MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Milli uzlaşma uluslararası kararlarla çelişirse...
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
20 Şubat 2017 Pazartesi

Milli uzlaşma uluslararası kararlarla çelişirse...

Sıklıkla 1921 Anayasası (Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu)’na atıfta bulunduğum için 1924 Anayasası’na neden gerek duyulduğunu açıklamamı isteyenler var:

Osmanlı Devleti; Birinci Dünya Savaşı’nda tarihte az görülen yenilgilerden birini yaşadı. Kalan bir avuç toprak da Mondros Mütarekesi gerekçe gösterilerek işgal edildi.

Milli Mücadeleyi başlatacak bir ekonomimiz yoktu. Bu nedenle Milli Mücadeleyi başlatan kadronun Rusya, İtalya, Fransa ve İngiltere ile anlaşması kaçınılmazdı.

-Rusya’nın silah, mühimmat, giyim, uçak ve altın yardımı… 

-Fransa’nın silah ve uçak yardımı…

-İtalya’nın silah, mühimmat ve lojistik yardımı…

-İngiltere’nin silah depolarının soyulmasına göz yumması, en güçlü devlet olmasına rağmen Kuvayı milliye güçleriyle hiçbir yerde çatışmaya girmemesi…

-Trakya ve İstanbul’daki Yunan kuvvetlerinin silah kullanmaması…

-Kuvayı Milliye güçlerinin de Rus, İngiliz, İtalyan, Fransız ve İstanbul ve Trakya’daki Yunan kuvvetleriyle çatışmaması… büyük uzlaşmanın kanıtları olmalıdır.

Ya Türkiye diye bir devlet kurulmayacaktı ya da dünyanın güçlü devletleriyle bir şekilde uzlaşılacaktı.

***

1921 Anayasası ne kadar iyi olursa olsun, Birinci Dünya Savaşı’nda yenildiğimiz devletler bunu dikkate almadılar! Ankara, yeni bir devlette karar kılınca Lozan gündemi, her şeyin önüne geçti.

Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası ile dünyanın tanıdığı ve uluslararası hukukta yeri olan ve asli unsuru Müslüman olan yeni bir devlet olarak kurulabildi.

Alınan kararlardan dolayı Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’yü eleştirenlere şaşıyorum, çünkü eleştirilerinde samimi değiller. Samimi olsalardı, sonraki yıllarda 1921 Anayasasını esas alan yeni bir anayasayı hazırlayabilirlerdi.

Kimse bunu denemedi!

Ama eleştirmeye devam ettiler!

1921 Anayasasını geri getirelim demek bir yana; tam tersini yaparak, daha sorumsuz anayasa hayalleri kurulmaya başlandı.

Bunu defalarca yazdım: 

Mustafa Kemal ve İsmet İnönü diktatör idiyse biz İslâmcıların “Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir” deyip 1921 Anayasasında olduğu gibi;

1-Cumhurbaşkanı veya devlet başkanının olmadığı,

2-Meclis başkanlığının en üst makam olduğu,

3-Meclis hükümeti,

4-Meclis’in seçtiği başkomutan,

5-Meclis’in seçtiği bakanlar,

6-Meclis’in uzlaşma ile hazırladığı bir anayasa teklifinde mi bulundular?

Hem 1921’den daha uzlaşmacı ve katılımcı bir rejim teklifinde bulunmadılar hem de 94 yıldır Mustafa Kemal ve İsmet İnönü hakkında söylenmedik söz bırakmadılar.

Paşaları eleştirenler milli iradeye güvenin en ileri noktası olan “… bilâ kaydü şart…” tan daha iyi bir söz de söyleyemediler.

***

1921 Anayasası çok mu eskilerde kaldı?! 

Dünyanın şu an yürürlükte olan en eski anayasası olan ABD Anayasası, 17 Eylül 1787’de resmiyet kazandı. Geçen 230 yılda ancak 12 küçük değişiklik yapma ihtiyacı duyuldu.

Oysa; 1787’de ABD toplumu henüz bir gelenek oluşturamamıştı. Türkler gibi güçlü devlet gelenekleri de yoktu. 17 imparatorluk kurup 17’sini de batırmamışlardı.

ABD toprakları uçsuz bucaksızdı ancak nüfus henüz on milyon bile değildi. Dünya çapında bir yazar, bilim insanı, filozof, hukukçu, iktisatçı… da yetiştirememişti…

Dünyadan habersiz ortalama insanların 1787’de hazırlayıp yürürlüğe koyduğu anayasa, 150 yıl sonra 1945’de ABD’yi süper güce dönüştürebildi.

Bizim “…eli kolu bağlayan…” dediğimiz ABD başkanlık sistemi, yüzlerce farklı etnik kökenli bir topluluğu 8-9 milyondan 320 milyona, ABD’yi de süper güç düzeyine ulaştırabildi.

***

1921 Anayasasının modası geçti demek bize özgü bir ilericilik olmalı!  Oysa 1921 Anayasası; gördüğümüz ve göreceğimiz en geniş katılımlı demokratik bir anayasaydı. Bu anayasada “başkent belli değildi, devrimler de yer almamıştı” demek, ancak bilgisizlikle açıklanabilir.

Devrimler anayasaya 1937’de yazılabildi!

Bu maddeler 1921 Anayasasına da yazılabilirdi ve bir sorun da çıkmazdı. 

***

Her anayasa metni zaman içerisinde “uzlaşılarak” değiştirilebilir. Ayrıca gerekli olduğu düşünülen her yasal düzenlemenin mutlaka anayasada ayrıntılı bir şekilde yer almasına da gerek yoktur. ABD’nin 1787 Anayasası hala yürürlükte ise 1921 Anayasasını kolayından çöpe atmak doğru olmasa gerek.

İngiltere; dünyanın ilk global imparatorluğu olduğunda yazılı bir anayasası yoktu, şimdi de yok!

***

Biz neden böyleyiz?

Yönetmelik değiştirir gibi anayasa değiştiriyoruz.

Neden beceriksizliklerimizi ilk fırsatta anayasaya bağlıyoruz?!

Hukuktan çok mu anlıyoruz?

Çok mu hukuk düşkünüyüz?!

-M.Ö.450’deki Romalı köleler kadar hukuktan anlamadığımız kesin!  

-Aradan geçen bin yılda müthiş fıkıh külliyatını yok sayacak kadar İslâmiyet fukarası olduğumuz da tescillendi!

-18 maddelik anayasa değişikliğinde neden “bireysel haklar ve özgürlüklerle ilgili bir madde yok!” sorusunu akledecek Âlem-i İslâm’da kimse kalmadığına göre herkes özgür iradesi ile “Evet!” diyebilir!

Bence “Evet!” diyebilir

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Alper
 23 Şubat 2017 Perşembe 14:25
Gerçeği/Hakikati bilmeyince, cahil olunca; kendini ve sabrı da bilmez insan. Türkiye de sürekli yeni bir şey denemeye çalışır, uzun vadeli düşünemez/plan yapamaz, sabırsızdır. Eğitim sistemi de güzel bir örnektir. Ortalama 2 yılda bir sistem değiştirilir. Oysa eğitimde de bir sistem oluşturup, onu güncelleyerek ve sabırla uygulayıp, bir nesil sonra karşılığını alacaksınız. Bu arada Harun Bey'den, Lozan Antlaşması sürecinde devreye giren istanbul yahudilerini de dinlemek isteriz. Onların Avrupa'daki kardeşleri ile hangi planları/antlaşmaları yaptığı ve bu sayede tavizleri batı devletlerinden koparabildiğimizi. Sonra anlaşıldı tabi, bir milleti/devleti ele geçirmek, sömürgeleştirmek için işgal etmelerine gerek yoktu. Harun Bey; egemen/firavun güçlerin, Cumhuriyetin ilk yıllarında bizim eğitim sistemimize nasıl etki ettiklerini ve bu yolla içine nasıl ettiklerini de anlatırsanız çok seviniriz. Allah razı olsun.
 Alper
 22 Şubat 2017 Çarşamba 09:56
Gerçeği/Hakikati bilmeyince, cahil olunca; kendini ve sabrı da bilmez insan. Türkiye de sürekli yeni bir şey denemeye çalışır, uzun vadeli düşünemez/plan yapamaz, sabırsızdır. Eğitim sistemi de güzel bir örnektir. Ortalama 2 yılda bir sistem değiştirilir. Oysa eğitimde de bir sistem oluşturup, onu güncelleyerek ve sabırla uygulayıp, bir nesil sonra karşılığını alacaksınız. Bu arada Harun Bey'den, Lozan Antlaşması sürecinde devreye giren istanbul yahudilerini de dinlemek isteriz. Onların Avrupa'daki kardeşleri ile hangi planları/antlaşmaları yaptığı ve bu sayede tavizleri batı devletlerinden koparabildiğimizi. Sonra anlaşıldı tabi, bir milleti/devleti ele geçirmek, sömürgeleştirmek için işgal etmelerine gerek yoktu. Harun Bey; egemen/firavun güçlerin, Cumhuriyetin ilk yıllarında bizim eğitim sistemimize nasıl etki ettiklerini ve bu yolla içine nasıl ettiklerini de anlatırsanız çok seviniriz. Allah razı olsun.
 Hüseyin Kayahan
 21 Şubat 2017 Salı 22:06
Harun bey; İyi anayasalar ancak Yakub'un torunları tarafından yapılabildi...? Amerika'nın keşfi ile ABD anayasasının yapılması arasında geçen sürede, altına hücum furyasıyla birlikte, Yakub'un torunlarından da bir kısmı Amerika'ya gitmişti. Aradan geçen 250 seneden sonra, tarihten devraldıkları miras ile bir anayasa yapılmasına onlar öncülük ettiler. 2000 kusur yıl önce de Yakub'un torunlarından Kıbrıslı Zenon, Romalılar'a "12 Levha Kanunlarını" hazırlamıştı. Bir bilgim yok, belki İsviçre'nin anayasasını yapan Herzog da Yakub'un torunlarındandır. Osmanlı'da, Tanzimat'a geçişimizde de, yine Yakub'un torunları ileri saflardaydılar. İyi bir anayasa yapmak için biz de onlardan ilim adamları mı bulsak ne..!? Aslında onlara ihtiyacımız olmasa gerektir. Zira onlar, (yani, Yakub'un torunları) bu geleneği, dedeleri İbrahim'in babası olan "Tareh"ten" almışlardı. Tareh, Türkçe kökenli bir kelime olup, "TÖRELİ" demektir. Bu onun lakabıdır. Tevrat kelimesi de aynı köktendir ve "TÖRELER" demektir. Kuran'da İbrahim'in babası için coğrafi aidiyetine nispetle "Azer" (Hazarlı, Azeri, vb) lakabı; Tevrat'ta ise sosyal aidiyetine nispetle "Terah" (töreli, Türk, vb) lakabı kullanılır. Töre; yazılı olmayan anayasa demektir. Bugün bile, Doğuya doğru gittikçe bunun farkındalığı artar. Ya İngilizler gibi yazılı olmayan TÖRE ile yaşayalım; ya da uzak kuzenlerimizin becerdiği gibi, İslam kültürünün bizlere kattığı katkıları da harmanlayarak, 1921 de yakın atlarımızın ittifakla yaptığı bize ait, bize özgü, özgün olan anayasadan başlayalım. Ondan sonra gelenler hep dayatma, hep vesayet anayasalarıdır. Saygılarımla. H.Kayahan
 Latif Eryol
 20 Şubat 2017 Pazartesi 14:07
Anayasa tartışmalarında konuşulanların dışında, konuşulmayan ve es geçilen eleştirilerinizi bizimle paylaşarak farkınızı ortaya koyuyor bizim de ufkumuzu açıyorsunuz
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz