MENÜ
İzmir 20°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İzmir’in İmar Affı Şampiyonu Olduğunu Biliyor muydunuz?
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
27 Şubat 2024 Salı

İzmir’in İmar Affı Şampiyonu Olduğunu Biliyor muydunuz?

Geçen hafta da yazmıştım. Türk Mühendis Ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK) Tarafından “Direnen Kentlerde Adalet Ve Demokrasi” Teması ile üçüncüsü düzenlenen “İzmir Kent Sempozyumu” 22 – 23 Aralık 2023 Tarihlerinde Mimarlar Odası İzmir Şubesi-İzmir Mimarlık Merkezi Ana Toplantı Salonunda Gerçekleştirilmişti.

TMMOB’a bağlı 23 meslek odasının katkısı ve desteği ile; “Kentin Adaleti, Felakete Dönüşen Kent, Endüstriyel Kentlerin Çöküşü, Kent Suçları, Kendi Kendine Yeten Kentler” ana başlıkları altında beş ayrı oturumda bilim insanları ve kurum temsilcileri tarafından 32 bildirinin sunulduğu sempozyum sonrası bir bildiri yayımlanmıştı.

“Kentsiz Kentleşmeye Karşı Başkan Adaylarına Reçete!” başlıklı ilk yazıma gelen olumlu dönüşler sonrası bu konuya yeniden dönmeye karar verdim. Bugün de o bildiriden bazı bölümleri paylaşmak istiyorum…

Hangimiz isteriz İzmir’in Brezilya gibi olmasını. Fotoğraf: Berna Kızıltan (KENT Mİ Fotoğraf Sergisi)

“İKLİM DOSTU KENTSEL DÖNÜŞÜM”:Küresel iklim değişikliğinin bir sonucu olarak şiddeti ve tekerrürü artan afetlerin etkilerini son yıllarda özellikle kentsel ve yarı – kentsel havzalarda büyük ölçüde hissetmekteyiz. Yıllara bağlı uzun dönemli ortalamaların özellikle yağış rejiminde ve yağış şiddetinde değiştiğini ve bu değişimin de havzalarda sel ve taşkın riskini arttırdığı bilimsel bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Taşkın riskinin artması, biyoçeşitlilik kaybı, kentsel ısı adası etkisi, su kıtlığı, aşırı hava olaylarından kaynaklı kırılganlığın artması ve bu olayların kent halkının sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri iklim değişikliğinin en önemli sonuçları olup buna bağlı olarak kentsel alanlar birçok zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. Kent içi doğal alanların sağladığı yararlar, çevresel dirençliliği, biyoçeşitliliğin korunmasını ve kentsel peyzajlarda genel ekolojik dengenin desteklenmesini sağlamaktadır. Kent içi derelerin ekolojik işlevinin gün ışığına çıkarılmasına ve çevresinin doğa temelli çözümler kullanılarak tasarlanmasına odaklanan “İklim Dostu Kentsel Dönüşüm” için fikir projeleri düzenlenmelidir.

DEPREMLER VE KENT DİRENÇLİLİĞİ:Ülke çapında ve kentimizde yaşamı durdurma kapasitesine sahip doğa olaylarından birisi olarak depremler özel bir öneme sahiptir. Depremlerin afete dönüşmeden atlatılması için kentsel dirençliliğinin yüksek olması gerekmektedir. Ülkemizdeki mevcut ortalama deprem yeterlilik algısı bina odaklı olup, bir sistem olarak kent dirençliliğini hedeflemekten çok uzaktır.

Son 100 yılda meydana gelmiş depremler ile hasar görmüş bina/yapı stoğu arasındaki ilişkiler analiz edildiğinde, doğal afet tehlikesi ile yerleşime uygunluk arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür. Fay Sakınım Bandı Kanunu veya Fay Yasası; yapılaşma yasağı veya yapılaşmaya kısıtlama getirilmesi esasına dayanır. Türkiye genelinde bugüne kadar tespit edilen diri fay sayısı 500’e ulaşmıştır. İzmir’in de içinde yer aldığı 24 ilimiz tam anlamı ile diri fayların üzerinde yer almaktadır. TMMOB içindeki tartışmalar sürmekle birlikte, fay yasasının çıkarılması, ülkemiz için yaşamsal önem taşımaktadır.

