MENÜ
İzmir 15°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ya o gece…
Teodora HACUDİ
YAZARLAR
30 Aralık 2015 Çarşamba

Ya o gece…

Pazartesi günü canım nasıl balık çekti.
İş çıkışı üşenmedim
Havra Sokağına gidip balık, biraz da yeşillik aldım.
Kız aradı, arkadaşlarına Yeni Yıl hediyesi alacakmış,
parası yok,
“hediyeleri seçer sonra eve gelip para alırım” dedi.
Benim aklım yemekte,
benim kız bir çıktı mı gelmesini bilmez,
balık bu, soğuk da yenmez,
en iyisi Alsancak’ta buluşup önce hediye işini halletmek.

Sevinç’in önünde buluştuk,
Kıbrıs Şehitleri’nin önü çevik kuvvet polisi kaynıyor,
durdum baktım, fazla kalabalık yok,
zaten gideceğimiz dükkânlar belli,
benimkinin en sevdiği dükkâna girdik,
ıvır zıvır dolu.
O takılara bakıyor, ben bardaklara.
Dışarıdan sesler gelmeye başladı,
içeride 7 – 8 kişiyiz,
dükkân sahibi tanıdık,
kadın hemen kapıyı kapattı.
Korkunç bir ses,
tam dükkânın önünde biber gazı patlamıştı,
akabinde bir tane daha.
Cam kapının altından gaz içeri dolmaya başladı,
başka çıkış yok.
Boynumdaki şalı çıkartım,
kızın yüzünü kapattım,
ucu da bende.
Kıza seri halde talimat veriyorum;
“sakın yüzünü açma,
gözlerini kapa,
kapı açılır açılmaz çok hızlı çıkacağız,
derin nefes almamaya çalış
ve koş”…

Dışarı çıkmamızla yüzüm yanmaya başladı,
göz gözü görmüyor,
gözlerimde, yüzümde, göğsümde korkunç bir ağrı,
nefes almak mümkün değil,
kızın çığlıklarını duyuyorum
ama çocuğu göremiyorum,
sesleneceğim sesim çıkmıyor,
bir şekilde çığlıklarına doğru koştum,
kolundan tuttum çocuğu çekiyorum.
“Sen kimsin” diye bağırıyor.
Boğuk bir sesle;
sadece “annenim” diyebildim…

Elimizden geldiğince uzaklaşmaya çalıştık,
çocuk deli gibi ağlıyor;
“anne nefes alamıyorum, gözlerim, yüzüm her yerim yanıyor”.
Adamın biri geldi bir şişe pet su verdi.
“Sakın yüzüne sürme,
sadece ağzını çalkala ve tükür” dedi.
Kızın canı daha çok yanıyor,
başka bir adam elime yarım bir limon tutuşturdu ve koşarak uzaklaştı.
Limonu ne yapacağımı bilemedim,
sadece kıza yalamasını söyledim.
Biraz uzaklaşabildik,
insanlar bağırıyor, koşuşturuyordu.
Genç bir kadın;
“çocuklar var burada delirdiniz mi?” diye haykırıyordu.

Sakin bir köşeye sindik,
kızım hüngür hüngür ağlıyor.
“Ölüyorsun sandım” dedi.
Onu çekip “annenim” dediğimde,
ölmek üzere olduğumu ve annemi sayıkladığımı sanmış.

Ağlaması bir türlü durmadı,
hastane gitmek istiyor,
canı çok yanıyordu.
Arka sokaklardan acile girdik.
Kaydını yaptırırken bayılan bir genci karga tulumba getirdiler.
Çocuğu hemen içeri aldılar.
İğne yaptırmaya gelen bir teyze söylenmeye başladı.
“Teyzeciğim çocuklar gaz yedi,
müsaade edelim de önce onlara müdahale edilsin”
kadın hala söyleniyor,
içeri girip bir enjeksiyon alıp neredeyse ben yapacağım kadına iğnesini.

Benim kızı acile aldılar,
bizden önce giren gence serum bağlanmış,
oksijen veriliyor.
Kızın arkasından ben de daldım acile,
çocuğun sağlık durumu hakkında bilgi vereceğim doktora.
6 aylık doğmuştu,
ciğerleri hassas,
kalbi de delik,
bir de Akdeniz Anemisi taşıyıcısı.
Hepsi kontrol altında,
ciddi bir sorunu yok
ama her şey üst üste gelince korktum.
Doktor yanında kalmama izin verdi,
yan yataktaki genç çocuk kendine gelmeye başladı,
yanına gittim,
başını okşadım, elini tuttum.
“İyi misin?” dedim
güldü…

Dışarı çıktım onu getiren arkadaşlarına haber verdim.
Birbirlerini tanımıyorlarmış, bayılınca hastane getirmişler genci.
Çocuklar teşekkür edip ayrıldılar.
Tekrar içeri girdim,
iki çocuk da sakinlemişti.
Kaç yaşında olduğunu sordum,
“19” dedi.
“Anneni ara, haber ver” dedim.
“Arayamam, annem kanser hastası” dedi.
“Babanı ara o zaman”,
babasına da ulaşamıyormuş.

İçimdeki Akdenizli deli anne hortladı,
“e be çocuğum,
annen hasta,
babana ulaşamıyorsun,
ne demeğe eyleme katılırsın” diye çocuğu fırçalıyorum.
Kuzum benim, eyleme katılmamış, işten çıkıyormuş.
Utandım…
Sonra mavi saçlı bir kız geldi,
yanına oturdu,
iş arkadaşıymış,
bir tek ona haber verebilmiş.

Hastane polisleri geldi,
bende bir panik.
İste misin şimdi çocukları “eylemci” diye fişlesinler.
Hemen doktorun yanına gittim,
“gözünüzü seveyim kayda annesiyle geldi diye geçilsin” dedim.
Doktor yüzüme baktı,
“Hanımefendi siz çocuğu bırakın da kendinize bakın,
hiç iyi görünmüyorsunuz,
yüzünüz yanmış,
şişmişsiniz,
alerjik reaksiyon geçiriyor olabilirsiniz” dedi.
Doktor haklıydı,
ilk andan itibaren yüzüm yanıyordu,
zor nefes alıyordum.
Hemen kaydım alındı bana da iğne yapıldı.

Biraz rahatlamıştım,
kızın yatağının kenarında oturuyorum,
elinden tutuyorum.
Birden elimi sıkmaya başladı,
bağlı olduğu monitöre baktım kalp atışları hızlanmıştı.
Benim kız korktuğunda elimi sıkar.
Gözlerini diktiği yöne baktım,
içeri iki çevik kuvvet polisi girmişti.

Benim çocuğum polisten korkmazdı,
korkmamasını ona ben öğretmiştim.
3 – 4 yaşlarındayken
annemin bakıcısı çocuğu polisle korkutunca
bizim evde kızılca kıyamet kopmuştu.
Üşenmeyip bir cumartesi günü çocuğu karakola götürmüş,
amire durumu anlatmıştım.
Polisler de bu imajdan rahatsızdılar,
benimkine bir ikram bir izzet anlatamam,
pek bir mutlu ayrılmıştık o gün karakoldan.

Şimdi ne olmuştu da bu çocuk polisten korkuyordu?

Yanımızdaki doktora
“çevik kuvvet polisleri” diyebildim.
Meğerse biri elinden yaralanmıştı,
arkadaşı da onu acile getirmiş.
Bir daha baktım Çevik Kuvvet Polislerine
bu sefer yüzlerine baktım,
gözlerinin içine,
onlar da çocuktu,
gençti, hem de çok genç…

Neler oluyor bize,
anneler çocukları için
çocuklar da anneleri için endişeleniyor.
Daha o sabah
İzmirli Şehidin görev yerini annesinden sakladığı haberini duymuştum,
annesi korkmasın, üzülmesin diye söyleyemediği görev yerini.

Anneler çocukları için,
çocuklar anneleri için…

İnsanlar ölüyor,
biz onlara
asker,
eylemci,
polis,
vatan haini,
sivil,
gerilla,
kahraman,
terörist,
şehit
v.s. diyoruz da
onların insan olduklarını,
evlat,
baba,
anne,
eş,
sevgili olduklarını unutuyoruz.
Onları sevenler olduğunu unutuyoruz,
onların arkasından birilerinin yas tuttuğunu unutuyoruz
çok şeyi unutuyoruz,
biz unuttukça
birilerinin kıymetlileri,
canları
sadece rakam oluyor,
istatistikî rakam…

Balıklara gelince,
hastaneden çıktık,
sarmaş dolaş kızımla eve gittik.
Balıkları kızarttım, salatamı yaptım,
sofraya oturduk.
Ağzım zehir gibi,
boğazım hala yanıyor,
canım bir kadeh rakı çekti
içemedim,
yapılan iğneden korktum.

Ağzımın tadı yok
ama yediğim her lokmaya şükrediyorum,
ya o gece balık almamış olsaydım
ya o gece başka bir yemek pişirip de
kızı tek başına alışverişe yollasaydım,
ya o gece kızım yanında olmasaydım,
ya o gece…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Nilgün altınok
 3 Ocak 2016 Pazar 20:42
Harika bir yazı,okadar etkilendimki sanki ben de oradaydım canım acıdı,o çocuk için üzüldüm ,sizin iyi olmanıza sevindim.kalemine sağlık.sevgiler
 Ali Aydınoğlu
 30 Aralık 2015 Çarşamba 12:34
Tüylerimi diken diken bir yazı dilerim tekrarı olmaz,bir ana kız için çok saçma bir deneyim.Gelmiş geçmiş olsun iz bırakmasın inşallah.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz