MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
27 Mayıs’ın anatomisi…
Kemal ANADOL
YAZARLAR
27 Mayıs 2021 Perşembe

27 Mayıs’ın anatomisi…

En son söyleyeceğimi yazının başında yineliyorum. Kimse bana “darbeci” sıfatını yakıştıramaz. Açın TBMM tutanaklarını, şu cümlemle karşılaşacaksınız: “Bu Meclisin çatısı altında bulunup da darbeci olan alçaktır, şerefsizdir, namussuzdur!” Dolayısıyla kim bana bu sıfatı yakıştırmaya kalkarsa alnını karışlarım!

***

Neden böyle sert bir giriş yapıyorum? Okurlarımdan özür dileyerek kendimden söz açacağım da ondan… 12 Mart 1971 darbesinde CHP Karadeniz Ereğlisi İlçe Başkanıydım. Genel Sekreterimiz ve Zonguldak Milletvekili merhum Bülent Ecevit askerlerin verdiği muhtıraya karşı çıkarak görevinden istifa etmişti. Ben de CHP örgütündeki yürekli arkadaşlarım gibi davranarak Ecevit’in yanında saf tutmuş, halk iradesini hiçe sayanlarla karşı yaşamımı ortaya koymuştum. Şimdi, o günleri yaşamayan ve kafalarındaki ezberi tekrarlayanlar için söylüyorum. Bu resmen kahramanlıktı. Ülkedeki entelijensiya, gençlik, kadın örgütleri, Dev-Genç ve diğer sol örgütler,işçi ve işveren sendikaları, Babıâli basını darbecilere ve atadıkları Başbakan Erim’e alkış tutuyorlardı. 12 Mart muhtırasına karşı çıkan sadece iki gurup vardı. Birincisi CHP içinde Ecevit’in başını çektiği Ortanın Solu hareketi, ikincisi de Behice Boran liderliğindeki Türkiye İşçi Partisi.

***

Darbeciler hemen Ankara, İstanbul ve bazı illerde sıkıyönetim ilân etmişlerdi. İstanbul, Kocaeli, Sakarya ve Zonguldağın bağlı olduğu 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığının başında faşist sözcüğü bir eldiven gibi kendisine yakışan Orgeneral Faik Türün vardı. Normal yaşama dönüldüğünde Adalet Partisi Manisa Milletvekili olarak meclise giren bu kişi Cumhurbaşkanlığına aday bile olabilmişti! Bu da 12 Eylül 1980 darbesinin emrine giren Turgut Özal gibi Türkiye sağının darbelere karşı ne kadar samimi olduğunu kanıtlayan çok somut bir örnektir.

Faik Türün, ERDEMİR’de ABD’li uzmanların uyarılarına karşın üretimi sürdüren ve bakıma alınmadığı için patlayan Ayşe adlı yüksek fırına sabotaj yapıldığı savıyla 28 işçiye operasyon çekip Harbiye zindanlarına tıkmıştı. Bunların içinde Ereğli’de avukatlık yapan ben de vardım. Sonra bu iddia argo deyimle fos çıktı! Operasyonu tüm ülkeye dehşetengiz bildirilerle duyuran Türün, aklanarak bırakıldığımızı tek bir gazeteye bile yazdırmadı. Faik Türün’e en iyi yanıtı seçmen verdi ve bir buçuk yıl sonra yapılan genel seçimde beni sandıktan çıkararak Zonguldak Milletvekili sıfatıyla meclise gönderdi. Yaşamımın en eğlenceli anları Türün’le parlamento koridor ve kulislerinde karşılaşmaktı!

***

Gelelim 12 Eylül’e… Kenan Evren ve şürekası, başında yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ni onurla dünyanın çeşitli başkentlerinde temsil eden Büyükelçi Mahmut Dikerdem’in bulunduğu Barış Derneği yöneticilerini Kartal Maltepe Zırhlı Tugay zindanlarına kapatmıştı. Ülkemizin yüz akı aydınlarıyla birlikte ben de sanıklar arasındaydım. Aylar sonra çıktığımız sıkıyönetim mahkemesinde yargılama devam ederken Evren resmî giysisiyle topladığı meydan kalabalıklarına nutuk atıyor, bizlere hakaret ediyor, yargıçlara talimat veriyordu. O davadan da aklandım. Yine halkıma güvenerek siyasete döndüm. Yasakların kalktığı ilk genel seçimde 1987’de yine sandıktan çıkarak bu kez İzmir milletvekili olarak meclise girdim. Mecliste, cezaevindeki hayalimi gerçekleştiren şansı yakaladığım için çok mutluyum. Anılarını yayınlayan Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında TBMM kürsüsünden Ankara ve Genelkurmay savcılarına halkımız adına suç duyurusunda bulunan ilk kişi oldum.

Bu uzun girişi niye yaptım? Her sallanan iktidar gibi AKP de kime karşı ise ona “darbeci” sıfatını yakıştırarak siyasette yol almaya çalışıyor. Bir vakitler kol kola olduğu FETÖ çetesinin şimdi hapiste olan hâkimlerinin deli saçması savlarla mahkûm ettiği ve sonunda aklanan seçkin aydın, gazeteci ve askerler ortada… Sonuçları acı oldu. İntiharlar, gözyaşları ve kanserden ölen yurtseverler… FETÖ çetesinin darbe yapacağını aklına bile getirmeyenlerin gafleti, halkımızı 15 Temmuz alçak darbesine maruz bıraktı!

***

İster iktidarda ister muhalefette olsunlar, politik yaşam içinde dün ve bugün boy gösterip, Fethullah Gülen’e övgü düzen, “Artık bu hasret bitsin, geri dön” diye seslenen, adam nezle olunca Zaman gazetesine geçmiş olsun ilânlarını veren, Bank Asya’ya para yatıran, kredi alanların içinde hiç mi hiç olmadım. Gazetenin kuruluş yıldönümlerine katılıp “Zaman Türkiye’nin vicdanıdır” demedim. Adamın emperyalizmin emrinde olduğunu bıkmadan usanmadan başından beri meclis kürsüsünde, ekranlarda, yazılı basına verdiğim demeçlerde tekrarladım. 27 Mart 2014 tarihli demecimde “Hükümet ve cemaat çift yumurta ikizleridir. Bunlardan birini diğerinden ayırmak mümkün değildir” dedim. Özetle Fethullah Gülen’e merhaba diyen, onun kanlı ellerini sıkan, Amerika’ya gidip elini öpen kim varsa onlar 15 Temmuz alçak kalkışmasının en azından manevi sorumlusudur. Başkalarına “darbeci” çamuru atmaya hakları yoktur!

Sonuç olarak yine okurlarımdan özür dileyerek yazıyorum. Darbelere karşı şerbetli bir kişiyim. Bana “darbeci” sıfatını kimse yakıştıramaz. Argo deyimle yemezler!

***

Şimdi gelelim 27 Mayıs’a… Olayın üstünden tamı tamına 61 yıl geçti. 27 Mayıs’ı soğukkanlılıkla ve nesnel değerlendirmek için iki koşul var. Birincisi tarihe, özellikle yakın geçmişe bugünün değil, dünün gözlüğüyle ve o dönemin koşullarıyla bakmak. İkincisi 61 yıl önce gerçekleşmiş olayı şimdi olmuş gibi günlük siyasal polemiklere malzeme yapmamak. Bir üçüncüsü de biraz tarih bilgisine sahip olmak. Yani Uğur Mumcu arkadaşımın dediği gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak!

Maalesef halkımız 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül konularında yeterli bilgiye sahip değil. Olgulara değil algılara göre değerlendirme yapılıyor. Haksız da değil sokaktaki adam. 12 Eylül 1980 doğumlu olanlar bugün 41 yaşında! Demek ki benim gibi 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşayan ve içinde olanlarla, objektif anlayışa sahip tarihçilere önemli görev düşüyor. Bu anlayışla 61 yıl sonra 27 Mayıs ve diğer askeri müdahaleleri, neden ve sonuçlarını anlatmaya çalışacağım.

***

Önce şunu vurgulamak gerekiyor. Darbe geleneği Cumhuriyete Osmanlı’dan miras kalmıştır. Cumhuriyet döneminde Atatürk ve daha sonra İnönü gibi hem askerin hem de sivillerin nabzını tutan dirayetli liderler, cuntalara izin vermemiş, o ortamı yaratmamışlardır. Ta ki 1952’de ülkemizin NATO’ya girmesine kadar. Cumhuriyet ordusunda cunta faaliyetleri bu tarihten sonra başlamıştır. Meraklılara Abdi İpekçi’nin 27 Mayıs eseriyle, Talat Aydemir’in Yapı Kredi yayınlarından çıkan anılarını tavsiye ederim.

***

27 Mayıs’ı 61. Yılında kınayan AKP sözcüsü Ömer Çelik bile ülkemizdeki darbeleri 27 Mayıs 1960 tarihi ile başlatıyor. AKP içinde okur yazar takımından olan ve bir dönem Kültür Bakanlığı yapmış Sayın Ömer Çelik bile olayı böyle değerlendiriyorsa, bugünlerde en çok kullanılan “darbe” sözcüğünün vay haline! Bu örnek sadece darbe edebiyatı ile vakit geçirdiğimizi kanıtlıyor. Yazık, yazık ki ne yazık!

***

Modern anlamda ilk darbe, 30 Mayıs 1876 günü Sultan Abdülaziz’e karşı yapılan darbedir. Serasker Hüseyin Avni Paşa darbenin planlayıcısı ve baş aktörüdür. Önce Harbiye kumandanı Süleyman Paşa ikna edilmiş, Türkçe bilmeyen Arap öğrenciler “Padişahımız tehlikede” denilerek okuldan çıkartılmış ve bugünkü Dolmabahçe sarayının dış duvarları kuşatılmıştı. Abdülaziz’in özenerek yenilediği donanma ise Dolmabahçe sarayının önünde hilâl şeklinde dizilmiş ve Sultan Abdülaziz’in yerine Sultan Murat’ın tuğrasını çekerek tavrını belli etmişti. Şeyhülislam ve gerekli kişilerden alınan tahtan indirme fetvası saraya girilerek Padişaha tebliğ edilmişti. Sonra bir kayığa bindirilerek Dolmabahçe Sarayından Topkapı Sarayına götürülmüş ve darbe başarıyla tamamlanmıştı. Sultan İkinci Abdülhamit o sırada korku içinde odasından olayı izliyordu. Kendisi tahta geçince donanmayı cezalandıracak ve Haliç’e bağlayacaktı. Bu nedenle ünlü 93 harbine ve Balkan Savaşı’na donanmasız girecektik. Amiral Konduriatis adlı Yunan Komutan emrindeki Averof gemisi ile Ege Adalarını sadece iki ayda teslim alacaktı!

***

Osmanlı’daki ikinci darbe 23 Ocak 1913 günü Enver ve Talat Beylerin gerçekleştirdikleri Babıali Baskınıdır. İttihat Terakki liderlerinin gerçekleştirdikleri bu baskın Bakanlar Kurulu toplantıdayken gerçekleştirilmiş, fırkanın fedailerinden Yakup Cemil Harbiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’yı öldürmüştü. Daha sonra eski İzmir Valisi Sadrazam Kıbrıslı Kâmil Paşa’da zorla istifa dilekçesi alınmış ve İttihat Terakki kadrosu iktidara el koymuştu.

***

Bu kadar geniş açıklamayı ikinci yazımda 27 Mayıs 1960’la ilgili yapacağım değerlendirmeye giriş için yaptım. Dün/Bugün/ Yarın zinciri siyasal ve tarihsel yorumlar için çok önemlidir. Dün bilinmezse bugün sıradanlaşır, günü birlik politikalarla bocalar dururuz. Tabii yarın için de hiçbir proje üretilemez.

Şimdiden söyleyeyim ben, 27 Mayıs’ı, 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koyanlardan değilim…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Ali Galip Ergül
 28 Mayıs 2021 Cuma 17:44
Kemal kardeşim, seninle o dönemi aynı zamanda ancak farklı yerlerde yaşadıım,sana ve yazdıklarına aynen katılıyor ve seni yürekten kutluyorum
 Cahit Yelçi.
 28 Mayıs 2021 Cuma 08:32
Sayın Anadol, siz bir efsanesiniz. Kim ne desin.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz