Uçurumun kenarındayız Hızır!
Bize neler oluyor böyle, biz ne ara bu derece koptuk birbirimizden?
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişlerdi de inanmamıştım.
Fakat şimdi gerçeklerle yüzleşince, birbirimizden koparak savrulduğumuzu görünce, inandım!
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil…
Eskinin toplumsal hayatımıza yerleşmiş, taa yüreğimizin ortasına taht kurmuş; “tevazu”, “alçakgönüllülük”, “müsamaha” ve “saygı” yitip gitti bizden.
Her yanımız üçüncü sayfa haberleri ile kuşatılmış durumda!
Bir bakıyorsunuz şiddet, bir bakıyorsunuz cinnet ve bir bakıyorsunuz vahşet kol geziyor etrafımızda.
Gazze’de yaşananlar insanlığımızdan utandırırken bizi, şehrimizde semtimizde ve mahallemizde şahit olduklarımız birer kara leke bırakıyor yaşadığımız çağa…
Sahi bize ne oldu böyle?
Gaddarlaşan bir zamanın zalimleşen mekânlarındayız şimdi…
Etrafımız acılarla ve gözyaşlarıyla çevrili.
Gelenek kaybolup giderken “modernite” bize tüketimden başka bir şey getirmedi.
Önce değerlerini tüketti insan… Değerlerini tüketince de ruhsuz, kalpsiz, süslü püslü bir manken halini aldı.
Eskinin o “dayanışmacı toplumu” ve “yardımsever insanı” yok artık!
“Yeni toplum ve yeni insan” baştan sona bir bencillik abidesi…
“Ben, Ben, Ben…”
Evet, SEN!
“Sana dayatılan ya da kendi tercihlerin yüzünden geldiğin noktada can çekişiyorsun” diyeceğim ama…
BEN…
Bu nasıl bir duygudur böyle, nasıl gudubet bir his bu!
BEN!
Evet SEN! Yani ben, yani O…
Bizi içine çeken girdaba kapılıp gidiyoruz… Bizim oluşturduğumuz ve bizim kurduğumuz bir sistemin içinde hapsolduk şimdi…
YÜZYIL ÖNCE…
Bütün yoklukları, bütün imkânsızlıkları aşarak yalın bir yürek, yalın bir sevda ile verdiğimiz “İstiklal Savaşımız”da “BEN ve bencillik” neredeydi acaba?
Elde yok, avuçta yok! Karınlar aç, ayaklar çıplak…
Ama “Ben yok, Sen yok, O yok” sadece “BİZ” varız o zaman…
Birbirine sadece omuz verenler değil, birbirine yürek verenler var!
Çığlığa, avazeye ve sese kulak verenler var!
Başımıza çatılmış şu eşsiz kubbede hoş bir seda bırakıp gidenler, ayağımızın altına serilmiş gül bahçesini kanıyla sulayanlar var…
Şimdi ne oldu bize böyle? Nereye gitti o insanlar, o insanlığımız?
Uçurumun kenarındayız Hızır, yetiş!
İŞTE BAŞKA BİR SAYFA
İşte başka bir sayfa, birbimizden koparıldığımızın bir başka fotoğrafı…
Daha dün yaşadığımız orman yangınlarında gözümle gördüm, yüreğimle şahit oldum…
Gazeteci içgüdüsüyle gittiğim, alevler sınırında canını hiçe sayanları “Yeşil Vatan” için ateş denizine atılanları gördüm…
Karınca misaliydi insanlarımızın mücadelesi… Hz. İbrahim’in atıldığı ateşi söndürmek için ağzıyla ateş taşıyan karıncalar gibiydi hepsi…
Kimse kimseye “sağcı mısın solcu mu? Muhalif misin, destekçi mi?” diye sormuyordu. Alevleri yürekleriyle söndürüyorlardı.
İtfaiye ekipleri, orman görevlileri, traktörüyle dağları birbirinden ayırmaya çalışan, tankeriyle su taşıyan köylülerimiz, evi yanan komşusuna el uzatanlar, iş makineleriyle ateşin üzerine yürüyenler, evlerinde yaptıkları ayranları görevlilere taşıyanlar, koli koli içme suyu getirenler, engel tanımayan moto-kuryeler, askerler, polisler, zabıtalar… Başlarında Valiler, Kaymakamlar, Belediye Başkanları, amirler, müdürler, siyasiler ve STK temsilcileri… Hepsi ama hepsi sabahlara kadar uğraştılar…
Gördüm, yaşadım ve şahit oldum…
Fakat ne okudum?
Evlerinde oturup buz gibi sularını içip ahkâm kesenlerden neler okudum sosyal medya denilen o çukurdan dersiniz…
“Yangınları hükümet çıkarmış, uçak göndermemiş, belediyeler itfaiye ekiplerini çalıştırmamış…”
Belediyeleri suçlayanlar, hükümeti tahkir edenler…
Hem de yangınları çıkardığını itiraf eden Bebek Katili Terör Örgütü PKK iken!
İşte bu kırılma noktasıdır!
İşte bu iftiradır…
Bize ne oluyor böyle, kim koparıyor böyle bizi bizden…
Niye sahip çıkmıyor, destek olmuyoruz birbirimize…
Birbirimizi suçlayarak nereye varacağız…
Nasıl çıkacağız bu cendereden?