KIRILGAN İZMİR: İzmir, 30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan afeti ile sonuçları vahim bir uyarı almıştır. Unutulmamalıdır ki, 30 Ekim bir İzmir depremi değildir. Yaşanan hadise, yanlış yer seçiminin, denetimsiz yapılaşmanın bir sonucudur. Bu deprem, İzmir'in afetler karşısında ne kadar savunmasız ve kırılgan olduğunu bir kez daha göstermiştir. Yalnız yapı kusurları değil, plan kararlarındaki yanlışlar da yaşanan felaketin boyutlarını artırmıştır. Yıkımların ve hasarlı binaların yoğunlaştığı Bayraklı – Bornova bölgesi İzmir’in imar planlarına uygun olarak gelişen kesimlerinden olmasına rağmen yapılan ön incelemede bölgenin büyük bir kısmında jeolojik etütlerinin bulunmadığı, kalan kısmında da yapılaşma sonrası jeolojik etütlerinin yapılmış olduğu tespit edilmiştir.

“KENT Mİ?” Sergisinden pek beğendiğim bir İzmir fotoğrafları kolajı: Müge Yorgancıoğlu

YATIRIM ARACINA DÖNÜŞEN GAYRIMENKUL:  Türkiye kentlerinde kamu yararı yerine sermayenin talebiyle yürütülen planlama süreçleri, bilimsel bilginin yok sayıldığı yasal düzenlemeler, mevcut yasal düzenlemeye dahi uyulmayan denetimsiz bir yapı sektörü, finansal teşvikler, sosyal konut kampanyaları, imar barışı adı altında sunulan imar afları vb. işlemler aracılığıyla gayrimenkul, bir yatırım aracına dönüşmüştür. Bunun sonucu ise nüfus ve yapı yoğunluğunun oldukça yüksek; buna karşın sosyal ve teknik altyapı alanlarının ise yetersiz ve afete direncin olmadığı kent dokularıdır.

ŞEHİRCİLİK VE YER BİLİMLERİ YOK SAYILDI: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca yıkımların yoğun olarak yaşandığı Bayraklı İlçesindeki 7 adet bölgede depremden çok kısa bir süre sonra şehircilik ve yer bilimleri bütünüyle yok sayılarak hiçbir araştırma yapılmadan 5-6 katlı yapıların yapılacağı kamuoyuna duyurulmuş, bölgelerin bir kısmında imar planına esas jeolojik/jeoteknik etüt olmadan, parçacı ve bütünden kopuk plan değişiklikleri onaylanmıştır. Bayraklı rezerv alanı ise bilimsel dayanaktan yoksun ve çok hızlı bir şekilde evlerini kaybeden vatandaşlara kalıcı konut yapılmak gerekçesiyle “orman vasfı ve doğal sit statüsü” dışına çıkarılmış, TOKİ’ye devredilmiş ve imar planı değişiklikleri ile konut ve konuta hizmet edecek kullanım kararları oluşturulmuştur.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İlçe Belediyeleri eliyle planlama ilkelerinden uzak bir şekilde verilen emsal artışları ve “Mevcut Plandaki Durumu Korunacak Alanlar (K)” plan notu ile İzmir’de yeni felaketlerin kapısı aralanmıştır.

Merkezi ve yerel yönetimler tarafından ortaya konan “popülist ve serbest piyasanın koşullarını önceleyen politikalar”, mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin gerekliliklerini külfet olarak algılayan bir yaklaşım öngördüğünden, vatandaşların kendi kaderine terk edilmesine ve yeni felaketler karşısında kentlerimizin kırılgan bir yapıya sahip olmasına neden olmaktadır.

Afetlerde en büyük eksiklik ilk anlardaki koordinasyon eksikliği olmaktadır. İlk bir saat, sonraki 3 saat ve katları arama kurtarma için önemlidir. Afet bölgesinde ikamet eden yerel görevlilerin afet arama kurtarma görevlerine gidemeyecekleri de düşünülerek alınacak önlemler için çeşitli senaryolar düzenlenmeli, birden fazla yerde stok sahası ve yeterli elektrik malzemesi bulundurulmalıdır. Bunun yanı sıra açıkta kalanların kalabilecekleri yerlerin ve geçici sağlık ve aşevi tesislerinin elektrik ve aydınlatma çalışmaları önem kazanmaktadır. Elektrik altyapısının coğrafi koşullarımız nedeniyle afetlere de dayanıklı olması öncelikle enerji üretimi, iletimi ve dağıtımının deprem koşullarına göre yeniden gözden geçirilmesiyle başlamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, konut hakkının sağlanması ve gerekli tedbirlerin alınması devletin sorumluluğundadır. Ancak, deprem sonrası kamu idareleri tarafından tesis edilen işlemlerle, afet sonrasında hasar alan binaların yıkılıp yeniden yapılması serbest piyasanın işleyişine bırakılmış, mali gücü olanlar ile olmayanlar arasında bir ayrım yapılmıştır.

BARINMA KRİZİ:Bu kararlar sonucunda temel bir insan hakkı olan barınma hakkı açıkça ihlal edilmiş, yurttaşların çok önemli bir kısmı güvensiz konutlarda yaşamaya mahkum edilmiştir. Ayrıca, son yıllarda enflasyon oranını geride bırakarak artan konut kira ve satış bedelleri, öğrencilerin yurt bulamaması, çalışanların ücretlerine yapılan zam oranlarının enflasyonun gerisinde kalması, doğa kaynaklı afetler gibi olumsuzluklar özellikle emekçilerin barınma sorununun en görünür örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Son yaşadığımız depremler de, ülkemizde var olan barınma krizini daha da derinleştirmiştir.

Barınma sorunu; sermayenin uzun vadeli talep ve beklentileri doğrultusunda yıllardır uygulanan kamu yararını dikkate almayan politikaların sonucunda başta büyükşehirlerde olmak üzere ülkenin dört bir tarafında yakıcı bir şekilde etkisini göstermektedir. Sorun, barınma ihtiyacını karşılamaktan çok, konutun yatırım aracına dönüştürülmesidir. Kira bedellerindeki artışın çalışanların ücret artışlarının oldukça üzerinde gerçekleşmesi, toplumun büyük bir kısmının daha da yoksullaşmasına, barınamamasına neden olmaktadır. Kaldı ki emekçilerin ücretlerine yapılan artışlar, artan enflasyon karşısında çok hızlı bir şekilde erimektedir.

***

Deprem tehdidi altındaki İzmir kentinde, deprem öncesi alınacak önlemler ile hasar ve can kaybı da azalacaktır. Bu anlamda yapı stokumuzun durumunu tespit etmek de son derece önemlidir.

İmar affı gibi çağdışı bir uygulamadan ne yazık ki İzmir de payını almıştır. 30 Ekim depreminde yıkılan ve ağır hasarlı binaların 42'sinin imar affından yararlandığı ortaya çıkmıştır. Türkiye’de imar affı ile en fazla yapı kayıt belgesinin İzmir’de alındığı (332 bin) düşünüldüğünde olası depremlerde İzmir’in ne denli büyük bir risk ile karşı karşıya olduğu anlaşılacaktır.

***

Bu bildiriye önümüzdeki günlerde yeniden döneceğim

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Mustafa
 27 Şubat 2024 Salı 12:53
Şehiri planlamazsan olacağı bu, hatanın kimde olduğu çok belli. Kordonda yapılan yüksek binalar, merkeze sıkıştırılan kent, yeşil alanların azalması, kaldırımların iyice daralması, saymakla bitmez, kimin görevleri bunlar?..
 Güler Köstem
 27 Şubat 2024 Salı 10:49
Akılcı olmayan, populist politikalar ile her zaman duvara toslarsınız. Memleketimizde örneği çok. Ne güzel anlatıyorsunuz, dikkate alınsa…
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz