MENÜ
İzmir 17°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Milli sakız…
Suavi YARDIMOĞLU
YAZARLAR
1 Eylül 2016 Perşembe

Milli sakız…

Futbol direktörümüz Fatih Terim’in radikal kararlarını, yine kendisine özgü biçemiyle , bir, basın – teknik heyet savaşının kamuoyuna izdüşümü şeklindeki bir sunumla aktardı ve yeni döneme başladık.

Yapılan işlerin ve alınan radikal kararların üç aşağı – beş yukarı doğruluğunu, yıllar sonra karşılaştığımız Rusya önünde  skor ve futbol etkinliği açısından çok verimli olmasa da gördük. Yeni bir umuda yolculuk başladı.

Öyle ya… Yıllarca Rusya maçı denince aklımıza 16 Ekim 1966… 2-0’lık Rusya zaferi ve Moskova Panteri Ali Artuner geldi bizim kuşağın.

Işıklarda uyusunlar… Yeni yitirdiğimiz Berlin Panteri Turgay Şeren jest olarak 51. Ulusal maça çıkarıldıktan sonra, yerini, rakip ataklara duvar olarak, o gün “Moskova Panteri” lakabını alan efsane kaleci Ali Artuner’e bırakmıştı. Efsane Göztepe’nin “İngiliz”i Nevzat Güzelırmak’ın üç Göztepeli’den biri olarak yer aldığı ay – yıldızlı onbir Galatasaray’dan Talat Özkarslı, Ayhan Elmastaşoğlu (eski Altaylı), Fenerbahçe’den Yılmaz Şen, Ercan Aktuna, Şeref Has, Ogün Altıparmak (eski KSK’li),  Beşiktaş’tan Fehmi Sağınoğlu ve Faruk Karadoğan’dan oluşuyordu. Üç büyükler karmasının arasında üç Göztepeli, bir eski Karşıyakalı, bir eski Altaylı… İki İzmirli  yaşayan futbol efsanesi Göztepeli Fevzi Zemzem ve Ayhan Elmastaşoğlu’nun golleri sadece skor tahtasına değil, tarihe yazıldı 2-0’lık Rusya zaferi olarak.

Yıl 2016… Sovyetler Birliği çoktan tarihin tozlu yaprakları arasına karışırken, Rusya Federasyonu’nun ulusal temsilcisi eski günlerdeki kadar olmasa da Avrupa Futbolu’ndaki yerini koruyor. Fizik güce dayalı, doğrudan kaleye inen ve bulduğunda pozisyonu affetmeyen stiliyle üç aşağı beş yukarı yine zirveye yakın.

Daha yeni Avrupa Şampiyonası’nda çıktılar ve elenmeleri öyle normal de karşılanmadı. İşte böyle bir ekip karşısındaydık.  Antalya’da, ay – yıldızlı gelincik tarlasının arasındaki,  dost mavi-beyaz-kırmızılı Rus bayraklarının gölgesindeki, Terim’in yeni jenerasyonu ışıltılar saçtı.

Dedik ya… Sunum yanlıştı. Bugün dünyanın en büyük futbolcularından Messi’nin de Ulusal Takım performansı sorgulanıyor. Hatta kendisi de bu süreci değerlendiriyor ve özeleştiri yapıp;  “Ulusal Takım’ı bıraktım” diyebiliyor. Bir süre sonra da kararını gözden geçireceğini söylüyor. Ama ne Arjantin teknik heyeti, “Bana değil Arjantin Halkı’na karşı sorumlu” diyor. Ne de esrarengiz gizli suçlamalarla karşı karşıya kalıyor. Gazetecilere “Siz daha iyi bilirsiniz, Şili maçında  yaşananları açıklayın” göndermesinde bulunuyor.

Açıkca söylersin; “Ben yepyeni bir Ulusal takımla yola çıkıyorum. Benim hedeflediğim takımda Arda, Burak, Selçuk, v.d. yok. Bu benim kararımdır. Yetenekli bir çok gencimiz var. Forma artık onlarındır” diye…

Polemiğe, insanları prim tartışmaları, ya da transfer söylemleri, ya da bireysel anlaşmazlıklar üzerinden gizli gizli “vatan haini” ilan etmenin, yeni bir bir döneme başlarken, rotayı, yapılacaklara çevirmek yerine dikkati yeniden kayıkçı kavgasına çekmenin , anlamı ne? Keser atarsın, biter.

Bunlar Fransa’nın ardından günlerce konuşuldu. Isıtıp ısıtıp kamuoyunun önüne atmak, kendi içine ukde olanları da tekrar tekrar gündeme getirmek ortamı yeniden germek, Terim – Basın - Futbol Kamuoyu  hesaplaşması olarak filmi yeniden vizyona koymak iş mi? Yapılan iyi niyetli eleştirileri de, soysuz küfür- hakaret alçaklığı ile aynı kefeye koymak doğru mu?

Bu madalyonun bir yüzü. Ancak öbür tarafı çevirdiğinizde ve spor kültürümüzü  irdelediğimizde tüm bunları yutmanız gerekiyor.

Son dönemde Nuri Şahin başta olmak üzere Avrupa’daki değerlerimizden Ulusal Takım çatısı altında gerektiği gibi yararlanamadık. Tam Emre Mor gibi, Messi ayarına çıkabilecek bir yetenek bulmuşken, ertesi gün haber:

“Ulusal Marş okunurken sakız çiğneyen Emre’ye tepki… Milli marşı bilmiyorsun bari sakız çiğneme!”

Olimpiyatlarda bırakın Ulusal Marşı söylemeyi, tek kelime Türkçe bilmeyen güreşçiler, halterciler, atletler, masa tenisçiler, Rusça, Portekizce, İngilizce ve Türkçe olmayan dillerde  röportaj verirken, ses çıkarmayacaksın.  İş Emre’ye gelince bir anda ulusalcı kesileceksin. Avrupa futbol kamuoyunun gözünü çevirdiği bir performansın ardından yıpratmaya çalışacaksın.

Emre Mor, tüm Avrupa’nın, belki de dünya futbolunun  gündemine otururken, Dortmund gibi bir Alman devi beş yıllık sözleşmeyi gözünü kırpmadan önüne uzatırken, ay-yıldızlı formayı seçmekle, en büyük vatanseverlik örneğini göstermiştir. Emre, yarın öbür gün inanılmayacak yerlere geldiğinde, Mesut’un arkasından bakıp iç geçirdiğimiz gibi, bizi ulusal bir gururdan mahrum etmeyecek seçimiyle, zaten doğup büyümediği bu topraklara en büyük ulusal armağanı bağışlamıştır.

Kaldı ki, sakız çiğnemek Megastar Tarkan’ın ünlü şarkısında bile aşağıladığı gibi bir hafiflik göstergesi değildir. Özellikle spor alanlarında konsantrasyonu arttırmak, beyne daha fazla kan gitmesini sağlamak, stres atmak ve daha bir çok yararı bilim adamlarınca belirtilen sportif bir katkı eylemidir.

Ama bunu anlamak bizde ender rastlanan bir spor kültürü gerektirir. Sakız çiğneyen bir sporcuyu, hele Emre gibi Türk futbolun yeni umudunu, hafiflikle suçlamak spor kültüründen yoksun beyinlerin ürünüdür. Sporcunun yetiştiği ortamı göz ardı ederek,  sınır tanımaksızın, sonuçlarını düşünmeksizin, sadece kendi yaşama biçimine uymadığı için, insanoğluna hiç hata yapma hakkı tanımayan zihniyetin,  bir değeri gönüllerde darağacına çekme sığlığından başka bir şey değildir. Bunu sütunlara ya da ekranlara yansıtmak da kimse kusura bakmasın ama gazetecilik değil “jurnalcilik” dir.

Gelelim Ulusal Takım ve İzmir’e…

Yıllar öncesi İstanbul Muhtelit’inin (karması) arasındaki İzmirliler’i yukarıda belirtmiştik. Şimdi Rusya Zaferi yaşamadık ama, yine de Altınordu’dan Frieburg’a giden Çağlar’la bir kez daha gururlandık. Avrupa’nın, Afrika’nın ikinci- üçüncü sınıf savunmacılarına milyonlarca euro sayılarak,menajerler zengin edilirken, İzmir’den yetişmiş bir Türk çocuğunun hem Avrupa’da, hem de ay-yıldızlı forma altında kendini kanıtlaması müthiş bir duygu. Başkanından yönetimine, teknik heyetinden camiasınaAltınordu’da emeği geçenlere teşekkürler.

Bir başka gurur kaynağımız daha 15-16 yaşında Altay formasıyla ışıldayan günümüzün Trabzonsporlusu Okay Yokuşlu oldu.

Recep Onur Kıvrak… Yeşilova’da yetişti. Karşıyaka onu vitrine sürdü.

Salih Uçan… Seyit Mehmet Özkan’ın desteğiyle Buca Futbol Akademisi’nde yetişti. Fener’e, oradan Roma’ya gitti.

Bizim kuşak Ulusal (A) Takım’da İzmirli gururunu ancak çocukken yaşayabildi. Efsaneler kuşağının  ardından belleğimizde kalanlar Fuji Mehmet, Özer Yurteri, Muharrem Gürbüz, Hakan Kutucular ile süren sinsile giderek yok olup giderken, “İstanbul’a gitmeden Ulusal forma haram” klişesi  İzmirli futbolcular arasında yerleşti.

Dileriz bundan sonra Ulusal teknik heyetin cesur seçimlerinin de etkisiyle, kulüplerimizin kendi değerlerini koruyarak, yeni simge isimlere dönüştürme duyarlılığı ve özverisiyle İzmir kulüplerinden Ulusal (A) Takım’da futbolcu da görürüz.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz