MENÜ
İzmir
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Hürriyet’e aşıktı...
Hanzade ÜNUZ
YAZARLAR
18 Kasım 2020 Çarşamba

Hürriyet’e aşıktı...

İzmir’in simge isimlerinden biri...

Hürriyet gazetesinin unutulmaz kaptanı...

Sevgili Nedim Demirağ...

Nedim Bey, Nedim abimiz...

Gazete koridorlarındaki gülümseyen yüz...

Asansörde sohbet eden, hatırşinas abi...

İş yemeğinde benim gibi tıfıl muhabirlere de yer veren, saygılı sevgili yönetici...

Birlikte çalışma şansına sahip olduğum güçlü, vicdanlı gazeteci.

***

Lezzete, sohbete, dostlarına düşkün...

Hızlı yaşamış, bonkör, yüzde yüz İzmirli bir delikanlı.

Bir ömre, birkaç ömür sığdırmış bir “Hayat Gurmesi”...

Misafir ağırlamayı seven bir işletmeci, sanatçıların yakın dostu...

Hürriyet’in ilk sahibi Erol Simavi’nin sırdaşı Nedim Demirağ...

Hep aynı takımda oynadı, hiç forma değiştirmedi.

 “Hürriyet’e Aşığım” diye anlattığı gazetesinde 25 yıl yöneticilik yaptı.

1980 yılında girdiği çok sevdiği Hürriyet’ten 2005 yılında ayrıldı.

Çeşme’de sahibi olduğu Dalyan Plaza’yı işletiyordu.

Yaşadığı ciddi sağlık problemini hayata olan bağlılığıyla yenmişti.

2010 yılında kendisiyle röportaj isteğimi kabul ettiğinde, nasıl heyecanlandığımı ben bilirim.

Nedim Bey ile Habertürk Ege eki için yaptığım röportaj...

Çok ilginçtir ki, hayatının ilk röportajıydı ve sanırım son da oldu.

***

Bazı insanlar doğuştan renkli ve sıradışı karakterlere sahiptir.

Dolu dolu yaşarlar, hayatı ve her şeyin en iyisini severler.

1950 yılında doğan ve çok erken aramızdan ayrılan...

Bugün son yolculuğuna uğurladığımız sevgili Nedim Demirağ...

Nedim Bey, Nedim abimiz de böyle unutulmaz isimlerdendi.

Hep sevgiyle anacağımız Nedim Demirağ’a...

Hepimize ders olacak, acısıyla tatlısıyla ilk kez anlattıklarıyla...

Hayatında verdiği ilk  röportaj ile veda ederken...

Renkli kişiliği, dostluğu, hayat gurmeliğiyle çok güzel bir İzmirli’ye, çok iyi bir gazeteciye hoşçakal, huzurla uyu diyoruz.

 

İZMİR’DEN VAZGEÇEMEDİM

-Hayata atıldığınızda ilk yaptığınız işiniz neydi?

1968 yılında New York Üniversitesi’nde lisan eğitimi gördüm. Boş durmayı hiç sevmediğim için ihtiyacım olmamasına rağmen bir Türk restoranında çalışmaya başladım. Bulaşık yıkadım, zaman içinde aşçılık öğrendim. İşletme sahibi kısa sürede beni gece menejeri olarak atadı.

-Gece hayatına o yıllarda mı girdiniz, yaş kaç o zaman?

19 yaşındaydım. Amerikalılar Türkleri hiç tanımıyordu, kulaktan dolma bilgilerle konuştukları için çok kızıyordum. Çok kavgalarım oldu sevemedim oraları ve İzmir’e döndüm. 

-İzmir’den vazgeçemediniz...

İzmir tutkusu ağır geldi. O dönemde bir kıza da aşıktım. Tabii İstanbul’da da çok geniş bir muhitim vardı. Gençliğimizde çok hızlı yaşadık İstanbul’da.

-Alsancak’ın simge işletmesi Cafe Plaza nasıl doğdu?

1974 yılında babamın işleri biraz bozuldu, ben de yük olmak istemedim. O zaman tek restoran Bonjour vardı. Birgün yer ayırttım, eşim Emine ile gideceğim. Bir baktım benim masamı bir başkasına vermişler, çok sinirlendim. Gençlik de var o zaman. “Ben mutlaka burada bir yer açacağım” dedim, 1975 senesinde Cafe Plaza’yı açtım.

EROL SİMAVİ İLE TANIŞMA

-Gazetecilik macerası nasıl başladı?

1978 senesiydi Kuşadası’ndaki İmbat Otel’e iş için gitmiştim. Barda Erol Simavi Bey ile tesadüfen karşılaştık, sohbet ettik. Kendisini Cafe Plaza’ya davet ettim, çok mutlu oldu. Zaten İzmir’e sık sık gelip otelde kalırdı, sonra ev aldı.

-Erol Simavi İzmir’e mi yerleşti?

Tabii uzun yıllar İzmir’de yaşadı. Kapadona’dan Kordon’da bir çatı katı daire aldı, döşedik. Çok severdi İzmir’i. İstanbul’dan çok İzmir’de yaşardı.

-Ahbap mı oldunuz Erol Simavi ile?

Baba oğul gibiydik. Ben her şeyiyle ilgilenirdim. Her sabah Cafe Plaza’ya gelirdi. Öğleden sonra Efes Oteli’ne giderdik. Ben gazeteci değildim ama yanımda sürekli gazeteyle ilgili konuşuyor, İstanbul’a talimatlar veriyor. Nejat Seçen geliyor anlatıyor, İstanbul’dan Nezih Demirkent geliyor anlatıyor. Ben sürekli dinliyorum. Bütün bunların içinde ben farkında olmadan iyice yoğruluyorum.

-Gazetecilik kanınıza giriyor yavaş yavaş...

Birgün Erol Bey, “Sen restoran restoran diyip duruyorsun, ne yapacaksın? Gel ben seni gazeteye murakıp yapayım” dedi. Rahatsız olurlar dedim. “Hayır” dedi ve ben murakıp oldum. Başladım matbaaya gitmeye, tabii biraz tedirginlik oldu.

MAAŞLAR DÜŞÜK DEDİM

-Nereden çıktı bu adam gibi mi?

Ben hep yapıcı oldum, hep çalışanların menfaatlerini kolladım. Hatta rahmetli Nezih Demirkent maaşları verirken, “İşte herkes çok mutlu, çok memnun” diye patrona anlatıyor. Bir akşam, Erol beye herkes mutsuz, muhabirlerin maaşı düşük, matbaa müdürünün maaşı düşük diye anlattım. İçeride yaşıyorum olayı çünkü. Yeni Asır o zamanlar ciddi bir rakipti. Tirajı 104 binlerdeydi, Hürriyet de 35 bin satıyordu. O zamanlar Cemalettin Özdoğan polis adliyeye bakıyordu. Cemalettin, gece bir haber olacak diye masanın üzerinde uyurdu. Erdal İzgi belediye muhabiriydi. Nejat Seçen haber müdürüydü. Ben gece bile gazeteye gidiyorum. Hep bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, çünkü gazeteciler pek sır vermezler dışarıya.

-Aralarına kolay almadılar mı yani?

Kaç tane adam aldım yerleştirdim. Hepsinin ayağını kaydırmaya çalıştılar, gazetecilere çok dikkat etmek gerekiyor... (kahkahalar)

İLK BÖLGE EKİNİ BİZ BAŞLATTIK

-Sonra?

Böyle iki yıl geçti... Erol Bey hep Ege’den bir takım rahatsızlıklarını anlatıyordu, düzelir diyordum. Birgün rahmetli Arda Gedik beni İstanbul’a davet etti. Sedat Simavi de gazeteyi uzaktan denetliyor o yıllarda. Arda Gedik, “Sedat Bey seni Ege Bölge temsilciliğine atanmanı istiyor” dedi. “Ben kendimi yeterli hissetmiyorum” dedimi “Yok, biz sana güveniyoruz. Patronların güvenini almışsın” dedi. Mecburen kabul ettim. İki sene sabahlara kadar mücadele verdik. İzmir, Ege halkı bölge gazeteciliğini seviyor, aklımıza bir bölge gazetesi çıkarmak geldi.

-O sırada başka bir Ege eki var mıydı?

Türkiye’deki bütün ekleri biz başlattık, yani İzmir başlattı. Bu Ege’nin başarısıdır. İzmir’den ana gazeteye birçok haberi giremiyorduk. Projeyi Erol Bey’e güzelce anlattım, “Hemen başlayın” dedi. Çok güncel günlük ilave çıkarmaya başladık. Bütün ekip sabah beşlere kadar çalıştık ama tiraj 95 binlere fırladı.

-Bugün okuduğumuz Ege eklerinin tetikleyicisi olmuş bu başarı…

Tabii, ben ve arkadaşlarım çok iyi bir ekiptik.

-Hırs bastı mı o dönemde biraz?

Başarı hırsı diyelim. Ben haberci kökenli değildim ama doğru haber yapılmasına hep önem verdim. Başarı için hiçbir zaman uydurma habere geçit vermedik, herkes çok titizdi.

-Erol Simavi ile haberleşiyor musunuz hala?

Eskisi kadar sık olmasa da konuşuyoruz, rahatsızlığımla çok ilgilendi. Belma Hanım’la çok daha sık konuşuyorum. Erol Bey işine çok düşkündü, zaten gazetecilikten başka bir ilgi alanı yoktu. Gazeteyi sattıktan sonra Türkiye’ye biraz küstü, sürekli yurtdışında.

MASAMI YOK ETTİLER

-Gazeteci patron Erol Simavi’den neler öğrendiniz?

Her sohbeti bir hayat dersiydi. Birçok şey öğrendim. En önemli lafı, “Sakın yazıişlerine müdahale etme” idi. Biz kendisinden bu terbiyeyi öğrendik. İkinci tavsiyesi de, “Sana güvenim sonsuz. Sana bağlı çalışan personele istediğin desteği kendi insiyatifinle yapabilirsin ama kendine bir şey istersen mutlaka haberim olsun. Bana bilgi ver ki, sorduklarında ben biliyorum diyebileyim. Yoksa alttan seni yerler” oldu.

-Yemeye çalışanlar oldu mu?

Bir dönem gazetenin yönetim kurulu üyeliğini de yaptım. İstanbul’a gidiyordum, Çetin Emeç ölmüştü. Yönetim dördüncü kattaydı, Erol Bey, Çetin Emeç’in odasını verdi bana. Yanında kendi odası vardı, Doğan Hızlan da o katta.

-Şimşekleri üzerinize çektiniz...

Çektim. Sonra odaya yanıma Soner Gedik geldi. Birgün seyahate çıktım, geldim masam yok benim masa yer değiştirmiş. Erol Bey’e sordum, “Hiç öyle şey olur mu” dedi. Üzmek de istemiyor. Tabii o arada benim masayı da yok ettiler (gülüyor). Arda Bey birgün, “Bak, bir ayağın İzmir’de, bir ayağın İstanbul’da. Ayaklarının arası çok açık. Aklını başına al, bu mesafedeki açıklık duman eder seni ” dedi. Sonra tabii çok rahatsızlıklar duydum, anladım ki İstanbul çok rahatsız edici bir yer. Sen çok iyi bir şeyler yapmak istiyorsun ama karşında kuyunu kazan bir sürü insan var. Bunları açık açık anlattım Erol Bey’e.

-Siz doğrucu Davut muydunuz?

Ben hep doğrucu Davut’tum. Sahtekarlık yapmanın manası yok.

-Aslında o yakınlıkta ilişkiyi suistimal etmek de mümkün …

Benim aile terbiyem ona müsait değil. Erol Bey bunu bilmeseydi beni evinde misafir eder miydi, bütün özel konuşmalar o evde olurdu. Zaten çok kıskanırlardı. Sabah ikimiz arabaya biniyoruz baba oğul gibi gazeteye gidiyoruz. Kendi oğluyla değil, benimle gidiyordu.

-Patrona, güce o kadar yakın çalışmak nasıldı, yakıcı oluyor muydu?

Erol Bey o gücü kendi kullanmadığı gibi, başkasına da kullandırmazdı. Arka sayfada bir firmanın çizmesini görürse, “Biri gitmiş buradan yolunu bulmuş” derdi. O kadar dikkatliydi.

BOTLARA SİLAH TAŞIDIM

-Kardak krizinde başrolde siz varmışsınız sanırım...

Kuşadası’nda çiftlikte Erdal’la (İzgi) oturuyoruz. O zaman habere bakıyordu. Bak bir şeyler oluyor, oturuyorsunuz sonra atlayacaksınız dedim. Geceyarısı 00.30’da Gümüşlük’e yola çıktık. Biz Gümüşlük’e vardık, biraz sonra bir hücumbot yanaştı, demir attı. Askerler geldi, sohbet ettik. Sonra herkes gitti yattı, her yer kapandı. Ben meyvem, viskim oturuyorum sabaha karşı oldu. Bir otobüs asker geldi, içinde suratlı boyalı askerler. Haydi bizimkileri çağırdım.

-Sizde de bir çılgınlık var ama normal şartlar altında temsilcinin orada ne işi var?

Sen ne diyorsun, ben botlara silah taşıdım, erlere yardım ettik. El fenerleri yoktu, bendeki güçlü bir feneri hediye ettim. Suları yok, gittim iki koli su aldım. Gidecekler susuz kalmasınlar.

-Gazeteci Fatih Altaylı ile de bir şeyler yaşanmış…

Biz bütün fotoğrafları çektik gönderdik, gazete  yıldırım baskı yapıyor. Kamera beni canlı yayında çekiyor, sen Aydın Doğan televizyonu aç, bizi gör. “Yarın Milliyet’i göreceğim, uyuyor musunuz” diye kıyameti koparmış. Ben oldum kahraman, iki gazete de onun ama arada rekabet var. Aydın Bey, Milliyet’e fırça tabii.

-Sonra?

Ertesi gün hücumbotlar hareket etti. Bizim pata pata tekne hazır. Münir Koçarslan tekneden çok korkarmış. Kabinin altına girdi çıkmıyor. “Sen haber yapacaksın saklandın oraya” diyorum. Biz ona yukarıdan anlattık artık.

Sen uyanık Fatih Altaylı Gümüşlük’ten 40 beygir sürat motoru kirala. Biz pata pata giderken, Fatih askerlere yetişti, fotoğraflar filan. İşin kahramanı o oldu. Biz bütün acıyı çektik, açıkta kaldık. İlk gün biz kahramandık. İkinci gün bizden hiç söz yok. Ertuğrul Özkök olayın kahramanını Fatih Altaylı yaptı.

-Vay canına İstanbul Hürriyet,  İzmir Hürriyet’i atlattı yani…

Tabii tabii, Fatih Altaylı ajansı atlattı.

CANGİĞERİM AHMET...

-Sizin o sırada bir de işletmeci şapkanız var. Kafeler, restoranlar işletiyorsunuz…

Ben yemek yapmayı da, misafir ağırlamayı da çok severim. Yemek yapmak beni dinlendirir.

-Çok yakın dostunuz Ahmet Piriştina’yı anmadan geçmeyelim…

Ahmet’i anlatmak çok zor. Benim çocukluk arkadaşım, canciğerimdi. Çok kızdırırdım, bu kalem de onun hediyesidir bana. Soğuk hava işindeyken Belçikalılardan makine alacak. Adamlar kalem hediye etmişler. “Senin gibi devrimci adam hediye mi aldı” diye kızdırdım. Küplere bindi, hemen bana hediye etti kalemi. Çok damarına basardım.

-Sizin sabaha karşı manavda masa kurdurma keyfiniz de varmış…

Daha çok ablam yapardı. Cafe Plaza çıkışı, Ateş Özerk, Ahmet Piriştina, ablam İkiçeşmelik’te bir manava gider, sofra kurarlardı. Manavda devam ederdik. Çok hızlı yaşadık. Çeşme’de güneş şemsiyesinin beton altlarını denize koyar, sehpa yapıp üzümler, viskiler deniz içinde alem  yapardık.

-Sanatçılarla da çok yakınsınız, Sezen Aksu, Şener Şen…

Ajda Pekkan, Egemen Bostancı. Birgün bir haber geldi Erol Yaraş ile Ajda Pekkan Efes Oteli’nde nişanlanıyor diye. Dedim olmaz, Ajda kaç yaş büyük Erol’dan. Ben hiçbir şey bilmiyor gibi gittim, Petek bölümüne sokmak istemediler. Ciddi ciddi tören yapılıyor. Egemen Bostancı şeker hastasıydı, baktım köşede uyuyor. Ben çaktırmadan Egemen abinin fotoğraf makinesinden filmi çıkarıp aldım. İstanbul’a servis yaptık, Haftasonu’na manşet oldu.

İZMİR BENİ NEDİM DEMİRAĞ YAPTI

-İzmir size neler verdi?

Benim Nedim Demirağ olmamı sağladı, daha ne olsun. Rahatsızlığım sırasında ne kadar çok sevenim olduğunu anladım. Matbaada çalışan işçiden, temizlik kadrosuna kadar hepsi ziyaretime geldi. Beni çok mutlu ettiler. Geçenlerde Deniz Sipahi Hürriyet’te bir davet verdi, baktım bütün personel alkışlıyor. O kadar mutlu oldum ki, gözümden yaş geldi. Benim senelerce onlara verdiğim küçücük bir şeyi, geri aldım. Bu büyük bir servet.

-İzmir’in bugün bulunduğu yeri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzmirli işadamları çok güç şartlarda bir yere gelmişler. İstanbul’daki gibi birkaç vur kaçla para sahibi olunmamış. Zor kazanılan parayı harcarken herkes adımını sağlam atıyor, dikkatli yürüyor. Bu da tabii zaman alıyor, İzmir farkında olmadan gelişiyor ama zaman alıyor. İstanbullu adamın ticarete bakışı, İzmir’e göre çok daha cesur. Kaybetme korkusu İzmirliye göre daha az. Çok büyük oynuyorlar.

-İzmir kaybetmekten mi korkuyor?

İzmir’de bir kıskançlık var, işadamları nedense birbirini çekemiyor. Bir türlü bir araya getiremiyorsun. Mesela Ahmet Piriştina’nın ölümü büyük kayıptır. İnanıyorum ki yaşasaydı Ege, İzmir çok daha ileri gidecekti. Kimileri sevmez, Arnavut’tu, bildiğini okurdu. Ama bir liderlik çok yakışırdı, insanları bir araya getirirdi. Şimdi Aziz Kocaoğlu’nun elinden kimse tutmuyor. Çünkü belirli kıskançlıklar var. Bir ekip oyunu kurulamıyor İzmir’de. O zaman da bir yere varamıyoruz.

SAHTE GÜLÜCÜKLER GİDİYOR...

-Nedim Bey siz zaten aileden çok varlıklı biriydiniz. Neden bu kadar çok koşturdunuz?

Hemen cevap vereyim; çok hata etmişim. Sırf Erol Bey’e olan sevgimden, kendi ailemin işlerini çok ihmal ettim. Bunların da çok acısını çektim sonra, çok şeyler kayboldu. Kendimi çok kaptırdım, kendi işimize sahip çıkmam gerekirken, çıkamadım. Onların da hepsi battı, geç kalmışım, iş işten geçmişti.  Bunu Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra anladım. Arkadaşlara hep söylerim, tasarruf edin derim. Gazeteden ayrıldıktan sonra o sahte dostluklar kalmıyor. Herkes seni gazetedeyken çok seviyor, yüzüne gülüyor. Bir takım menfaatleri olduğu için sahte gülücüklerle karşılaşıyorsun. Gazeteden ayrıldıktan sonra bu insanların çoğu yok oluyor, gerçek dostların kalıyor.

-Gazeteciliği özlüyor musunuz?

Ben hala yakaladığım bütün  haberleri Hürriyet’e bildiriyorum. Beni kimse uzaklaştıramaz, Hürriyet’e olan aşk başka bir şey. Ben Hürriyet’e aşıktım hakikaten. Ayrıldıktan sonra da bir sürü teklif geldi, hiçbirini kaale bile almadım. Hürriyet ailem gibiydi. Çabuk emekli olduk, daha faal olmak isterdim açıkçası.

KAÇ DOST VAR ETRAFINDA?

-Hürriyet’i Aydın Doğan satın aldıktan sonra rahat çalıştınız mı?

Ben Aydın Bey’i de, Erol Simavi’den sonra bir baba gibi kalbime bastım. Çalışma düzenimde hiçbir değişiklik olmadı. Hiç kusur etmedim. Erol Bey’den öğrendiğimiz gazetecilik hırsını Doğan ailesinde başta göremedik. Aileye her şey günlük güneşlik anlatılıyordu. Ben de Aydın Bey’e her geldiğinde tenkitlerimi anlatıyordum. Bana kızıyordu, “Bir rahat bırakmıyorsun beni” diye. Ama ben doğruları söylüyordum. Olayların üzerine gidiyorum diye bana kızdı. Biraz aramız açıldı. Yaşım da ilerlemişti, bir kan değişimi gerekti. Vuslat Hanım (Sabancı), Ertuğrul Bey (Özkök) çağırdı. Kibarca görüştük. Ben ayrıldım ama ben bugün hala tasvip etmediğim bir şey olursa Vuslat Hanım’a, Deniz’e (Sipahi) söylerim.

-25 yıl süren Hürriyet maceranızda kıskançlıklar da oldu, gerçek dostluklar da... 

Yüzüme karşı, “Biz seni burada yaşatmayız” diyenler olmuştu. Ben de “Zaman gösterir” dedim onlar kalmadı, gitti. Gazeteyi satmayın diye Erol Bey’e çok yalvarmışımdır. Birgün sohbet ederken, “Gazeteyi satmayın etmeyin, herkes sizi seviyor” dedim. Bana “Beni sevdiğini düşündüğün dört, beş isim say bakayım. Kaç tane dostum var benim” dedi. “Ben varım” dedim. “Geç, başka” dedi. Düşündüm, iki kişi daha buldum. Hakikaten dördüncü, beşinci çıkmadı. Hakikaten sayamıyorsun. Ben de düşünüyorum bazen kendim için, kaç tane adam var etrafımda diye. Gerçek bir dost olarak seninle ilgilenecek çok az insan çıkıyor. Birgün sen de kendini tart...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Enver
 20 Kasım 2020 Cuma 15:12
Nedim Demirag cok degerli bi insandi. Izmir icin büyük kayip. onu unutmayacagiz
 Şükran
 19 Kasım 2020 Perşembe 20:38
HANZADEM Güzel, gazetesin yazı da çok güzel tebrikler canim
 yüksel gemalmaz
 19 Kasım 2020 Perşembe 13:38
nedim bey i yakından tanımış oldum sağ ol ..her zamanki gibi onikiden vurdun.. kalemine sağlık..
 Gülay Schöpf
 19 Kasım 2020 Perşembe 08:38
Çok güzel, bilgilendirici bir yazi. Kaleminize sağlik.
 Güler Karaman
 18 Kasım 2020 Çarşamba 19:51
Işıklarda uyusun
 Nilgün Artuner
 18 Kasım 2020 Çarşamba 18:53
Mükemmel. Teşekkür ederim. Allah rahmet eylesin inşallah.
 Süleyman Oğuz
 18 Kasım 2020 Çarşamba 16:50
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Güzel bir veda yazısı olmuş ??
 abdullah kuş
 18 Kasım 2020 Çarşamba 14:39
hiç unutamam nedim abi yi,gazete bayileri derneği başkanı iken defalarca beraber olduk,zor günlerin abisiydi,karıncayı dahi incitemezdi,hiç bir kimseyi ötekileştirmedi,tam bir insandı,IŞIKLAR İÇİNDE UYUSUN
 Güler Sarıgöl
 18 Kasım 2020 Çarşamba 13:28
Özel bir insandı. Allah rahmet etsin.
 Suavi Yardımoğlu
 18 Kasım 2020 Çarşamba 13:09
Yüreğine sağlık o günleri ve Nedim Abi'yi çok güzel anlatmışsın. Ne mutlu ki o günleri yaşamışız. Nedim Abi ile birlikte çalışmışız. Mekanı cennet olsun. Işıklarda uyusun.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz