MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Türk siyasetinde muhafazakârlık
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
3 Mart 2015 Salı

Türk siyasetinde muhafazakârlık

Osmanlı Devleti’nin geleneklerine bağlı ve muhafazakâr bir siyaset izlediğinde kuşku yoktur! Bununla beraber Osmanlı muhafazakârlığı, paradoks gibi görünse de Batı muhafazakârlığı ile karşılaştırılamayacak kadar da yenilikçidir. Bu nedenle Osmanlı’nın durumunu açıklamak kolay olmasa gerek.
 
Osmanlının hem gelenekçi hem de yenilikçi olması, Batılıların kolay anlayabileceği bir durum değildir.  
 
Batılı iktidarlar, yenilik yapma konusunda çok isteksiz hatta sınıfsal çıkarlara aykırı görüp direnişe geçerken, yenilik yanlıları da, taleplerini isyanlar ve ihtilallerle kabul ettirmeye çalışmışlardır.
 
Batı’da yeniliklere direnmek veya benimsemek, hem sınıfsal hem de kanlı, isyanlı ve ihtilalli olabilmiştir.
 
Oysa Osmanlı’da ve Osmanlı’nın yarı özerk Mısır gibi eyaletlerinde “yenilik” girişimleri çok farklı olmuştur. Osmanlı’nın Batılılaşma tarihi diyebileceğimiz 1775’ten 1920’ye kadar geçen sürede, Kabakçı İsyanı, Alemdar Vakası ve Yeniçeri Ocağının kapatılmasında karşılaşılan direnişler bile devleti, Batılılaşma yani yenilenme politikasından vazgeçirememiştir.
 
1839 Tanzimat, 1856 Islahat ve 1876 I.Meşrutiyet yenilikleri, Batıdakinin tam tersine, Sarayın ısrarı ile yapılmıştır. Yeniliklere ufak çaplı tepkiler gösterilse de bunlar İstanbul’un dışına taşmamıştır. Ülke çapında ayaklanma, isyan veya ihtilal ise asla olmamıştır. 
 
Osmanlı Devleti’nde halkın bir talebi olmadan devletin sürekli yenilikler yapması, doğal olarak Batılı aydınların dikkatini çekmiştir. Auguste Comte’un Mustafa Reşit Paşa aracılığı ile Sultan Abdülmecid’de yazdığı 4 Şubat 1853 tarihli mektubu, Doğulu sultanların ileri görüşlülüğüne ve yenilikçi tutumlarına duyulan bir hayranlığın eseridir.
 
Çünkü Doğulu Sultanlar hem dinlerine bağlı muhafazakârlar hem de devletin geleceğini düşünerek yakın gelecekte “kaçınılamayacakları” halkın talebi olmasa da yenilikleri bir bir yapmaktan çekinmemişlerdir. Sultanların bu tutumundan cesaret alan Alphonse de Lamartine ve Auguste Comte gibi aydınlar kurtuluşu Doğu’da aramışlardır.
 
Türk devlet geleneğinin tarihsel yapısı içerisinde bunu anlamak çok daha kolaydır. Sultanların şahsında temsil edilen devlet aklı, toplumun “ihtiyacı olan” yenilikleri, rasyonel ve pragmatik bir değerlendirmeden sonra önceleri ferman, sonraları ferman ve fetvalar ile halkın istifadesine sunmuşlardır.  
 
Özellikle İslam sonrasında benimsenen “yönetim, devlet ve halk” ilişkilerinin kaynağının, ne kadarı Arap, Pers ve Bizans… olduğu tartışmalı olsa da devlet aklı, ön sezilerini kullanarak “… o ki halk meyilli…” demiş, yeni duruma intibak etmeye çalışmışlardır.
 
Emevi, Abbasi, Selçuklu siyaseti, Osmanlı’da sorgulanmadan sürdürüldüğü gibi Fatih’le başlayan dönemde, buna belirgin bir Bizans etkisi de eklenmiştir.
 
Cumhuriyete gelindiğinde ise 1775’ten 1920’ye kadar devam eden “yeni”likler, “eski” ile birlikte var oldu. Osmanlı, eskiyi yasaklayarak yeniyi inşa etmedi. Ama devletin tercihi hep yeniden yana oldu. Cumhuriyetin tüm yenilikleri -saltanat hariç- inkılaplar dahil Osmanlı’da zaten vardı.
 
Cumhuriyetin yeniliklerinin “çok yeni” gibi görünmesi, hem bir yanılgıydı hem de propagandaydı. Cumhuriyet devrinde yapılanlar son derece basitti:
 
Eskiler yasaklandı, ıslahat dönemi yenilikleri ise tek seçenek oldu!”
 
Durum bundan ibaretti!
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz