MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kelm, yaralamaktan gelmez, yara’dan gelir. Unutma bunu!
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
17 Haziran 2016 Cuma

Kelm, yaralamaktan gelmez, yara’dan gelir. Unutma bunu!

“Namaz kılmayanın hayvan, fikir açıklayan akademisyenin müsvedde, ana olmayan kadının yarım, haber yazanın casus, başlık atanın terörist, bir zamanlar destekleyip “askeri vesayeti kaldırmak”ta dayanak yaptığın dosyaları yayınlayanların 52 yıl hapis sanığı, kendi tayin edip kullandığın polis şeflerinin, hakim ve savcıların “terör örgütü”, karşıdaki herkesin hain olduğu bir memlekette…

Katliam da asılsız olur; ölenler, öldürülenler de haksız!

Bu hukuk terazisini en doğru, “LGBTİ Onur Yürüyüşü”nü, “tehdit”, yok öyle algılamayalım da, “asılsız tehdit” edenlerden biri özetlemiş:

“Biraz hukuk dışına çıkıyor gibi görünüyor ama hukuk dışına çıkıyor gibi algılamayın bunu.”

Öyle işte.

Biraz demokrasi dışına çıkıyor bu düzen ama demokrasi dışına çıkıyor gibi algılamayın bunu.

Biraz insan hakları dışına çıkıyor ama insan hakları dışına çıkıyor gibi algılamayın bunu.

Biraz temel hak ve özgürlükler dışına çıkıyor ama temel hak ve özgürlükler dışına çıkıyor gibi algılamayın bunu.

Biraz zıvanadan çıkıyor, muhakeme, akıl, vicdan, iman, insaf ve izandan çıkıyor ama sakın öyle algılamayın bunu.”

Sevgili Umur Talu’nun Habertürk’te bir çırpıda özetleyiverdiği şu ahval ile ‘bunlar kesin bizi tırlattırmaya çalışıyorlar’ diyenlerin hiç de haksız olmadığını ‘bilimsel’ bakışla ortaya koyan satırlara bakarsak eğer… 

Bu (ve benzeri) durumlardan yola çıkarak ‘tek ses odaklı lider’ söylemine maruz kalmamızı da hesap edip içinde bulunduğumuz ruh halini, toplumsal bunamayı ve iyiden iyiye hissedilen ‘Yeni Türkiye’ hissiyatını, yakın bir zamanda “Yeni Türkiye’ Sendromu, Tanıdan-Tedaviye” adlı bir kitap çıkaran psikiyatr Cemal Dindar’la konuşan Diken.com’dan Emrah Temizkan’ın sorusu üzerine diyordu ki Psikiyatr Dindar:

“Umutsuzluk duygusu ile her şeyin baskı aracı haline getirilmesi arasında dolaysız bir bağ var. Artık muktedirin dilinden dökülen her söz, eğer kendi hikayesini yüceltme içermiyorsa, ötekinin hikayesini değersizleştirmeyle sonlanıyor. Sonuçta bir yaptırım gibi algılanıyor. Oysa, muktedir kendi dünya görüşüne göre en olağan, olması gerekeni bildirdiğini düşünüyor. Ötekini görmeyen, hissetmeyen bir kibirle…

Kibir ise maruz kalan için en rahatsız edici ruhsal durumlardan biri. Değersizlik, çaresizlik, mutsuzluk… Ne kadar olumsuz duygusal yaşantı varsa hepsini getirebilir maruz kalana.”

Siyaset alanı tam bir işgal altında. 7 Haziran’dan sonra bu daha da bir ivme kazanmış, Suruç’tan, Ankara’dan, Sur’dan/Lice’den/Nusaybin’den/İdil’den/Silvan’dan/Derik’ten gelen fotoğraflar, aynı zamanda siyaset sahnesinin de içinde bulunduğu durumun fotoğrafları. Savaş bir yönetme biçimi haline gelmiş… Cumhuriyet Gazetesi’nde İngiliz Times’tan alınan haberde "Türkiye'nin doğusundaki uzak köşede devam eden bu saklı savaşın dineceğine dair pek işaret yok. PKK ve Türk devleti arasındaki son çatışmalar birinci yılına yaklaşırken ölü sayısı 2 bine yaklaşıyor" deniyor.

Ve bam teli, Dindar’ın satırlarında:

“Bir halk olacak mıyız, olmayacak mıyız? Asıl soru bu. Kardeşlik çok örselendi, insanların büyük bölümünün yaşadığı coğrafyaya hürmeti, gönül bağı, yurt sevgisi örselendi. Bunları ne onarır? Başka bir siyaset sahnesi ve örgütlenme dışında hiçbir şey.

Bu Habil-Kabil kutuplaşması bir an önce sona ermeli. Israrla karşımıza yerleşene seslenen bir dil lazım. Bu dilin görgüsü bu topraklarda var. Yunus gibi.”

82 yaşında, hala barış için çalışan, psikanalizin ‘nobelini’ almış Prof. Dr. Vamık Volkan’ın ‘divan’a yatırdığı Türkiye’yi dinleyin bir de:

“Diyelim ki Filistin’desiniz. Yolun ortasında, diğer Filistinlilere zulmeden bir İsrailli asker var. İsteğiniz, onu durdurmak. Fakat durdurmaya çalışırsanız başınız belaya girer. O vakit çaresizsiniz. Çaresizlik, yas sürecine girdiği zaman, içinizi öldürüyor. Aynı zamanda bir gün bu çaresizlikten kurtulmak için içinizde öfke birikiyor. Yas tutmak, kaybettiğiniz kişiye, onu düşünerek, bazen ağlayarak, bazen gülerek veda etmektir. Ona “Allahaısmarladık” demek... Normal yas süreci böyle bir şey. 90 yaşındaki büyüğünüz öldüğü vakit başka, 3 yaşındaki çocuğunuzu kaybettiğinizde başka... Çeşit çeşit yaslar var. Birisini gömüyorsunuz ama onun imajı, psikolojik ikizi kafanızda. O ikizi de gömmek lazım. Ama onu hemen gömmenin imkânı yok. Onunla yavaş yavaş, konuşa konuşa, hatırlaya hatırlaya, 1-2 senede vedalaşıyorsunuz. O zaman, her an aklınıza gelmiyor. Yas tutmak, kaybedilen kişinin ikiziyle ilişkinizi yavaşlatmak demek.

Çaresizlik, öfke varsa, onurunuz kırılmışsa yas tutma imkânı yok. Kaybettiğiniz kişi her aklınıza geldiğinde öfke duyarsınız. Böylece yas süreci komplikasyona girer. Türkiye’nin psikolojisi, birincisi kutuplaşma, ikincisi yas tutamama. Yas tutamıyoruz. Çok yayıldı. Milyonlarca kişi yas tutmada zorlanıyor.”

Çözüm?

“Nezaket gerekiyor” diyor Vamık Volkan; “Bir annebabanın nezaketi ve hürmeti... ‘Hep beraber bunun üstesinden geleceğiz’ diyecek. Talihliysek öyle birileri çıkacak. El uzatacak. Ama bugün politikacılar konuşunca kimse inanmıyor.”

Tespitler doğru, çözüm önerileri yerinde. De. Ortada ne bu kadim toprakların Yunus’u var, ne de bir anne babanın nezaketi/hürmeti ile ‘ortak dil’de buluşacak, hepimizi ötelemeden/itip kakmadan sarıp sarmalayacak politikacı.

Geriye ne kalıyor o zaman, bize?

Akıl sağlımızı zorlayan, tutunacak dal bulmak için elimizi attığımız her dalın kuruduğunu, içinin boşaldığını/çürüdüğünü görüp hepimizi içten içe korkutan bu durumlarda… Bunları ne onarır? Bunları tek onaracak olan başka bir siyaset sahnesi ve örgütlenme dışında hiçbir şey yoksa eğer?

Kendi adıma Hipokrat’a atfedilen tıbbın ilk kuralı “Primum non nocere” (Önce zarar verme!) ilkesini, kendime uyarlayıp ‘Önce zarar görme’ye çevirmek.

Bazen "Uçmak için kuş olmak gerekmiyor, Küçük sevinçler olsun yeter"  diyen canım Cemal Süreya’ya…

Bazen “Dünyada ne kadar fazla kötülük varsa, güzellik yaratmak için de o kadar sebebimiz var demektir” diye seslenmiş Tarkovski’ye sarılmak.

 “Nihayetinde acı çekebilme kudreti de yaşadığımızın delili. Bazen de böyle bakmak gerekir sanki” laflarına sığınmak.

“Ateist Tımarhanesi”nin “Deli olmayanları hiç anlamıyorum. Düşünsene deli değilsin” duvar yazısına gülmek.

Ve her yazı öncesi…

Yyanı başımdan ayırmadığım yazıyı okuyup kelimelerin yaralamaktan değil, ‘yara’dan doğduğunu unutmamaya çalışmak.

“Bilgiyi silah, kelimeyi mermi, dilini tetik yapma

Vurma kimseyi. Sokma kimseyi. Bilgi güç değildir, yalan! Bırak şu iktidar ağzını. Bilgin sorumlu kılar seni. Bilgin diğerlerine bağındır, bilgin derinliktir. Bilgin sorumluluğundur. Sen şanslı olansan, insandan yana kullan bunu, insana karşı değil.

Ezerken mi seviyorsun insanları? Nefret ederken sevebilmek mümkün mü? Sokarken dilinle insanları, yaralarını sardığını mı sanıyorsun sahi? Yoksa herkes daha fazla yaralansın mı istiyorsun?

Kelimeler niye verildi sana? Kelm, yaralamaktan gelmez, yara’dan gelir, yara’dan doğar. Unutma bunu!

Hak edeni yücelt, rekabet etme

Herkes kendi ruhuna yalnız koşar, unutma bunu.

Hak edeni yücelt, ne var bunda? Hatta bazen, mesela bir çocuksa karşındaki, hak etmeden yücelt ki hak etsin sonra bunu, hak etmeye heveslensin, böyle böyle hak etmeyi öğrensin.

Yazı yazar gibi, bir eser ortaya koyar gibi yaşa.

Yazı yazarken, bir eser ortaya koyarken yalnızsındır. Kendinlesindir ve kimseyle rekabet etmezsin. Belki de bu sayede en iyi işini koyarsın ortaya. Kendinle kalabildiğin için. Sır budur. Topluluk arasında da böyle ol sen yine. Kendinle ol, rekabet etme, inan bana o zaman insanlarla daha çok olacaksın, hatta neredeyse insanlarla “bir” olacaksın.

Rekabet kulvarlar yaratır, sınırlar koyar, duvarlar çeker. Oysa biliyorsun artık, rekabet etmeyince ne güzel oluyor insanlar. Gördün bunu, çok yakın bir zaman önce gördün üstelik. O parkta, o meydanda, herkes birbirini yüceltiyordu, herkes kendini bir sanat eserine adamış gibi çalışıyordu. O sanat eseri sadece park değildi, orada hepimiz hayata adamıştık kendimizi ve bir de açıklayamadığımız bir imana, belki derin bir manaya…

Kelm, yaralamaktan gelmez, yara’dan gelir, yara’dan doğar. Unutma bunu!

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz