MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kendine Ait Bir Oda…
Filiz SEZER
YAZARLAR
12 Mart 2021 Cuma

Kendine Ait Bir Oda…

Dil ve düşünce arasındaki ilişkinin büyüleyici bir yanı var. İkisinin birbirini nasıl etkileyip şekillendirdiğinin izlerini sürmek dipsiz bir kuyuda alınan her mesafede ışığa biraz daha yaklaşmış olmanın hazzını yaşatır meraklısına. Neyi nasıl söylediğimiz yaşadığımız toplumun kültürel unsurlarınca belirlenir. Mesela akrabalık ilişkilerinin farklı toplumlarda nasıl tanımlandığını (sözcük sayısı, yapısı, vs) incelemek bize o toplum hakkında önemli bilgiler verir.

Kadın Hakları konusunda birazcık olsa kafa yoran herkesin “iş adamı / elinin hamuru” gibi ifadelerde kendini gösteren dildeki ayrımcılığa dikkat çekerek farkındalık yaratması ve bu söylemlerin düzeltilmesi için gösterdikleri çaba işte tam bu yüzden hiç de boşuna değildir.

Mühendis, doktor, avukat gibi pek çok meslekte “kadın” sözcüğünü bir sıfat gibi kullanmak da ayrımcılığı derinleştiriyor bana göre. Kişinin yaptığı işin niteliğine değil bunu bir kadın olarak nasıl yaptığına dikkat çeken bir söylemin olumlu bir yanı yoktur. 

Bugün artık pek çok ülkede iş başvurularında değerlendirilen CV’ lerdeyaş, cinsiyet gibi bilgiler yer almıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine söz söyleyen firmalardan bu konuda adım atmalarını bekliyoruz. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği, sadece firmadaki kadın-erkek çalışan sayısını eşitleyerek ulaşılabilecek bir hedef değildir.

Sanat camiasında da durum çok farklı görünmüyor ve tartışmalar pek çok farklı koldan ilerlemeye devam ediyor.

71.’si bu ayın başında tamamlanan Berlin Film Festivali, bu yıldan itibaren oyunculuk ödüllerini kadın-erkek ayrımından çıkararak sadece En İyi Başrol Performansı ve En İyi Yardımcı Rol Performansı şeklinde vereceğini açıklamıştı. Ancak cinsiyet ayrımcılığına son vermek için atılan bu adımla ilgili olarak, kamera önünde ve arkasında kadınlara uygulanan ayrımcılık için yeterince mücadele edilmeden alınmış bir karar olduğu eleştirileri de var.

Elbette eşit şartlarda alınmayan yolların karşılaştırılmaması gerektiği de önemli bir realite olarak karşımızda duruyor.

Bu durum bana haksızca dile getirilen “neden büyük kadın şair yok”, “neden büyük kadın ressam yok” sorularını anımsatıyor. Bu meşhur sorulara yapılan itirazlar genellikle tarihteki önemli ressam veya şair/yazar kadınları sıralama yoluyla yapılır. Sadece resmi tarihin değil sanat tarihinin de beyaz erkekler tarafından yazıldığını göz önüne alınca bu cevap anlamlı ve faydalı gibi görünüyor ancak sorunun içerdiği olumsuz anlamı da pekiştiriyor. Bu soruların yanlışlığı biraz da “büyük sanatçı” mitinden geliyor. Büyük sanatçının sahip olduğu deha her şart altında ortaya çıkan, önüne set konulamayan, bir gün mutlaka kendini gösteren bir yetenek gibi sanılıyor. Oysa yaratıcılığın ve yeteneğin elbette şart olduğu sanat alanlarında başarılı olmak hem eğitim almayı hem de çok çalışmayı gerektiriyor. Sanat tarihine dönüp baktığımızda anlı şanlı ressamları sıraladığımız dönemlerde kadınların eğitim almasının hatta sokağa çıkmasının dahi sınırlandırılmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Bugüne geldiğimizde kadın sanatçı sayısının oldukça artmasına ve hatta erkek sanatçı sayısını geçmesine karşın, müze ve galerilerde kadın temsili çok daha az olduğunu görüyoruz. İngiltere’ de müzeler kurumu olan TATE’ nin internet sitesinde yer alan bir yazıya göre, Londra gibi bir şehirde dahi müze ve galerilerin yüzde 78’ inde erkek sanatçıların eserleri daha fazla sergilenmektedir.

Kadın temsilinden bahsederken bu konuda akla ilk gelen eserlerden biri olan Kendime Ait Bir Oda’da Virginia Woolf, bir kadının yazar olabilmesi için düzenli bir geliri ve kendine ait bir odası olması gerektiğini söyler. Kendine ait bir oda ile kastettiği elbette sadece mekânsal bir tanımlama değildir. Woolf bir kadının diğer tüm görevlerini bir kenara koyup sadece yazma işine odaklanabileceği bir alandan bahseder. Böyle bir alan yaratabilmek ya bekar ve çocuksuz olmayı gerektirir ya da ev içinde gerçek bir iş bölümünü.Diğer yandan Woolf cinsiyet farkındalığı ile çalışmanın risklerine de değinir. Bu tip bir düşüncenin (kadın) yazarı yaratıcılıktan yoksun bırakıp gerçeklerden uzaklaştıracağını söyler. Zira bu durum kadınları sınırları belli bir alanda çalışmaktan öteye götürmez.

Kadın hakları mücadeleleri ile ilgili olarak Eşitlik İçin Kadın Platformu’ ndangüzel haberleri de aldığımız bu hafta umutsuz bir dil kullanmak istemiyorum. Amacımız bir yandan farkındalığı hep yüksek tutmak. Her türlü dezavantaja rağmen yılmadan ilerleyen kadınların,şikâyet ettiğimiz bu tutumları değiştireceğine inancım tam.

1984 yılında bir grup kadın sanatçı ve sanat eleştirmeni tarafından kurulmuş bir grup olan Gerilla Kızlar temsil sorunuyla ilgili olarak çalışmalar ve eylemler yapıyorlar. Kim olduklarının önemi olmadığını belirtmek için kamusal alanda Goril maskesi takıyorlar. En çok bilinen bu afişlerinde bir kadın olarak müzelerde yer almanın tek yolunun çıplak model mi olduğu sorusunu soruyorlar.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Şule Kükrer
 12 Mart 2021 Cuma 18:28
Beyaz erkek toplumundan, Kadın ve erkek toplumuna ulaşacağımız günler bir gün mutlaka gelecek. Ne yazık ki şu anda bütün dünya bu eşitsizliği yaşıyor. Yaratıcılığa doğuştan sahip olan kadının sanat dünyasındaki izinin bu kadar hafifi olmasını çok iyi anlatmışsın. Gönlüne sağlık. Bu dünyanın yükünü 50-50 paylaşmadığımız sürece dünya hiç bir zaman düze çıkamayacak.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz