MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
27 Mayıs’ın anatomisi (2)
Kemal ANADOL
YAZARLAR
28 Mayıs 2021 Cuma

27 Mayıs’ın anatomisi (2)

27 Mayıs 1960 olayını doğru değerlendirmek için 1950 öncesi ve sonrasına uzanmak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı, insanlığa maliyeti çok yüksek de olsa müttefiklerin zaferi ile sonuçlandı. Bu zaferdeki yüksek payına karşın İngiltere Başbakanı Çörçil yapılan ilk seçimde ağır bir yenilgiye uğradı ve iktidardan uzaklaştı. Savaş, aynen Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi İngiltere’nin ekonomik gücünü yitirmesine yol açmıştı. Batmayan Güneş İmparatorluğunu koruması olası değildi. İlerdeki günlerde her birine din, mezhep ve etnik çatışma bombaları koyarak sömürgelerinden birer birer çekilecek, yerine ABD’ye bırakacaktı.

***

Artık dünya Jandarması ABD idi. Ancak sınırlarını Doğu Avrupa’ya kadar uzatan Sovyetler Birliği yeni ABD Başkanı Truman’ın korkulu rüyasıydı. Bu korkuyu yenmek için yakında teslim bayrağını çekecek Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombasını atacak, yüz binlerce cana kıymaktan çekinmeyecekti. Bu SSCB’ni tehditten başka bir şey değildi. Artık “Soğuk Savaş” başlamıştı!

***

Batı blokunda yazılı olmayan paylaşımda Orta Doğu artık ABD’nin egemenlik alanındaydı. Türkiye Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşına girmemişti. İsmet İnönü’nün başarılı politikası ülkemizi bu cehennem ateşinden korumuştu. Ancak Stalin’in Türkiye’ye dönük stratejik yanlışlıkla tanımlayabileceğimiz tutumu İnönü’yü korkutmuştu. Önlemsiz ve dikkatsiz sayılabilecek biçimde ABD’nin kucağına atılmıştık. 1947 yılında Amerika’da vefat eden Büyükelçimiz İrtegün’ün cenazesini İstanbul’a getiren Missuri zırhlısı bunun simgesi olmuştu. Amerikalı bahriyeliler için genelevler badana edilmiş, her türlü hazırlık tamamlanmıştı. Artık çikletiyle, Holivut filmleriyle, askerî ve eğitim uzmanlarıyla, tamamen tüketime dayalı karayolu politikasıyla ABD, Yunanistan ve Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de boy göstermeye hazırdı! Köy Enstitülerine idam fermanı çıkarılmış, mimarları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden uzaklaştırılmıştı. İlahiyat Profesörü Şemsettin Günaltay Başbakanlığa getirilmişti. Hızla din okulları açıyordu. Seçim ufukta görülüyordu çünkü!

***

Cumhurbaşkanı İnönü öteden beri ülkesinin çok partili yaşama geçmesini arzuluyordu. Bunda samimi olduğu kuşku götürmez. Dünya koşulları da bunu gerektiriyordu. CHP’den ayrılan milletvekilleri, Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü Demokrat Parti’yi kurdular. Çok partili yaşamın ilk deneyimi olan 1946 seçimleri tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı. Çünkü seçimler “Açık Oy Gizli Tasnif” esasına göre yapılmıştı. Yani seçmen sandık başındaki iktidar militanlarının gözü önünde özgürce (!) oyunu açık kullanacak ama sayım döküm her türlü denetimden uzak gizli yapılacaktı! 1946 seçimleri günümüze uzanan zaman diliminde unutulmayacak toplumun belleğine kazınacaktı!

1946 deneyiminden ders çıkaran İnönü Cumhurbaşkanı sorumluluğu içinde yansız davranarak partisiyle Demokrat Parti ileri gelenlerini bir araya getirdi. En yakınındaki politikacılar Prof. Nihat Erim ve Faik Ahmet Barutçu, Adnan Menderes ile bir masada yeni seçim kanunu üzerinde çalışmaya başladılar. Sonunda anlaştılar. Ülkemizde ilk kez İlçe, İl ve Yüksek Seçim Kurulları oluşturuldu. Artık seçimler “Gizli Oy/Açık Tasnif” esasına göre ve yargı denetiminde yapılacaktı. Seçmen hiçbir baskı altında kalmadan oyunu kullanacak, iktidarı o belirleyecekti…

***

1950 seçimleri bu koşullarda yapıldı. Olaysız, eski deyimle şaibesiz (lekesiz, kusursuz) yansız ve yargı denetiminde yapılan ilk genel seçimdi bu. 14 Mayıs 1950 günü Karadeniz Ereğlisi Kayabaşı İlkokulu üçüncü sınıf öğrencisiydim. Sandığa giden mahalle sakinlerini, kömür işçilerini, balıkçıları, esnafları dikkatle izliyordum. Sessiz ama kararlı sandık başına gidiyorlardı. Çocukluğumda belleğime yerleşen bu görüntü halâ yerinde duruyor. 14 Mayıs 1950 seçimleri Demokrat Parti’nin yine eski deyimle kahir ekseriyeti (üstün çoğunluğu) ile sonuçlanmıştı. 27 yıllık CHP tek parti iktidarı gitmiş yerine Demokrat Parti gelmişti.

