MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Susarak da konuşabiliriz, bağırarak da!
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
23 Ekim 2017 Pazartesi

Susarak da konuşabiliriz, bağırarak da!

Konuşmak hak ise dinlemek görevdir. Dinleyenin konuşana karşı bir şeyler söyleme hakkı doğar. O da konuşur…

Böylece konuşma karşılıklı olur.

Tek taraflı konuşmak zarar vericidir. Tek taraflı olursa dinleyenlerin ne anladığını, sözlerinizin karşıda hangi düşünceleri çağrıştırdığını anlayamazsınız.

Tek taraflı konuşmayı töre ve terbiyeden saymak ise iletişim teknikleri açısından çok yanlıştır.

Bu sözlerim normal hayatla ilgilidir.

Bunu diplomasiye uyguladığımızda karşımıza daha ilginç durumlar çıkar:

Stratejisi, taktiği, planı, projesi, programı olan yapacaklarını zaman skalasına yayar. Buna rağmen en güçlü devlet bile zayıf devlete karşı “diplomatik” bir dil kullanır.

Özellikle çağımızda her devlet diplomasiyi kullanmak zorundadır.

Büyük devlet demek, her projesini en az zayiatla atlatabilen devlettir.

Her proje için dobra dobra konuşan devlet ise büyük devlet değildir ve konuştukça karşısında irili ufaklı birçok devletin ittifakını bulur!

En sonunda söyleyeceği sözü, en başta söyleyen devlet de, bütün planlarını deşifre etmiş olur. Deşifre olan planı sürdürmek artık akıl değil; ancak inatla mümkün olur ki, bu da hesapta olmayan kayıplara neden olur.

Örnek mi istiyorsunuz;

Osmanlı Devleti hiçbir Avrupa seferine “Geliyoruz! Sizi şöyle böyle yapacağız…!” demezdi!

Batılı devletlerin ajanları İstanbul’da sürekli “Avrupa’ya sefer var mı”nın haberini kollardı. Her gelişmeyi anında başkentlerine iletirlerdi.

Saray bu tür ajanların faaliyetlerinin olabileceğini bildiği için her Avrupa seferi bir şaşırtma ile başlardı. Önce Saray’dan “Doğu’ya sefer var” haberi servis edilirdi. Batılı ajanlar “Dikkatli olalım, sefer Doğu’ya gösterilse de Batı’ya da olabilir!” şeklinde iletirdi.

İstanbul’da ve Anadolu’da Doğu’ya yapılacak seferin hazırlıkları yapılırdı. Batılı ajanlar bu hazırlıkları aktarırlardı ama “Şaşırtma olabilir, sefer Batı’ya olma olasılığı daha yüksek” diye de dikkat çekerlerdi.

Gün gelir Padişah ordusu ile İstanbul’dan dualarla ve debdebeyle Anadolu’ya yolcu edilirdi. Ajanlar, hala seferin Doğu’ya değil de Batı’ya yapılabileceğini başkentlerine iletmeye devam ederlerdi.

Ordusu, Sivas önlerine geldiğinde saat saat haberdar edilen Batılı devletlerde, şöyle bir görüş oluşurdu:

İşi abartmaya gerek yok, derlerdi… Osmanlı’ya karşı oluşturdukları ittifakları ve hazırlıklar dağıtırlardı. Sivas’a kadar giden bir ordunun Batı’ya sefer düzenleme olasılığının zayıf olduğunu iddia ederlerdi.

Ajanlar her gelişmeyi ve seferin Batı’ya yapılma olasılığını yazmaya devam ederlerdi.

Derken Sivas önlerinde konaklayan Ordu-u Hümayun, gelecek takviye birlikleri bekliyor gibi dururken bir sabah ordunun hızla Batı’ya doğru yöneldiği görülürdü.

Batılı ajanlar, ordunun ani yön değiştirmesini de ivedilikle yazarlardı. Fakat gel gör ki, Avrupalıların tekrar toparlanmaları o kadar kolay olmazdı.

Osmanlı’ya karşı bir araya gelen Batılı devletler, “Sefer Doğu’yaymış” diyerek kurdukları ittifakları ve komuta düzenini dağıtmış iken bunu tekrar toparlamak, lojistiğini, sevk ve idaresini yapmak kolay değildi.

Osmanlı ordusu, Balkanları aşıp savaş alanına vardığında Batılılar hala savaşabilecek orduyu düzene sokmakla uğraşırlardı.

Savaşın sonu Osmanlı için zafer; Avrupalılar için ise hezimet olurdu.

***

Osmanlı Devleti, dönemin koşullarına göre yürütülmesi gereken çok zor bir savaş stratejisini ve taktiklerini dünya savaş tarihine örnek ve ders olabilecek şekilde yürütür ve başarılıyla da sonuçlandırırdı.

Bilelim ki, eskinin savaş stratejileri ve taktiklerinin çoğu şimdilerde diplomasi ile yürütülmeye çalışılıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı dış politika geleneklerinde büyük zaferlerin birikimi ve büyük yenilgilerin acı deneyimleri vardı.

***

Dünya’da önemli bir dış politika olayı yaşandığında devletler ABD, SSCB/Rusya, İngiltere…’nin açıklama yapmasını beklerlerdi. Bir süre sonra içinde asla acelecilik olamayan bir açıklamayı da Türkiye Cumhuriyeti yapardı. Türkiye’nin yaptığı bütün açıklamaların özü şu olurdu:

Taraflara sükûnet, aklı selim telkin edilirdi… Sorunun, diplomatik ve barışçıl yöntemlerle… çözülmesi tavsiye edilirdi.

Türkiye bu açıklamaların hiç birinde tükürdüğünü yalamak zorunda kalmazdı…

Çark eden bir devlet de olmazdı…

Sorunun her iki tarafı ve büyük devletlerle dostluğunu sürdürürdü…

Diplomasiye vurgu yaparak, alanı da, nasıl bir oyun kuruduklarını bilemediğimiz büyük devletlere bırakırdı ki, Türkiye, olaylar ne kadar karışık olursa olsun karmaşanın içinden kimseyle bozuşmadan çıkardı.

***

Türkiye 2011’den beri bütün dış politika geleneklerini hem de geleneklerini aşağılayarak terk etti. Bu tarihten beri de girdiği her oyunda başarısız oldu.

Arap Baharı başlatıldığı gibi bitmedi!

Arap Baharı, Osmanlı’nın Doğu seferi gibi gösterildi ama bir sabah uyandığımızda seferin Batı’ya yapıldığını gördük… Batı kazandı, Türkiye ise Müslüman Ülkeler ile arasında aşılması zor güven bunalımına girdi.

ABD ve AB’nin başlangıçta Suriye konusunda Türkiye’ye verdikleri destek malum!

Türkiye’nin Suriye’ye balıklama atlaması da malum! Yine bir sabah uyandık ki, ne görelim, ABD ve AB, Esat’la anlaşmış, Türkiye yine kabak gibi ortada kalmış!

Bu örnekleri çoğaltabiliriz…

***

Her devletin doğrusu da yanlışı da olabilir. Önemli olan yanlışları minimize etmektir.

Eğer iç politikada seçim kazanmak için dış politika ve sınır ötesinde zafer aranıyorsa bilelim ki, dost düşman bütün güçler imkanlarını en etkin şekilde kullanarak bizi yenilgiye uğratmaya çalışır.

Son örnek Kuzey Irak’taki referandumla gündeme geldi:

Konu Barzani’yi referandumdan vazgeçirmek miydi yoksa Basra ve merkezi Irak’tan sonra Kuzey Irak’ı da İran’a vermek miydi?

Türkiye sözde stratejik ortak… İran da ABD, İsrail ve İngiltere’nin baş düşmanı…

Ne oldu?

İran silahlı kuvvetleri ve kurduğu Haşdi Şabi örgütü ile Kuzey Irak’ı da ele geçirmek üzere…

Ne ABD’den bir ses çıkıyor ne İsrail’den ne de İngiltere’den…

Ben de bu yaşananları ibretle izliyorum ve şunu demeden edemiyorum:

Bu nasıl beka davasıdır arkadaş!

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Mete
 26 Ekim 2017 Perşembe 17:13
Yani Fikret bey kısaca diyorki bizi öpen belli, biz hala bizi kim öptü diye ortalığa düşmüş öpücü arıyoruz.
 Fikret Aslan
 23 Ekim 2017 Pazartesi 20:36
Eski Elazığın tek bir hamamı vardı, Hacı Ziya Bey Hamamı. Elazığlılar için bu hamam çok özeldir ve her Elazığlı bu hamama gitmeye bayılırdı bir zamanlar. Adamın biri bu hamama gider ve çıkışta ceketinin cebindeki cüzdanın olmadığını tespit eder. Hamamcıya cüzdanını sorar ancak hamamcı sen bize hırsız mı diyorsun deyip çok sert tepki gösterir. Adam fazla uzatmadan çıkar gider. Bir hafta sonra hamam ihtiyacından dolayı adam yine Hacı Ziya Beye hamamına gider. Hamam çıkışı bakar ki bu seferde ceketi yok. Utana sıkıla hamamcıya ceketini sorar. Hamamcı bu sefer daha çok sinirlenir ve adamı tekme tokat dışarı atar. İnsanoğlunun hamam ihtiyacı bitmez ya adam mecburen bir kaç hafta sonra yine hamama gider. Çıkışta bu sefer bütün giyeceklerinin çalındığını görür ve utana sıkıla korkarak hamamcının karşısına peştemala sarılarak gider ve peştemalini de çıkartarak anadan üryan şekilde hamamcıya: hamamcı abe dinine Allahına doğru söyle ben hamama böyle mi geldim der... Tamamen komedi olsun diye uydurulan bu hikaye aslında islam ülkelerinin ABD ve İNGİLTEREye karşı korkak ve pısırık olmalarının acı bir komedisidir.
 ozer
 23 Ekim 2017 Pazartesi 17:57
niceliğin " kestirme" yol arayışlarının sıra dışı olanları hepsi mi atıl kalır?
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz