MENÜ
İzmir 14°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Hangi Türkiye’de yaşamak istiyoruz?
Tayfun MARO
YAZARLAR
1 Şubat 2017 Çarşamba

Hangi Türkiye’de yaşamak istiyoruz?

Türkiye, yüz yıl sonra, Doğu-Batı hattında yeniden gerildi. Bu defa, çekim alanı olarak, Doğu ağırlığını daha çok hissettiriyor.
Yüz yıllık toplumsal mutabakat çözülme sürecine girdikten sonra, AKP iktidarında, laik ve seküler alan, islami normlarla kuşatıldı. 
Kamusal yaşamı islam normlarına göre yeniden yapılandırmak için İslamcıların sonuna kadar gideceği artık kimsenin meçhulü değil. İslamcı hareketin bu kararlılığı ve iktidar grubu içindeki güçlü konumu, sorunu enikonu çetrefil hale getiriyor.
İslam normlarının Allah kelamına dayandırıldığı bir vakıa… Kuran-ı Kerim’de hepsi yazılmış; Hukuk nasıl işleyecek, adalet nasıl dağıtılacak, inananlar nasıl yönetilecek, ticaret nasıl yapılacak, para nasıl kullanılacak, ilim nasıl yapılacak, hangi sanatlar ne ölçüde makbuldür… 
Hayatın hemen hemen bütün alanları için “nasıl yapmalı” sorusunu yanıtlamış Kuran-ı Kerim. Bütün cevaplar verilmiş. Kula düşen, verilmiş cevapların peşinden gitmek.
Hal böyle iken, bir müslümanın, islam dışı alanda hayatının düzenlenmesine karşı çıkması, anlaşılır bir durumdur. Anlaşılmaz olan, Türkiye’de İslamcıların bedeni Doğu’da iken aklı Batı’da bir hayat sürdürüyor olmalarıdır. Çünkü İslamcı hareket seküler hayata karşıdır.

Yeşil Kuşak ile önü açılan İslamcı hareket iktidara geldikten sonra, siyasal islamın durumdan görev çıkarması fazla zaman almadı. Çok değil, 15 yıl içinde, siyasal islamın ülkenin neredeyse bütün kurumlarına nüfuz ettiğine tanık olduk. 
İslamcı yapılanma başarılı oldu. İslamcılar iktidara tutundu. Ne ki bu başarı sonunda kendi içinde iktidar mücadelesine yol açtı ve 15 Temmuz kalkışması yaşandı, bu ülkede. Başarısız kalkışma, yönetimin otoriterleşmesinin önünü açtı.
Türkiye’nin içinden geçtiği bu kritik süreçte ortaya çıkan değişim ve dönüşüm ihtiyacına bağlı olarak dile getirilen sistem değişikliği talebi, İslamcıları ve milliyetçileri bir araya getirmiş bulunuyor. 
Parlamenter rejimin tükendiğini düşünen “evet” cephesi, Cumhurbaşkanı tarafından tam yetkiyle yönetilecek bir Türkiye arzu ediyor.

Şurası muhakkak ki parlamenter rejim kusursuz değil, ama tükenmiş de değil. Parlamenter rejim mükemmel işlememekle birlikte, temsil sorunu, parlamenter rejimde bir ölçüde çözüm buluyordu. Üstelik daha ileri çözümlerin önü açıktı.
“Tek adam” yönetiminde ise durum biraz değişik; din normlarının esas alındığı koşullarda, temsil, önce Allah’ın sonra Başkan’ın iradesinde ifadesini bulacak.
Hukuk devletinin yerini kanun devleti alacak. Evrensel hukuk ilkeleri bağlayıcı olmaktan çıkacak.
Türkiye’nin toplumsal yapısı ve yaşanagelen değişimin koşulları, böyle radikal bir değişimi ne ölçüde mümkün kılar?
Zaten “ayrıştırarak yönetmenin” bütün zaaflarını bünyesinde barındıran toplumun, tek adam yönetimine dayalı yeni sistemde varlığını tek parça olarak sürdürmesi, aşırı iyimser beklenti olur.
Toplumsal mutabakatın ve temsilin sorunlu olduğu koşullarda, demokrasi doğru dürüst işlemiyor ise, ülkenin tek parça halinde yoluna devam etmesi için bir diktatöre ihtiyaç duyulabilir; ki iktidar grubunun asıl arzusu böyle bir çaresizlik ve çıkışsızla kuşatmaktır toplumu.

Türkiye referanduma gidiyor. Sorun şu ki toplumsal mutabakatın koşulları henüz sağlanmış değil. Bu durumda, referandumda, laik ve seküler ilke ve normlara dayalı kamusal yaşamı savunanlar ile kamusal alanın din normlarına dayalı olarak inşa edilmesini savunanların karşı karşıya gelmesi muhtemeldir. Ne var ki bu tablodan çözüm çıkmaz; %51 ile toplumsal mutabakat olmaz.
Ülkeye huzur, güvenlik, barış, istikrar getirmek için referanduma giderken hepsini kaybetmek de var; Öyle şeyler oluyor ki sanki “evet” veya “hayır” demek yetmeyecek.

Son olarak, Sultan 2. Abdülhamit’in torunu Nilhan Osmanoğlu’nun “evet” cephesine destek verme ihtiyacı içinde olması ve yaptığı açıklamada; “Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık.” “Parlamenter sistem benim değerlerime, benim dava adamı gördüğüm kişilere hep zarar verdi.” demesi düşündürücüdür. 
Amacını fazlasıyla aşan ve bilgi düzeyi itibarıyla oldukça sorunlu görünen açıklama, rejimle sorunlu İslamcıları muhtemelen çok mutlu etti.
Hanedan mensupları ve islamcılar, Cumhuriyet Devrimi ile hesaplaşma arzusu içinde olabilirler…
Bu ahvalde, referandumdan çıkacak sonuçların çok ötesinde, derin bir yarılmanın ve çöken değerler sisteminin getirdiklerinin altında kalan Türkiye gerçeği ile yüz yüze gelebiliriz.
Yüzyıl sonra, yarım kalmış hesaplar önümüze çıkıyor.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz