MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Marangozluk'tan devlet sanatçılığına!
Mehmet KARABEL
YAZARLAR
8 Mayıs 2020 Cuma

Marangozluk'tan devlet sanatçılığına!

Alın yazısına gönülden inananlar...

Saati, zamanı geldiğinde...

Kader’in, kime “arkasını döneceği”ni...

Ya da...

Kime “öpücük vereceği”ni...

Az-çok tahmin ederler...

**

Zaman su gibi akıp gidiyor...

Aramızdan ayrılalı “beş yıl” olmuş bile...

Yaşasaydı...

Bugün 77 yaşında ve hala “kameranın en çok sevdiği” aktör olarak...

Alkışlarımızı toplayacaktı...

Sahi...

Hangimiz, O’nun “saf” gülüşünü unutabildik?

**

Hayatı boyunca kimseye...

“Ben Kıbrıslı Kamil Paşa’nın yeğeniyim!” filan diye hava atmadı...

İkinci Dünya Savaş’nın bitimine (1943) doğru...

İstanbul Şehzadebaşı’nda...

Eczacı ve kimyager Profesör Ahmet Reşat Alasya’nın...

Altı evladından biri olarak dünyaya gözlerini açtı...

Bebekken bile çok güzel gülüyordu...

**

Ailesi, O’nun çok iyi eğitim almasını istiyordu...

Robert Kolej’in orta bölümünü bitirdiği günlerde...

Çok sevdiği babacığını kaybetti...

Beş kardeşi ve çalışmayan bir annesi vardı...

Babadan kalan maaş hiç yeter miydi?

**

Okulu unuttu, çalışmaya başladı...

Rehberlik yaptı, turistleri gezdirdi...

Yetenekliydi...

Bir yandan da “tabelacılık” ve “marangozluk” yapıyordu...

Aslında...

Bir gözü de “tiyatro sahnesi”ndeydi...

Zevk için mi?

Ne münasebet!

Sadece...

Sahnede çok para var zannediyordu...

Büyülü sahne ışıklarının etkisinden...

Bir türlü kendisini kurtaramıyordu...

**

16 yaşındaydı...

O günlerde...

Milli Türk Talebe Birliği’nin...

“Birlik Tiyatrosu” çok popülerdi...

Üniversiteli gençler...

Alkış tufanını peşinden sürükleyen...

Birbirinden anlamlı, enfes oyunlar sergiliyorlardı...

Utanmayı, sıkılmayı bi’kenara bıraktı...

“Beni de alın aranıza!” deyiverdi...

O sırada...

Milli Türk Talebe Birliği’nin Tiyatro Bölümü Sorumlusu Metin Akpınar’dı...

Ve...

“Ben bu tiyatroda stajyer olayım, para filan istemem!” diyen...

Bu hikayenin kahramanından sadece iki yaş büyüktü...

“Tamam...” dedi, tiyatro sorumlusu...

Sarıldılar birbirlerine...

**

Aradan bir, bilemediniz iki ay geçti...

O akşam...

Hidayet Sayın’ın ünlü eseri...

“Pembe Kadın” sahnelenecekti...

Üstelik, “perde” demeye az kalmıştı ve...

“Pembe Kadın”I canlandıracak oyuncu ortada yoktu...

Rastlantıya bakın ki...

Öykümüzün kahramanı o gece kulisteydi...

Metin Akpınar...

Tiyatro aşkıyla yanıp tutuşan gence baktı ve kararını verdi:

“Pembe Kadın’ı oynar mısın?”

(Sahne sanatlarında çok eskiden beri kadın rolüne çıkan erkek oyuncu geleneği yaşatılıyordu... Bu rolün üstesinden gelenlere ise zenne deniyordu...)

Sonra...

O ikili bi’daha ayrılmadılar...

**

Zeki Alasya’nın...

San’at aleminde ilk rolünün “zenne” olacağı kimin aklına gelirdi ki?

**

Zeki Alasya’nın tiyatrodaki kaderi...

Haldun Taner’in Devekuşu Kaberesi’ne katılmasıyla değişti...

Sahneledikleri her oyun...

(Aşk Olsun, Beyoğlu Beyoğlu, Deliler, Yasaklar...)

Gişe rekorları kırdı...

O kadar tatlı ve iz bırakan komedi yapıyorlardı ki...

Memlekette...

Zeki ile Metin’i tanımayan kalmamıştı...

**

Zeki Alasya...

64 film çevirdi...

27 filmde yönetmen koltuğuna oturdu...

Dokuz filme senaryo yazdı...

Onlarca TV dizisini oyun gücüyle unutulmazlar arasına soktu...

Çok üretkendi...

Hayata “marangoz kalfası” olarak atılmış...

50’li yaşların ortasında “Devlet Sanatçısı” olmuştu...

**

Her güzel şeyin bi’sonu vardır, diyenler...

Hep haklı çıkar...

Ne’tekim...

Sinan Çetin’in “Propaganda” filminde...

Metin Akpınar önemli bir rol üstlenirken...

Belki de ilk kez...

Zeki’cik yanında yoktu...

Tablo acıklıydı, yolun sonu görünmüştü...

Çeyrek asırlık beraberlik...

Tarihe karıştı...

(Sadece son filmleri Rus Gelin’de birlikte oynadılar...)

**

Ayrılık...

Zeki Alasya’da tsunami etkisi yarattı...

Para deyince eli çok açıktı...

Hesabını pek tutturamıyordu...

Aslında...

Biraz da savurgandı...

Ticaret yapmaya kalktı...

İflas etmesi uzun sürmedi...

Borçları katlandı, tahammül edilmez hale geldi...

Gece gündüz arı gibi çalışıyordu...

O günlerde dostlarına hep şöyle diyordu:

“Çok yorgunum ama emekli olamam... Çünkü param yok... Param olmadıkça oynayacağım!”

**

O günlerde...

“Masonluk bir ahlak ve kardeşlik sistemidir” diyerek...

Mason oldu...

Masonluğa kabul edildiğinde...

Hala maddi sıkıntıları vardı...

**

Karaciğer yetmezliğinden hayata veda ettiğinde...

Türkiye...

Sanat dünyasının büyük bir ustasını kaybetmenin... Acısını yaşıyordu...

**

Bitiriyoruz...

Ağlarken güldürebilen...

Güldürürken ağlatan o Zeki Alasya var ya...

Hayatının son 40 yılında...

Dünyanın dört bir yanından...

Tam 1.170 adet “Buda Heykeli” topladı...

Muhteşem bir koleksiyon oluşturdu...

“Neden sadece Gülen Buda heykeli topluyorsunuz?” diye soranlara ne cevap verdi, biliyor musunuz?

“Çok sevimliler... Kendime benzetiyorum... Gerçekten de benziyorlar bana... Özellikle kulak memeleri neredeyse omuzuna kadardır... Benimkiler de bayağı uzun... Gülen Buda’lar şımarık bir figür... Benimle benzeşiyor... Budist değilim ama Happy Budaları çok seviyorum...”

**

O koleksiyon beş yıldır...

Rahmi Koç Müzesi’nde sergileniyor ve...

Gerçekten heykellerin tamamı gülümsüyor...

Büyük olasılıkla...

Bulutların üstünden bize bakan Zeki Alasya gibi...

Nokta...

Sonsöz: “Birgün Oscar ödülünü alacacağız... O zaman ben yaşamıyor olursam, (Zeki demişti) dersiniz... / Zeki Alasya - Aktör, yönetmen...”

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz