MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Tercüme ve Devrim günlerinde İslamcılar
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
27 Temmuz 2015 Pazartesi

Tercüme ve Devrim günlerinde İslamcılar

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile bütün siyasî ve ideolojik faaliyetler tatildeydi. Fakat Genç Müslümanlara lojistik yapan odaklar, Müslümanı başıboş bırakacak değildi! Gerekli yerlerde Müslümana reva yeni stratejik değerlendirmeler yapılmış, kitap ve dergi yayınının artarak devamına kara verilmişti. 
Bir yandan Ortadoğu ve giderek etkisini artıran İran kaynaklı yayınlar, diğer yandan geleneksel İslâm’ı temsil eden tarikat ve cemaatlerde, T.C. tarihi boyunca görülmemiş bir hareketlenme ve canlanma vardı. Adeta Müslümanlığın ikiye ayrılması teşvik ediliyordu. Her iki kesimi temsil eden cemaatlerin, tarikatların ve daha nice üstat, ağabey, radikal… grubun dergileri hızla tiraj yapıp, çok geçmeden düşüşe geçerek kapanıyordu. Derken yenileri devreye alınıyordu. Tirajların yükseliş ve düşüş seyri çok hızlıydı.
İddialı ve ithamlı sorulara devam edersek;
- Bu dergilerin üstat yazarlarına ne oldu, bugünlerde ne yapmaktalar?
- Bir kişinin on kişi adına yazı yazdığı dergilerden geriye ne kaldı? Ben inanmasam da, bir kişinin farklı görüşlerde ve isimler altında iki - üç dergi çıkardığı bile söyleniyordu!
- Anadolu’nun ücra köşelerine kadar yayılan İslâmî kitapçılar, sattıkları kitaplardan ve dergilerden kaçının parasını yayıncıya geri ödüyordu, bu konuda bir araştırma yapıldı mı?

***

Bütün yerli, yabancı siyasal İslâmî yayınların “istisnasız” ortak noktası; laiklik, demokrasi gibi çağdaş kavramların “kâfirlik” olduğuydu. Bu kadar net bir ittifakı aile içinde bile sağlamak mümkün değilken, çok parçalı Müslümanlar arasında, bu konularda görüş birliği nasıl sağlanıyordu, anlamak zordu! Sanki “anlaşmazlıklar” da “ittifaklar” da bir merkezin emir – komutasıyla sağlanmaktaydı!

İslâmî camiada din-i mübin-i İslâm’a hizmet “ancak tunç kanunu” kurallarına göre yapılabiliyordu! Birbirinin cenazesinde bile buluşamayan Müslümanlar, her konuda ihtilaf halindeyken,  Kur’an ve Sünnet konusunda bile anlaşamazlarken, söz konusu çağdaş kavramlar olunca parça parça olmuş İslâmî camia “tek yumruk!” oluyordu.

Bu satırları gözden kaçıranlar “Hizbullah, Taliban, el-Kaide, IŞİD vb. örgütler nasıl ortaya çıkıyor” sorusuna sağlıklı yanıt bulamazlar.

Seyyid Kutub’un “Fî Zilâl-i Kur’an” tefsiri ve özellikle “Yoldaki İşaretler”i, Mevdudî’nin özellikle “Dört Terim”i, Ali Şeriati’nin “İslam Sosyoloji” ile başlayan ama bir türlü bitmek bilmeyen kitapları ve daha nice Ayetullahın İslam’dan çok Batı felsefesine kafa yorduklarını gösteren kitapları… okuyucuyu dinden ve zıvanadan çıkarıp kolayca “Osman’ı ve Ali’yi katledenHaricîlerden biri yapabiliyordu.

İmam Hatip, Kur’an Kursu, Diyanet, İlahiyat Fakülteleri, doktor, doçent ve prof kariyerlilerinin sayısı her geçen gün artıyordu ama sözünü halka dinletebilen yoktu. Çünkü sözünü dinletmesi gerekenler devletin memurları, sivil toplumda yer edinmiş şeyh, ağabey, üstat ve cemaatlerin sözünü dinler halen gelmişti.

***

Afganistan’da SSCB işgaline karşı İslamcı bir direniş yapılıyordu. Bunun Genç Müslümanları etkileyen yönü, direnişin heyecan verici haberleriydi. Çok geçmeden Müslüman gruplar arasında da görülen ve giderek derinleşen çatışmanın, “uyuşturucu ticareti” olduğu ise çok sonraları anlaşılacaktı.

***  

1979’da İran’da dünyaya parmak ısırtan bir devrim yaşanmıştı. Müslüman Gençliğin yelkenlerini dolduran rüzgar 1987’ye kadar İran’dan esecekti.

Bir daha çağdaş kavramları “olumlayan” birikimlerine geri dönemeyecek olan İslâmcılık, her hafta gündeme getirilen bir birinden tuhaf sorular ve yanıtlarla, Müslüman tanınmaz hale getirilmişti.
En çok okunan İranlı yazar Ali Şeriati’ydi. Şeriati; yaşamının önemli kısmında Marksist felsefe ve metodolojinin etkisinde kalmış, sonra da mücadele yöntemi olarak aralarında büyük yakınlık olan Şia İslâm’ına geri dönmüştü.

Marksist metodolojiyi ve pratiği bir cümle(!) ile özetlemek gerekirse “Sınıfını seç, mücadeleni yap!” diyebiliriz. Şia; zaten “taraf” demekti. Geriye; mantıklı - mantıksız, gücün yeter veya yetmez, sonunu düşünmeden ölmek kalıyordu ki, o da “Hz. Hüseyin gibi öl” demekti. 

Ayetullahlar Marksist değildi ama Marksizm ve Batı felsefesi üzerine kariyer yapmayan yok gibiydi. Okudukları Marksizm, Ayetullahların inancını bozmamıştı ama Şah Rejimi’ne karşı yürüttükleri mücadelenin metodunu fazlasıyla etkilemişti.

İran rejiminden asıl etkilenmesi gereken Türkiye’nin Alevî Müslümanları idi ama o yıllarda Alevîler solun yoğun dumanı altında Alevî olduklarının farkında bile değillerdi!

Türk solu; İran Devrimi’ni izliyordu ve sonucun diyalektik materyalizmin mekaniği gereği kaçınılmaz bir şekilde Marksist TUDEH’ten yana tecelli edeceğini bekliyordu. Fakat tecelli Türk solu gibi dünya solunu da şaşırtmıştı. Devrim Ayetullahların kontrolüne girince İran, Müslüman Gençlik üzerinde adeta nükleer etki yapmıştı. Bu etki 1987’ye kadar hız kesmeden devam edecekti.  

***

Sıklıkla tekrarladığım “İslamcı” ile “Müslüman Genç” hakkında kısa bir açıklama yapmam gerekiyor: İslamcılık çağdaş kavramaları Kur’an, Sünnet, İcma, Kıyas… yetmediği yerde içtihatlarla olumlamaya ve içselleştirmeye çaba göstermek iken, bu anlayış 1943’ten sonraki İslâmî muhalefetin elinde tersyüz edilerek “kâfirlik” olmuştu. Bunu daha önce belirtmiştik.
1943 sonrası İslamcılar, çağdaş kavramları kâfirlikte itham ettikleri için her geçen gün İslamcı olmaktan uzaklaşmaktaydılar. Bu nedenle yeni kuşaklara “Genç Müslüman veya Müslüman Gençlik” demeyi uygun gördüm.

1970’ten beri yaşananların az çok içinde bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki;

-1994’e gelindiğinde Necip Fazıl ve Eygi kuşağının ihtişamlı günlerinden eser kalmamış, hayranları da Tercüme ve Devrimci İslâm’ın kaosuna kapılmışlardı.

-Düşünce, Şûra ve Tevhîd gibi dergiler kapanmış yerlerini tirajları 50.000’in üstüne hızla çıkıp kısa süre sonra da kapanan çok sayıda dergi aldı.

-En çok okunan yazarlardan bir olan Ali Bulaç, “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler”e karşı 1970’li yıllarda başlattığı muhalefeti 28 Şubat’a kadar sertleştirerek devam ettirdi.

-1978’den sonra popülaritesi hızla artan İsmet Özel, bir nevi yerli Ali Şeriati’ydi. Şair miydi ideolog mu, onu kimse ayırt edemedi. Özel’in durumunu pedagojik kavramlarla açıklamak gerekirse, şiirlerini ve düz yazılarını “parazit çağrışımlar”la yazıyordu. Okuyucusu boldu ama anlayanı yoktu. Çünkü ortalama Müslüman okuyucu, basit bir konuyu “parazit çağrışımlarla düşünen” bir yazarın konuyu nasıl anlaşılmaz hale getirdiğini bilemiyordu. Gençler kendilerini aptal, Özel’i ise çok derin sanıyorlardı!

Ali Bulaç
gibi İsmet Özel’in de, çağdaş kavramların Müslüman Gençlik arasında reddedilmesine büyük katkısı oldu.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Enes YALÇIN
 27 Temmuz 2015 Pazartesi 19:35
Yazarın bir kaç yazıdır ele aldığı islamcılık konulu diziyi önce okuyacak sonra da anlayacak kişi sayısının gerekenden çok az olduğunu bilmek üzücü.Gerçi benimki de laf: 'Altının kıymetini sarraf bilir'
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz