MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Devr-i Sabık meselesi!
Kemal ANADOL
YAZARLAR
14 Kasım 2021 Pazar

Devr-i Sabık meselesi!

2023 tarihi yani Cumhuriyetimizin yüzüncü kuruluş yılı yaklaştıkça hepsi de birbiriyle çelişen komplo teorileri havalarda uçuşuyor!

Yanlı veya yansız tüm anket şirketlerine göre, güneşin karşısındaki kar gibi eriyen Cumhur İttifakı erken veya normal bir seçim yapacak mı?

Normal bir seçim gerçekleşirse Cumhur İttifakı sonuçları kabul edecek mi? Yoksa yeni bir “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu” olayı ile mi karşılaşacağız?

Her defasında bir yıllığına uzatılan yurt dışına asker gönderme tezkeresi bu sefer meclisten neden iki yıllığına geçti? Yoksa seçimi ertelemek için memleket savaşa mı sokulacak?

Seçimi kaybedeceğini anlayan Cumhur İttifakı parlamenter sisteme geri dönmeyi mi planlıyor?

Siyasi sorumluluk taşıyan politikacılar ve imza yetkisi taşıyan bürokratlar kendilerine cezai ve hukuki sorumsuzluk güvencesi mi isteyecekler?

Söylediğim gibi komplo teorilerinden ibaret bu dedikodu yığını ancak sosyal medyaya ve fısıltı gazetesine malzeme olabilir.

Ancak, yetki ve sorumluluk taşıyan kişilerin bir anda her türlü cezai ve hukuki sorumluluktan kurtulmalarını sağlayan bir olasılık bu yazının konusu oluşturuyor. Yani karşımıza devr-i sabık meselesi çıkıyor!

“Devr-i sabık”, sözcüğün tam anlamıyla eski devir demektir. Bu deyimi siyasal yaşamımıza armağan eden Demokrat Partidir (DP). DP 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek başına ve büyük bir çoğunlukla iktidara gelince, kendinden önce 27 sene ülkeyi yönetmiş tek parti/CHP dönemi için “Devr-i sabık yaratmayacağız” diyerek güya toplumsal bir barış ortamı sağlama mesajını ülkeye vermek istemiştir. Ancak kısa sürede sözünden caymıştır. Özel kanunlar çıkararak önce Halk Evlerini kapatmış ve mallarına el koymuş, sonra aynı işlemi CHP için gerçekleştirmiştir. CHP ana muhalefet partisi olarak deyim yerindeyse bir anda cıscıvlak kalmıştır! Öyle ki parti üyelerinden para toplanarak kiralanan lokallere konacak masa ve sandalyeleri yöneticiler evlerinden getirmişlerdir!

Bu olayın üzerinden yıllar geçmesine karşın devr-i sabık sözcüğü siyasal konjonktüre göre sık kullanılır olmuştur. Bence bu konu, yapılacak erken veya normal bir seçimden sonra ülke gündemine yerleşmeye şimdiden adaydır. Üzerine eğilmekte yarar var.

Eğer bir iktidar değişikliğinde eski dönemin yöneticilerinin hukuki ve cezai sorumlulukları özel olarak kurulan bir yargı organında araştırılacak, soruşturulacak ve hükme bağlanacaksa böyle bir yöntemin evrensel ve çağdaş bir hukuk sisteminde yeri yoktur.

Bu tür uygulamanın ilk örneği, tahtan indirilen Osmanlı Padişahı Abdülaziz’in ölümünü araştırmak ve sorumlularını cezalandırmak için İkinci Abdülhamid’in kurdurduğu özel Yıldız Mahkemeleridir. Olayla ilgisi bulunmamasına karşılık Sadrazam Mithat Paşa’nın Taif’e sürülmesi ve oranın zindanlarında boğulması tarih sayfalarındaki kara lekelerden biridir.

İkinci örnek de 27 Mayıs 1960’tan sonra kurulan Yassıada Mahkemeleri ve orada verilen hükümlerdir. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan

Polatkan’ın idamının etkileri hala tazeliğini korumaktadır. Aradan 60 yıl geçmesine karşın, bu mahkemelerde adaletin gerçekleştiğini söyleyen bir tek kişi bulamazsınız!

Gelelim ulusal ve evrensel hukuk kurallarına uygun biçimde sorumlulardan hesap sorulmasına… Sanırım buna itiraz edecek aklı başında kimseye rastlamazsınız. Bu ülkede demokrasinin yerleşip kökleşememesinin en önemli nedenlerinden biri, toplumun içinde atasözlerine yansıyan “Bal tutan parmağını yalar”, “Beni sokmayan yılan bin yaşasın” anlayış ve kültürüdür. İddia ile söylüyorum; ülkemizde, önceki gün/dün/bugün ayrımı yapılmadan ve hukuktan ayrılmadan bir “Temiz Eller” operasyonu gerçekleşmedikçe sağlıklı bir demokrasiye ulaşmamız hayaldir!

Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyonun ezdiği işçi, memur, emekli, esnaf ve asgari ücretlilerin bunaldığı yaşam cenderesi de kitleleri böyle bir isteme yöneltecektir. Çünkü fakir ile zengin arasında derinleşen ve keskinleşen sınıf çelişkisi insanların gözünü açmakta, ağızlardan somut sorular dökülmektedir. Korona salgınında bile, devlet açtığı İBAN hesabına para isterken, yolcu, araç, hasta ve yabancı yargı güvencesine sahip müteahhitlerden beş kuruş alınmamasını bir yana bırakalım; bunlara devletçe garanti edilen paraların tıkır tıkır ödenmesi vicdanları yaralamış ve adalet duygusunu ağır biçimde zedelemiştir.

Bu konuda somut örnek vermek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen yeni rejim parlamentonun yetkilerini budamıştır. Hükümet hakkında gensoru vermek artık gerilerde kalmıştır. Meclis, ülkesinin bütçesini yapamaz hale getirilmiştir. Yasama organı eski çekiciliğini yitirmiştir. Önceden belediye başkanları milletvekili olmak isterken durum tersine dönmüştür. Artık vekillerin hayalinde belediye başkanlığı vardır.

Bu durumda, iyice kısıtlanan yetkilerini sonuna kadar kullanarak seçmenden aldığı vekâletin hakkını verenlerle de karşılaşmak eski bir parlamenter olarak beni sevindiriyor. Bunların başında CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz geliyor. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Komisyonu üyesi Yavuzyılmaz bir dedektif titizliğiyle yolsuzluk savlarının üstüne gidiyor. Çıkardığı sonuçları da hem yasama organında hem de medyada dile getiriyor, hesap soruyor. Örnek mi istiyorsunuz? Buyurun:

Afyon, Kütahya, Uşak illerine hizmet vermesi amacıyla Altıntaş ilçesinde kurulan Uluslararası Zafer Havaalanı mercek altında… 2021 yılının ilk on ay rakamları: Sözleşmeye göre garanti edilen yolcu sayısı: 1.098.110. Gerçekleşen yolcu sayısı: 8.664. Hata payı: %99. Şimdi dikkatinizi çekiyorum. Bu hata payı nedeniyle devlet kasasından yani hazineden yani genel bütçeden çıkacak garanti ödemesi: 5.780.976 Avro.

Bu sözleşmenin altına imza atan devlet görevlisi kimdir? Bakanlık “ticari sırdır” gerekçesiyle sözleşmeyi ve imza sahibini açıklamıyor. Bu kadar yanlış kasıt olmaksızın nasıl yapılır? Neden T.C. yargısı yerine yabancı ülke yargıları yetkili kılınıyor? Sorular uzadıkça uzuyor. Yavuzyılmaz da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş. Sorumlusunun TCK 257/1. Maddesine göre “Görevi kötüye kullanma” savıyla yargılanmasını istiyor.

Aynı şekilde PTT yöneticileri hakkında ayrıntılı dosya hazırlayarak, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, nitelikli dolandırıcılık savlarıyla Ankara Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş.

Konuyu ayrıntılara boğmak istemiyorum. Gebze-Orhangazi-İzmir (Osmangazi Köprüsü dahil), Dokuz Eylül Üniversitesi, Spor Toto Başkanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı hakkında da ilgili makamlara suç duyuruları var. Kanıt olarak CİMER’den aldığı yanıtları ve Sayıştay denetleme raporlarını gösteriyor.

Bunlar sıradan suçlamalar değil elbette. Vereceğim rakamlar da dudak uçuklatıyor. Şehir hastaneleri, otoyollar, tüneller, köprülerin yapımıyla ilgili müteahhitlere bu yılın bütçesinden tam 42,5 milyar lira ayrıldı. Yani uçmayan, geçmeyen, yatmayan yolcu araç ve hastaların parasını vergi

mükellefleri veriyor! Hani bunlar için cebimizden beş kuruş çıkmayacaktı? Geride kalan beş yılda ödenenlerle birlikte bütçeden garanti ödemelerine ayrılan tutar 130 milyar liraya yaklaşıyor.

Dönelim devr-i sabık meselesine… Cumhuriyetimizin dönüm noktaları olan önemli tarihlerde meclisten “Genel Af” çıkarıldığına tanık oluyoruz. 1923, 1933, 1950, 1960, 1963, 1966 ve 1974 olmak üzere yedi genel af ve çok sayıda özel af yasaları gerçekleşmiş.

2023 yılı Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıldönümü. Bu anlamlı tarih gerekçe yapılarak bir genel af çıkarılması büyük olasılık. Şimdiden kamuoyunu uyarmak istiyorum. Ülkedeki her türlü yolsuzluk iddialarının, açılmış davaların asla üstü örtülmemelidir. “Yapanın yanına kâr kalıyor” kanısının topluma yerleşmesi en çok demokrasimize zarar verir. Halkın adalet duygusunu zedeler; demokrasiye olan inanç ve güvenini ortadan kaldırır.

Elbette ki masumiyet karinesi esastır. Sanık hüküm giyinceye kadar masumdur. Bırakalım ulusal ve evrensel hukuk uygulansın ve adalet gerçekleşsin. Halkın da yargıya olan güveni pekişsin; çünkü evrensel demokrasi hesap sorulabilirlik ve hesap verilebilirlik rejimidir. Kaldı ki sanıklara kendilerini aklama fırsatı verilmesi yani adil yargılanma hakkı da evrensel insan hakları arasındadır. Aksi halde, yolsuzluk savları toplumun kılcal damarlarına kadar işlemişken bunların üstünün örtülmesi tam anlamıyla bir hukuk ve demokrasi cinayeti olur!

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Yalçin Kara
 18 Kasım 2021 Perşembe 12:33
Bütün mesele, uygar olup olamama meselesidir. Yol geldi çatala dayandı, artık hiç kimse, ben ortadan giderim diyemez. O nedenle uygarlığın ölçütleri beli , hukukun , eğitimin, sağlığın, ekonominin, güvenlığin demokratizasyonu yapılmadan uygarlık yolunda yürüyemezsiniz. Bu dönem bambaşka bir dönem. Eski tabirle " sahsına mahsus " bir dönem. Çözümüde hukukun içinde. Arayıp bulmak yeni gelecek ekibin ufkuna bağlı. Sayın Anadol, uyarı mahiyette yazdığınız bu yazı, zamanlama olarak , içinden geçmekte olduğumuz dönem itibariyle tam isabet. Bu anlamda yürekten kutluyorum. Esenlikler dilerim.
 Nedim kılınç
 14 Kasım 2021 Pazar 18:53
Söylediğiniz gerçekler ve yaşadıklarımız , bu haksız yönetim şeklinin sona ermesi gerektiğini kesin bir dille anlatıyor. tarafsız bir mahkemenin olmazsa olmazımız olduğu , bu ülke düşmanlarının , yandaşların ve halkımızın özgür mahkemelere ihtiyacımız olduğu gerçeğini en iyi şekilde dillendirdiğiniz için teşekkür ederim .
 Adnan Akın.
 14 Kasım 2021 Pazar 15:35
Adil bir yargılanma her bireyin hakkı. Ülkeye bu kadar zarar verselerbile.Adil yargılamak cağdaş devletin, sosyal devletin en önemli temel taşı ve vatandaşın güvencesidir.Devlete verdikleri zararın Türk adaleti önünde hesabı sorulmalıdır. Tarafsız adil Türk adaleti huzurunda.
 Nazmi Gündüz
 14 Kasım 2021 Pazar 14:14
Kaleminize sağlık sayın Vekilim çok güzel bir şekilde gerçekleri yazmışsınız.
 Şener Can
 14 Kasım 2021 Pazar 11:09
Masuniyer (dokunulmazlık) karinesi diye bir şey yoktur. Yazının genelinden "masumiyet (suçsuzluk) karinesi"nden (prosomtion d''inculpabilite) söz edildiği anlaşılmaktadır. Kuşkusuz harf hatasının klavyeden veye gözden kaçmış olmadan ilerigeldiği açık ancak ciddi anlam bozukluğu oluşturduğu da bir gerçek. Yazının geneli ve ifade ettiği düşünce son derece haklı ve doğru. Üstelik demokrasilerde hesap verilebilirlik esastır. Herkesin yaptıklarınınyapmadıklarının sonucuna katlanması hukuk devletinin de bir gereğidir.
 Mesut Ak
 14 Kasım 2021 Pazar 10:28
Ömrünüze Bereket
 Avukat Selami Süleyman MELEMŞE
 14 Kasım 2021 Pazar 08:59
DENGE, DENETLEME SİSTEMİ OLMAYAN; İSTİSNA-I YARGI MUAFİYETİ BU DENLİ GENİŞ OLAN BİR YÖNETİM, İDARE DEMOKRASİ OLAMAZ.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz