan ya da zorbalıkla iktidarı ele geçiren kişiyi önce “emirel müminin” ilan edip akabinde “biat”ı meşruiyet için yeterli gören Arap ulema, örneğin Almanya başbakanı A.Merkel’in sahip olduğu sorumlulukları, yetkileri ve serveti kendi krallarına hakaret saymıştır.

Cenab-ı Allah’ın yüce krala bahşettiği nimetleri cahil ahalinin Hıristiyan Merkel ile mukayese etmesi krala haksızlık, devlete de isyandır. Hırsızlık, yolsuzluk ve zulüm yaptığını ima etmek ise Allah korusun, zindanlara düşmek için yeterlidir.

***

Müslüman devletlerin yurttaşlarının, ölümü dahi göze alarak hayvanın bile taşınamayacağı yöntemlerle, mayın tarlalarından, tel örgülerden, nehirlerden ve denizlerden geçip Hristiyan AB’nin sınırına dayanması insaf sahiplerine acaba neyi düşündürüyor?

-İslam’ın göklere çekildiğini mi?

-İslam’ın insana zarar verdiğini mi?

-Hristiyanlık ve Yahudiliğin Müslümanlıktan çok çok üstün olduğunu mu?

-Cehaletin, ihanetin, zulmün ve din istismarının atom savaşlarıyla bile önlenemeyeceğini mi?

Yoksa… Yoksa;

-Devlet imkanlarının İmam Hatiplere, Kuran Kurslarına, cemaatlere, tarikatlara, şeyhlere, abilere, üstatlara… az kullandırıldığını mı?

Yoksa;

-Kimileri Karun’a eş değer servetler peşinde koşarken, diğer yandan bir lokma için suç işleyen, fuhşun her türlüsüne razı olan, hırsızlığı, gaspı… geçim kapısı edinen nankör cehennemlikleri mi?

***

Bazen Necaşi’nin Habeşistan’ı bazen de AB ve ABD, mazlumlar için, sonu ölüm de olsa çare olarak algılanabiliyorsa bunun üzerinde hakikaten düşünmek gerekir.

Bu konuda kendinizi ne kadar zorlarsanız zorlayın Kılıçdaroğlu’nu suçlayacak bir nokta bulamazsınız!

Kafanızı başka noktalara yorun!
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Harun ÖZDEMİR
 21 Temmuz 2020 Salı 16:09
Necaşi yazılması gerekirken Nebaşi yazılmıştır. Okuyucudan özür dilerim.
 Hüseyin Alan
 21 Temmuz 2020 Salı 13:18
Doğu, Ege kıyıları, Akdeniz hinterlandı, Afrika.. Buralarda kurulan devletler ‘Doğu despotizmi’ olarak tasnifledi. Çin, Hind, Mısır, Pers, Grek, Roma, Bizans, Osmanlı, Ruslar.. Bunların ardılları. Yıkıntıları üzerinde kurulanlar.. birbirini taklit etti, despotizmi yeniden üretti.. Kuzey Avrupa istisna teşkil etti. Tarihçilerin bazıları Roma’nın hükümranlık kuramadığı Barbar kabilelerin demokrasiyi geliştirdiğini söyler. Peygamberler, doğuya geldi. Dil, hukuk, siyaset öğretti. Adaleti gösterdi, Devletler kurdu. Fakat kısa sürede karşı devrimlerle despotlar yeniden hortladı.. Coğrafya kader midir tartışması yapılabilir ama topraklar mümbit olduğu halde hormonlu ürünler zihinleri zehirliyor..
 Fikret Aslan
 19 Temmuz 2020 Pazar 18:44
Dünyanın bütün Müslüman Ülkelerindeki yöneticiler diktatörlük ve hırsızlıkla ülkeyi yönetirler. Sadece Atatürk’ün Türkiyesi böyle değildi ama bizde diğer Müslüman ülkelere benzedik hatta onları geride bıraktık. İşte Yeni Türkiye. Afiyet şeker olsun cemaati müslimin.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz