MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ortaçağ karanlığını aydınlatan Müslüman
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
8 Mayıs 2018 Salı

Ortaçağ karanlığını aydınlatan Müslüman

Ege’de Son Söz Portalimizin yazarları memleketin siyasi gidişatını mükemmel yazılarla değerlendiriyorlar. Ben de siyasi bir şeyler yazmak için ekran başına geçiyorum ama nafile. O nedenle bugün size başka önemli bir İslami kimliğin üzerinden günümüzü anlamaya çalışalım diyorum. Belki de günlük siyasete böyle katkımız olur.

***

Bir Kordoba seyahatinde İbn Rüşd’ün heykeline rastlayınca, İslam gelenekleriyle Yunan düşüncesini bütünleştiren bu büyük din filozofuna selam durduğumuzu hatırlıyorum. Hatta ülkemizde pek kadrinin kıymetinin bilinmediğini konuştuğumuzu da… İbn Rüşd, ilk kez bizim Assos-Behramkale’de şekillenmiş olan Aristo (Aristoteles) felsefesini ve Platon’un görüşlerini, kendi döneminde (yani neredeyse 1200 yıl sonra) savunmuş ve yaymaya başlamış. Bu anlamda verdiği eserlerle, Batı düşüncesini de yüzyıllar boyunca etkilemiş.

Şimdi biraz Assos’tan da söz edelim… Malumunuz, Assos’un bugünkü adı Behramkale… Kentin kuruluşu MÖ 7. yüzyıla kadar uzanıyor. Önceleri Pers egemenliğinde, 5. yüzyılda ‘Atina Birliği’ne katılmış. Ardından da kent ‘özelleştirilmiş’ ve banker Euboulos’un yönetimine girmiş. Kentin sonraki hâkimi de, bankerin mirasçısı olan azat edilmiş köle Hermias olmuş. Hermias da Platon’un öğrencisi, aynı zamanda Aristo’nun da arkadaşı… Durum böyle olunca, ‘mantık’ biliminin babası büyük filozof Aristo, Hermias’ın konuğu olarak tam üç yıl Assos’ta kalmış ve dersler vermiş. Assos’un antik felsefenin başkenti kabul edilmesi biraz da bu yüzden…

Seçkin fıkıhçılar yetiştirmiş Kordobalı (Kurtubalı) bir ailenin oğlu olan ve tefsir, hadis, fıkıh eğitiminin yanı sıra tıp ve felsefe eğitimi de gören İbn-i Rüşd, aynı zamanda Aristo’nun eserlerinden yaptığı tercüme ve açıklamalarla (şerhlerle) ünlü… Avrupa’nın o zamanlar çoktan unuttuğu ‘Aristoteles Felsefesi’ni Batı’ya yeniden tanıtan adam… 12. yüzyıldan önce, Aristo’nun eserlerinden sadece birkaçının tercümesi yapılmış Avrupa’da; bunlar da din adamlarınca pek rağbet görüp incelenmezmiş. Batı’da Aristo öğretisinin yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd’ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latinceye tercümesiyle başlamış.

İşte Batı dünyasının İbn Rüşd’e bu kadar saygı duymasının sebebi ve bugün İspanya’da yer alan Kordoba kentine 1980’de bir anıtının dikilmesi bundandır. Çünkü İbn Rüşd, bilimin merkezini oluşturan “ApodeiksisTeorisi”  kapsamında yaptığı analizlerle, bilimsel düşüncenin kurucusu olan Aristo’nun sistemini işlemiş, geliştirmiş, deyim yerindeyse güncellemiştir.

Biraz daha gerilere gidince görürüz ki, Antik Yunan ve Rönesans dönemleri arasında geçen 1500 yıl boyunca, kesintisiz en büyük bilimsel ilerleme periyodu, Ortaçağ İslam dünyasının önemli eğitim merkezleri olan Bağdat, Kahire, Kurtuba ve Semerkant’ta yaşanmıştır. Örneğin, cebir üzerine yazılmış ilk kitabı ‘Kitab-al Cebr’ (ki ‘cebir’ sözcüğü buradan türemiştir) Bağdat’ta buluruz.

Müslümanlar fetihlerle Arap Yarımadası’nın kuzeyine çıkınca, antik Sümer/Babil, Hint, Mısır, Yunan ve Pers uygarlıklarıyla karşılaşmışlar ve doğal olarak bütün bu kültürlerden etkilenmişler. Özellikle Abbasiler döneminde, aydın ve ilerici halifeler, önce bu uygarlıklara ait bilimsel ve edebi eserleri Arapçaya çevirtmişler.

Aynı süreçte, fetihlerin verdiği zenginlikle halifelerin çevresinde ciddi bir burjuva sınıfı oluşmuş. Aydın halifelerle birlikte bu kesimin de bilimsel çalışmaları desteklemesi, hatta sanatçıları ve bilim insanlarını himayelerine almasıyla, Avrupa’nın 8. ve 12. yüzyıllar arasında yaşadığı Ortaçağ karanlığında, bilimin ışığı, İslam dünyasında yükselmeye başlamış.

Bugün bilim tarihine damga vurmuş olan Harizmi, Ömer Hayyam, Farabi, İbnü’l Heysem, Razi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi âlimlerin hepsi bu dönemde yaşamış. Buluşlarıyla, çalışmalarıyla matematik, fizik, tıp, felsefe gibi alanlarda evrensel bilime önemli katkılar sağlamışlar. Bu buluşların en önemlilerinden biri de ‘ondalık sistemi’… Tıp ve anatomi alanındaki ilerlemelere gelince… Avrupa kütüphanelerinde bulunan Galen ve Hipokrat’a ait Yunanca metinlerin yerini, Ortaçağ döneminde İbn Sina ve El-Razi gibi bilim adamlarının yazdığı Arapça metinler almış. Kordobalı hekim El-Zehravi, pek çoğu bugün dahi kullanılan (pens ve şırınga gibi) 200’ün üzerinde cerrahi alet icat etmiş. İbn Sina ve İbn Rüşd’ün felsefi çalışmaları ise, Roger Bacon ve St. Thomas Aquinas gibi geç Ortaçağ döneminin Avrupalı bilginlerini etkilemiş.

Hemen hemen aynı dönemde, simyacıların rastlantısal deneyimlerini aşan ve gelişmiş bilimsel metotların kullanıldığı endüstriyel kimyanın doğuşuna da tanık oluyoruz. Optik alanında, eşine Newton’a kadar rastlanmayacak ölçüde büyük ilerlemeler kaydeden İbn Heysem gibi isimler, yine bu dönemin araştırmacıları… 500 yılı aşkın bu süreçte, uluslararası bilim dili de Arapça… 

Ömer Köker üstadımız ‘İbn Rüşd’e Müslüman Aristoteles’ diyor ve bu düşüncesini de şöyle açıklıyor: “Onun Aristoteles’in sıradan bir yorumcusu değil, onunla aynı amaca yönelmiş bir filozof olarak değerlendirilmesi uygundur. Hatta İbn Rüşd hakkında ileri sürdüğümüz ‘Müslüman Aristoteles’ nitelemesi, tekrar belirtelim ki, bizce kesinlikle doğrudur. Çünkü İbn Rüşd’ün ortaya koyduğu felsefî sistem de, tıpkı Aristo gibi bilgiye susamış insanlara seslenir. Her şeyden, hatta felsefe olmaktan önce, bir bilimdir. İbn Rüşd, İslam medeniyetinin düşünce tarihinde ortaya çıkan diyalektik akışın bir ucunu oluşturmaktadır. Uzun asırlardır ihmal edilmiş, hatta unutulmuş olan bu büyük filozofun incelenmesi, işte bu nedenle ayrı bir önem taşır. Zira tek kanadı kırılmış bir kuş uçamaz. Bu günkü İslam dünyasının düşünce evreninde, İbn Rüşd’ün zirvesini oluşturduğu özgün felsefî düşünce tarzının tekrar sahneye çıkması, özellikle tefekkür planında birkaç asırdır karanlık çağını yaşayan İslam düşünce dünyasında bir zamanlar var olan akılcı felsefenin tekrar harekete geçirilmesi, sistemin kanatlanabilmesi için gereklidir.”

Latin İbn Rüşdcülüğü

12. yüzyıldan önce Avrupa’da fazla Aristo çevirisi olmadığını, var olanlara da din adamlarının pek rağbet etmediğini söylemiştim. Dikkate alanlar da Aristoteles düşüncesinden Hıristiyanlığa ait deliller çıkartmaya çalışıyorlardı. Ancak Aristo felsefesi Hıristiyan anlayışına pek de uygun değildi.

Çünkü “Aristoteles’in Tanrısı yaratan değil, oluşturandı; üstelik yarattıktan sonra da insan yaşamına karışmayan bir Tanrıydı...” Dolayısıyla bu alan pek verimli değildi ve bu nedenle Aristoteles’in eserleri, din adamları tarafından görmezden geliniyordu.

Bazıları da kıyıda köşedeki manastırlarda kilit altında tutuluyordu. Rönesans ile birlikte İbn Rüşd’ün kitapları Latinceye çevrilmeye başladı. Batı, unuttuğu Antik dönem bilim insanlarını ve felsefecilerini yeniden, İbn Rüşd’ün eserlerinden öğrendi. Bu eserler Arapçadan Latinceye çevrildi ve Batı’da gerçek Rönesans’ı başlatmış oldu.

Osmanlı geç kaldı

Aristoteles’in ilk çevirileri Osmanlı İmparatorluğu’nda III. Ahmet zamanında, 18. yüzyılın ortalarına doğru yapılmaya (hatta teşvik edilmeye) başlandığında, aslında oldukça geç kalınmıştı. Batı dönüşümünü tamamlayarak ‘aydınlanma’yı yaşamaya başladığından, Aristo’nun görüşleri çoktan aşılmış; gelişmiş bir bilimsel ve felsefi bir ortama çoktan geçilmişti. Aristo’nun bilgiye ulaşmada kullandığı ‘Tümden Gelim Metodu’, yerini Descartes’ın öncülüğünde Bacon’ın liderliğinde ‘Tüme Varım Metodu’na bırakmıştı.

İbn Rüşd olmasaydı

İbn Rüşd olmasaydı, dünya Aristoteles’i bu kadar yakından ve doğru tanıyamayacaktı. O Aristo araştırmaları yaparken, Batı dünyası bu büyük filozofun adını çoktan unutmuş, kilise onun adını taşıyan kitapları çoktan tozlu mahzenlere hapsetmişti. İbn Rüşd, otuz yıl çalışıp didindi, gayret etti ve Antik Çağ’dan Ortaçağ karanlığına (deyim yerindeyse) ışıklar yağdırdı. Yaptığı tercümelerle yetinmedi, onların oldukça ayrıntılı açıklamalarını (şerhlerini) yazdı. Avrupa düşünce dünyası, İbn Rüşd’ün satırlarında Aristo’nun büyük mirasıyla karşılaştı.

Unutmayalım ki, İbn Rüşd bunu Endülüs’teki serbest düşünce ortamında başarabildi. ‘Aristoteles Felsefesi’ ile ‘İslam Tasavvufu’nu paralel, hatta zaman zaman geçişken koridorlarda inceledi ve dünya düşünce tarihine yeni bakış açıları kazandırdı. Eserleri daha Ortaçağ’da Arapça, Latince, Yunanca ve İbraniceye çevrildi. Filozof ile yorumcusu, yani Aristoteles ile İbn Rüşd, böylece bütün dünyanın tanıdığı iki önemli isim oldular. Batılılar İbn Rüşd’e, ‘Averos’ (Latince Averroes); onun eğitim yöntemine yani ‘İbn Rüşdcülük’e de ‘Averoizm’ (Averroeisme) diyorlar.

Batı, yüzyıllar boyunca bu eğitim yöntemini takip etmiş, bizim bilmediğimiz, tanımadığımız kadar onu yeniden keşfetmiş, bir anlamda geçmişe borcunu ödemiştir. Enteresan olan şudur: Batı anlayışının sahip çıkamadığı Aristoteles gibi bir değere Ortaçağ’da bir İslam filozofu sahip çıkarken, o İslam filozofuna modern dünyanın Müslümanları değil de Batı dünyası sahip çıkmıştır. Bence üzerinde en çok düşünülmesi gereken de budur.

İbn Rüşd’ün Batı’ya getirdiği aydınlanma, 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. Onun Aristo yorumları, Avrupa üniversitelerinde felsefe programlarının belkemiğini oluşturmuştur. Yapılan resmî kınamalar, suçlamalar ve getirilen yasaklar; ne Aristo’nun ne de onun büyük yorumcusunun düşüncelerini tarihten silebilmiştir.

En önemlisi de bütün bu öğretiler, Ortaçağ’a egemen olan dinsel görünümlü dogmatizmin yıkılmasının başlangıcı olmuştur. Felsefe, dinin hizmetinden çıkarak aklın ve bilimin hizmetine girmiş; aklın alanı ile inancın alanı gittikçe artan ölçüde birbirinden uzaklaşmıştır. İonia topraklarında kendini yüzyıllarca önce gösteren bu anlayış, İbn Rüşd sayesinde Avrupa’ya taşınmıştır. Haklısınız, daha ne olsun ki, dediğinizi duyar gibiyim

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Ali İçhedef
 9 Mayıs 2018 Çarşamba 01:16
Nedim Bey İbn Rüşd: "Bilginin kaynağını ve İnancın mutlak hâkimiyetini, hakikat arayışı ile sorguladı, Aklın vahyin hizmetçisi olmadığını akıl ile vahiy arasında alt-üst ilişkisi bulunmadığını ve aklın ancak akıl ile sorgulanabileceğini ortaya koydu." Bu görüşü ülkemizde şu anda dile getirmeye kalksak ne tepkilerle karşılaşırız. Düşünebiliyo musunuz? Acaba biz toplum olarak 21. yüzyılda Ortaçağ düşüncelerini aşabildik mi? Ne dersiniz?
 Mustafa Kaymakçı
 8 Mayıs 2018 Salı 11:08
Nedim Kardeşim,yazını ilgiyle okudum.Çağdaş Batı bilimine İslam bilimcilerinin katkıları oldukça büyük ve belirleyici olmuştur.Bu konuda iki kitabı önermek isterim.1 Hobson,J.M.,2008 Batı Medeniyetinin Doğu Kökenleri.Yapı Kredi Yayunları-2.Kaymakçı,M.,2012 Küreselleş(tir)me Karşıtı Bilim Politik Yazılar.İlkim Ozan Yayınları Not:Adresini verirsen kitabımı gönderebilirim.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz