Yaşanan kriz, o bildiğimiz krizlere benzemiyor. Toplumsal alanda yaşam normları bütünüyle çökmüş durumda. Kamusal yaşam, şiddet ve suçun kontrolünde.
Kaos büyürken, yeni bir toplumsal mutabakat ve yeni anayasa tartışmalarının tam orta yerinde, akla düşen kritik soru;
Bu suç cehenneminde, kuralsızlığın yaşam biçimi olduğu koşullarda, her türlü ahlaki kaygıdan azade yaşamayı seçenlerle bir arada olmaya mecbur muyum?
Yasalar ve kurallarla yaşamayı hayatın olağan akışı olarak gören yurttaşın artık aklı karışık. Böyle gitmeyeceğini görüyor, söylüyor. Ancak çözüm yollarının belirsizliği siyasete olan güveni de yok ettiğinden, radikal çözümler öne çıkıyor.
Türkiye yönetilmiyor, sürükleniyor. Bu sürüklenişin siyasete yansımalarında Özel’in Erdoğan sevdası ziyadesiyle dikkat çekiyor.
Atıp tuttuklarına bakmayın, bu hengamenin altından ne iktidar ne ana muhalefet kalkabilir. Dolayısıyla, normalleşme, yumuşama, kucaklaşma derken durumu kurtaracak formüllerin peşinde çıkış arıyorlar.
Geniş tabanlı mutabakat hükümeti, mevcut koşullarda belki de en makul çözüm. Bu nedenle, yarı başkanlık üzerinde duruluyor.
Ancak üniter yapının dağıldığı koşullarda, yeni iktidar arayışlarının getirecekleri son derece tartışmalıdır.
Evet, radikal çözüm arayışları öne çıkmaya başladı. Erdoğan’ın dile getirdiği “Türk-Arap-Kürt” din kardeşliğine dayalı yeni devlet biçimi arayışına Türk ulusu olumsuz bakıyor. Buradan bir mutabakat çıkması ihtimal dahilinde değil.
Dengeden çıkan sistemde, bütün değerlerin yerle bir olduğu koşullarda din ve etnisite gruplarını öne çıkarmak, emperyal güçlere teslimiyetin gereği olmalı...
Uluslararası sistemde ortaya çıkan bunalımı fırsat olarak değerlendiren İslamcılar, insanlığın kurtuluşu için değil de din yoluyla uyuşturulması için mücadele ediyor. Yoksulların cennete gideceğini söyleyecek kadar kötüler.
Yolun sonundayız. Türkiye Cumhuriyeti ile devam veya herkes yoluna…