***

Meraklıları için ayrıntılı sonuçları yazmayı yararlı görüyorum. 14 Mayıs seçimleri 487 Milletvekili için yapılmıştı. 7. 953.085 oy kullanılmış bunlardan 7.953.055’i geçerli sayılmıştı. Katılım oranı %89,30’du. Demokrat Parti 4.391.694 oy almış (%55.2) ve 416 Milletvekili çıkarmıştı. CHP 3.148.626 oy almış (%39.6), 69 Milletvekili çıkarmıştı. Millet Partisi 368.537 oy almış (%4.6) ve 1 Milletvekili çıkarmıştı.

14 Mayıs 1950 seçimlerini bazı tarihçiler “Beyaz Devrim” olarak niteliyorlar. Bu seçimler kuşkusuz CHP lideri ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eseridir. Kendisi de “Benim en büyük yenilgim, en büyük zaferimdir” demiştir.

***

Bence 1950 seçimlerine esas olan Seçim Kanunu hazırlanırken ve yeni bir döneme girerken CHP askerlerin deyimiyle önemli yığınak hataları yapmıştı. Bunlar çok önemliydi; çünkü ülkenin yazgısını belirleyecekti.

Birincisi seçimlere “Mutlak Çoğunluk Sistemi” ile gidiliyordu. Yani bir ilde sadece bir oy fazla alan parti o ilin bütün milletvekillerine sahip oluyordu. Bu durum çok haksız ve insafsız sonuçlar doğuruyordu. Muhalefetin aldığı on binler hatta yüz binlerce oy çöpe gitmekten başka bir işe yaramıyordu. Ayrıca çıkan sonuç “Millî İrade” denilen kavramla ters düşüyordu. Seçimi kazanan partiye onu “iktidar sarhoşu” yapacak çoğunluk veriyordu. Bu konuda Erim ve Barutçu’nun İnönü’yü yanılttıklarını sanıyorum. Onlar halâ CHP’nin çoğunlukla seçimi kazanacağını sanıyorlardı. Eğer o zaman mutlak çoğunluk yerine nisbî sistem uygulansaydı belki de 27 Mayıs olmayacaktı. Bu düşüncemi hem de CHP Gurup Başkanvekili olarak birkaç kez TBMM tutanlarına geçirdiğimi anımsıyorum.

***

İkinci yığınak hatası çok partili yaşama, tek parti döneminin yasalarıyla gidilmesidir. Biraz açayım. 1924 Anayasası “Güçler Birliği” üzerine kurulmuştur. Oysa çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu “Güçler Ayrılığı”dır. Çok partili yaşama geçildiğinde iktidarı frenleyecek hiçbir yasal mekanizma yoktu.

Üçüncü önemli hata da demokratik yaşama “solsuz” girilmesidir. CHP iktidarı önce sendika ve dernekler üzerindeki “sınıf esası” yasağını kaldırmış, ülkede yerden mantar biter gibi sendikalar kurulmuştu. Daha sonra da Esat Adil Müstecaplı ve Dr. Şefik Hüsnü Deymer’in başkanlıklarında iki sosyalist parti boy göstermişti. Ama sanki tuzak kurulmuş gibi bunlar kapatılmış, yöneticileri tutuklanmış, siyasal yaşama sol kanatsız bir biçimde geçilmişti. Oysa 1949’a kadar iç savaş yaşayan Yunanistan’da bile kapatılan Komünist Parti yerine kurulan EDA seçimlere katılıyordu. O günkü soğuk savaş ortamında da olsa Avrupa ülkelerinde Komünist Partiler, özellikle İtalya ve Fransa’da güçlü ve ligal siyasal örgütlerdi. Özetle Türkiye’deki yeni siyasal yaşamda demokrasi kuşunun sol kanadı yoktu. Oysa bir kanadı noksan kuş uçamazdı. Nitekim uçamadı!

***

CHP’nin Altı Ok logosunun tasarımcısı ve Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç yeni gelen demokrasi üzerine önemli düşüncelerini dile getiriyordu o günlerde:

“Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı oyun olanı… Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz. Birincisi köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir.

İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha.”

27 Mayıs’ın Anatomisini yazmaya devam edeceğim.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Mesut Ak
 28 Mayıs 2021 Cuma 11:58
SAYGIMLA
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz