MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Nerede kalmıştık…
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
1 Eylül 2015 Salı

Nerede kalmıştık…

“… Ne zaman keyifli bir yazı yazma gayretiyle otursam bilgisayar başına, parmaklarımın beni dinlemediğini;
Sanki keyifli/ıslık çalan bir yazı yazsam, ülkeme/kendime ihanet ediyormuşum duygusuna kapıldığımı fark ettim tuhaf şekilde. Ülkemin gündemi bu kadar karanlık, bu kadar kasvetli, bu kadar dağınıkken, benim oturup ‘içinden güneş geçen bir yazı yazmaya hakkım yok’ diye düşündüğümü hissettim şaşırarak. Tuhaf ve şaşırarak diyorum; çünkü benim ülkemde sular ne zaman duruldu ki?
Benim ülkem benim gençliğimde iki askeri darbe yaşadı.
Benim lise yıllarımda, bu ülkede darağaçlarında gençler sallandırıldı. (ki şimdi tv dizileriyle özür dileniyor onlardan!)
Benim lise/üniversite yıllarımda, sokaklarda her gün onlarca genç öldürüldü.
Benim çalışma hayatımın ilk yıllarında onlarca insan katledildi bir gecede Kahramanmaraş’ta.
Benim ülkemde bir gecede binlerce insan toplanıp evlerinden, adressiz sorgulara alındı, işkence gördü, kayıplara karıştı, yıllarca cezaevinde çürüdü. Yaşı küçük bir çocuk mahkeme emriyle büyütülüp asıldı, bir sağ’dan 10 sol’dan toplanan insanlar, ‘beslemeyip asalım’ naralarıyla sallandırıldı.
Benim ülkemde onlarca aydın kara bir gecede Sivas’ta yakıldı ve yangın yerine bir ‘kebapçı’ açıldı şaka gibi.
Ve ülkemin hayatından ‘ekonomik kriz’ zaten hiç çıkmadı.
 
Bütün bu çalkantılara/darbelere/krizlere rağmen (son yıllar hariç) şiir okumayı hiç unutmadığımı hatırlamak da şaşırttı beni, tuhaf geldi, düşündürdü.
Ruhunu şiirle yıkamayı çok seven, bazen Nazım Usta’nın, bazen Atilla İlhan’ın, kimi zaman Can Yücel’in, Orhan Veli’nin, Ahmet Akif’in mısralarıyla yüreği soğuyan, gülümseyen..
Kimi zaman o mısraların verdiği coşkuyla/hazla küllerimden doğan ben; şiiri neden, nasıl olur da unutmuşum?
O mısralardaki yaşama sevinci yaşama sevincim, o mısralardaki hüzün hüznüm, o mısralardaki incelik hayatı anlama sanatım olmuştu oysa. Yıllar yılı…
Ruhum dolmuş/doymuş muydu ki şiirle arama duvar çekmiştim?
Asıl böyle iç karası günlerde sarılınması gerekmiyor mu o mısralara, o mısralardaki yaşama/yaşatma sevinçlerine, o mısralardaki dirayete/güce?
Şimdi değilse ne zaman okuyacağız o şiirleri?
 
Kavgaysa kavga, aşksa aşk, ihanetse ihanet, küfürse küfür…
Her neyse yaşadığımız/yaşattığımız içimizdeki; panzehirini de şiirlerde bulacağız/bulmalıyız deyip şiirin (ve resmin) B vitamini Bedri Rahmi’den başladım okumaya. Yeniden. Yenilenmek, inadına gülümsemeyi unutmadan yaşamak için.
Her şiirini çok sevdiğim bu şairin, bugünkü ruhuma denk düşen şiirlerinden bir demet yaptım size. Belki uzanıp içinden bir gonca da siz takarsınız yakanıza diye düşündüm.
(…)
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be.
Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernuş
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
 
KİMİ
Kimi güneşle düşünür
Van Gok olur
kimi yağmurla düşünür
Şopen olur.
kimi iki kere ikiyle…
Aynştayn olur…
kimi de sadece insanlarla düşünür
ama sadece insanlarla
işte o eşşoğlueşşek
adam olur, adam…
 
(…) Bu canım dünyanın orta yerinde
Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
Yalan mı?
Gözünü sevdiğim karıncalar
İşte: hamsiler sürü sürü
Arılar bölük bölük geçer
Leylekler tabur tabur
Ya bizler? Eşref-i mahlukat!
Boğazımıza kadar karanlığımıza gömülmüşüz.
Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
Bizler sürü sepet
Yalnız birbirimizi öldürmüşüz…”
 
1 Mayıs’ın ‘ileri demokratik’ biçimde kutlanışının tazyikli sularla ve biber gazlarıyla şenlendirildiği(!) 2008 Mayıs ayında, kalabalığı sendika binasına hapseden polis vahşetini televizyon ekranlarından izledikten sonra kaleme almışım bu yazımı, 7 yıl önce…
1977 Taksim meydanında 1 Mayıs katliamının izleyicisi olup da dehşeti ta yüreğinde hissetmiş biri olarak, yıllar boyu onca demokratik haykırışa, onca ödenen bedele rağmen 2008’te yine/yeniden yaşananlara isyan etmişim. O yıllarda çalıştığım Diva’da, ‘bu derginin alıcısı gününü gün eden insanlar’ dememiş, veryansın etmişim kızgınlığımı/hayal kırıklığımı/içimin acısını…
 
Urla’da, aylak bir günde eski dergileri karıştırırken rastlaştığım 7 yıl önceki yazım, kendime panzehir oldu bir manada, ne garip… ‘Elde mendil, acı çekenler halayının başıymışsın yine!’ diye mırıldanıp…  ‘Nihayetinde acı çekebilme kudreti de yaşadığımızın delili. Bazen de böyle bakmak gerekir sanki’ derken bulmak kendimi. Sanırım geri dönüşün ilk işaretiydi…
*
“Daha iyi bir dünya, daha insanca bir yaşam için çıktığımız, binlerce engel ve engerekle karşılaştığımız şu yolda, vara vara vardığımız yere bakıp isyan ediyor kalbim.
Gencecik güzelim çocukların parça parça edilişinden, bu katliamlardan hiçbir sorumluluk duymayanların varlığından benim yüzüm kızarıyor.
Çaresizlik duygusunun yarattığı öfkeden dilim/elim tutuluyor.
Hansel ve Gretel misali geçtiğimiz yollara çakıl taşı değil, ekmek kırıkları attığımızı, kırıkların alıcı kuşlarca yenildiğini, o çocuklar için hiçbir şey yapamadığımızı (bir kez daha) görüp… 
Her yanımızı sarmış, bataklık gibi kımıldadıkça bizi daha da içine/derine çeken ülkenin her karesine dağılmış nefret ikliminden, sadece kendi cenazesine (üstelik sahte) gözyaşları döken insanların varlığından yorulmuş biri olarak üzgünüm çok
Yazmak için umut gerekiyor, ben şimdi umut biriktirmeye çekiliyorum. Biriktirebilirsem izin olur biriktiremezsem veda” deyip yazmaktan uzaklaşalı bir ay oldu.
Bir ayda ne umudu çoğaltan bir ülke oldu bu ülke, ne de daha mutlu yaşanacak bir yer…
Günler her gün ölüm haberleriyle geldi, bayrağa sarılı tabutlar sıra sıra dizildi, anaların babaların ağabeylerin ablaların kahırları kederleri isyanları kulaklarımızdan hiç eksilmedi… ‘Hiçbir ana baba evladını toprağa vermesin, mezarına toprak atan olmasın’ yakarışları bir kez daha karşılıksız kaldı bu semada…
Yine de döndüm.
Giderken, aklımdan tek geçen gitmek, bir an önce uzaklaşmaktı. Sadece çok üzgün değil, çok da öfkeliydim çünkü.
Öylesine öfkeliydim ki, aklıma söz geçirecek söz bulamıyordum.
Öyle zehirli bir gündem ki, dilimin zehirlenmesinden, onlara benzemekten korktum!
Beni gazetecilik yapmaktan uzaklaştıracak kızgınlığımdan kaçtım.
‘Yazmasaydım deli olacaktım’ diyen Sait Faik’e inat, ‘deli gündemde yazarsam deli olacağım’ dedim.
Giderken ne dönmek, ne dönmemekti düşüncem.
Tek düşüncem vardı sadece, uzaklaşmak, dünyanın kenarına çekilmek.
Çekildim.
Direnç şurubu, unutma hapı, dirayet şerbeti gibi bir icat henüz olmadığı için eski sükunetime kavuşabilmek için fişi çektim.
Şiirlere/kitaplara/müziğe/yalnızlığa vurdum kendimi.
 
Şimdi buradayım.
Hala umutla umutsuzluk arasında gidip gelsem de, dilim hala ‘iyiyim’ demeye utansa da, heybem umutla dolup taşmasa da…
Yazı yazabilecek kadar enerji biriktirebilmeyi başardım.
Börek yapmayı bilmesem de hala yazabiliyor olmamdan hoşnudum.
Bu vesileyle, yufka açamamama, sarma bile saramama rağmen beni hala boşamayan, yazı yazmamı el açması böreğe tercih eden eşime,
Tekrar yazmam için yüreklendiren okura,
Ve sahici dostlara, ‘sensiz olmaz Gönül Abla’ diyen güzel insanlara, Ümit ve Fahrettin’e, Egedesonsöz Aileme müteşekkirim. Hoş bulduk.    
 
 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 
 4 Eylül 2015 Cuma 02:57
Hoşgeldin Gönül abla.
 Hatice
 2 Eylül 2015 Çarşamba 13:13
Hoşgeldiniz sizi kaleminizi çok özlemiştik
 ALİ OSMAN ÖĞMEN
 1 Eylül 2015 Salı 21:29
GÖNÜL BİZLERİ GEÇ .CEMAL DE BİZLERDE SENDEN BÖREK , SARMA İSTEMİYOR /İSTEMİYORUZ.AMA KALEMİN DEN MAHRUM ETME / DİĞİN İÇİN TEŞEKKÜRLER.SEN BAŞKA TÜRLÜ MUTLU OLAMAZSIN.HOŞ GELDİN.İYİ Kİ GELDİN.İYİ Kİ VARSIN
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz