MENÜ
İzmir 16°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
'Aziz amca ver fuarı bize geri...'
Adnan SÖKMEN
YAZARLAR
3 Kasım 2017 Cuma

'Aziz amca ver fuarı bize geri...'

Biz öyle "Kültürpark" falan bilmeyiz!..

"Fuar"dır orası bizim için...

Çocukluk yıllarını İzmir'de geçirmiş olanların, bir kere de olsa illâ ki kaybolduğu yerdir Fuar...

Fuar, çocuklar için;

Lunaparktır...

Hayvanat bahçesidir...

Paraşüt kulesidir...

Trendir...

Uzun havuzdur...

Baloncu, lokmacı, şıracıdır...

Haa! Bir de makarnacıdır...

Eğer ki, annemiz babamız "Yarın Fuar'a gideceğiz" demişse; yandı gülüm keten helva!..

Sabaha kadar uyku girmezdi gözlerimize..

Bir heyecan...

Bir kıpraşma...

Bir hayal âlemi...

Anlatılmaz; anca yaşamışsan bilirsin o duyguyu...

Basmane Kapısı'ndan girer girmez bir tatlı heyecan sarardı küçük bedenimizi... 

(Bizim gibi kenar mahalle aileleri, genellikle o kapıyı kullanırlardı, durumları iki üç tık yukarda olanlar ise Lozan'dan, Montrö'den dalış yapardı...)

Anne-babamızın gözleri soldaki "Ekici Över" ya da "Akasyalar" gazinolarına kayarken, biz sıpaların ayakları sağdaki lunaparka doğru dört nala koşardı...

Tabii, freni yerdik anında...

"Hopp" derdi baba...

"Dur ulennnnn" diye çığlık atardı anne..

Haa, eğer ikazlar etkili olmazsa "beş kardeş" gelirdi valide hanımdan...

Ee, evdeki "silahlı kuvvetler" genellikle annelerdi bizim çocukluğumuzda...

Daha doğrusu, babalar ile anneler arasında "sinsi" bir anlaşma vardı dayak konusunda!..

Yani yaramazlık yaptığın zaman baba dik dik anneye bakar, anne de ya tokatı çakar ya da çimdiği basardı..

Ha, kaçarsan da terliği fırlatırdı...

Bu onların "Ana sporu"ydu!..

Çünkü, terlik fırlatma konusunda bir tane anne yoktur, isabet kaydetmeyen...

Ve biz de bu nahoş sahnenin ardından, ağlayarak başlardık Fuar turumuza...

Ama uzun sürmezdi salya-sümük hâllerimiz...

Tam çarpışan arabaların bulunduğu yerde biterdi zırlama faslımız...

Ne yediğimiz tokatın acısı kalırdı, ne de çimdiğin izi...

Tabii kesmezdi bizi bir tek çarpışan arabaların keyfi...

Gözlerimiz dönme dolaba bakarken, aklımız korku tüneline kayardı...

Bunlar da yetmez; atlı karınca ile dev aynalarına rezervasyon yaptırırdık...

Lunapark sefasının bitmesi çok zor gelirdi bize...

Ama sıradaki "lezzet" turunun cazibesini düşleyerek, fazla arıza yapmadan sessizce çıkardık o renkli dünyadan...

İlk tıkınma durağımız, Piyale ve Nuh'un Ankara makarnalarının melamin tabaklarda servis edildiği bahçeler olurdu...

Yani şimdiki çocuklar için hamburger neyse, Fuar'daki makarna da bizim için oydu...

Tabi arkasından "lokma"...

Ve onun da arkasından buz gibi şıra...

Yiyecek-içecek faslı bittikten sonra, geriye iki tane final kalırdı...

İlki paraşüt kulesinden atlayanları izlemek, ikincisi ve en önemlisi mini tren...

Hele hele o trendeki "oyuncaklı vagon"dan yer kaptık mı, bizden mutlusu olmazdı o an yeryüzünde...

Lâkin bundan sonrası kayıptır çocukluk hafızamızda...

Sadece anne-babamızın anlattıklarından biliriz o güzel Fuar gecesinin finalini...

Neden mi?...

Çünkü yaşadığımız keyiften mayışır, eve dönüş yolculuğumuzu zavallı peder beyin kucağında sürdürürdük...

Yani dostlar...

Biz, hayalleri küçük ama dünyaları büyük çocuklardık...

Biz, arkadaşımızla kavga etmeden önce 3'e kadar sayan, hatta korkup kaçsın diye, 2'den sonrasına da buçuk ekleyen çocuklardık...

Bizim ne bilgisayarımız, ne ayfonumuz, ne fesbukumuz, ne akülü ferrarilerimiz ne de nevbalans pabuçlarımız vardı...

Ama biz mutlu çocuklardık...

Tatlı çocuklardık...

Uslu çocuklardık...

Keşke "bizim Fuar"ımız hiç bozulmadan yerinde dursaydı...

Ve bu sayede, bizim çocuklarımız da bizim kadar mutlu çocukluklar olsaydı...

Hadi İzmirli çocukların Aziz amcası...

Ver onlara Fuarı geri...

Döşe rayları, koy treni...

Canlandır lunaparkı...

Döndür atlıkarıncaları...

Tattır makarnayı, şırayı...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Mahmut Kayhan
 4 Kasım 2017 Cumartesi 01:12
Anlaşılan, o zamanlar bütün çocuklar aynı durumdaymış.(Bir küçük azınlık hariç) Sokak aralarında top oynardık. Kollu atletimizi kömürün ya da kurumun karasıyla yarısını siyaha boyar, forma yapardık.. Yani sonradan olma degil, anadan doğma BeşiktAŞKlıydık. Ve her maçta renkli formalıları ama öyle, ama böyle illa ki yenerdik.BNiz, sokak çocukları, çapulculardık. "Baağzı" alışkanlıklar da -ne mutlu- büyüyünce değişmiyor...Hala öyleyiz...
 Şule Okur
 3 Kasım 2017 Cuma 10:56
Teknolojik hiçbir şeyimiz yoktu bir naylon bebekten başka ama çok mutluyduk
 Şefik Servet Savranoğlu
 3 Kasım 2017 Cuma 10:40
İlk gittiğimde1959 yılıydı. 8 yaşında, babamın deyişi ile “ Eşşek Kazığı “ kadar çocuk. Kayboldum. Polis karakoluna götürdüler. Ağlarken bulanlar. Polis amcalar bir de dondurma tutuşturdular elime. Biryandan onu yalamaya çalışırken göz yaşlarımın ellisinde geliyordu ağzıma. Ne zaman ki babamı gördüm kapıda, sevinç den fırladım. Karakol kapısının önünde babamdan bir tokat patladı suratım da:” Ben sana abinin elini bırakma demedim mi” diye. Hadi bir daha Bırakta gör. Kıyameti...Sana yağı pavyonunda , Çubuklu, Sütsan dondurma kapıcaz diye, az savaş vermedik... Zeki Müreni ilk Manolya Bahçesinin dışında dinledik...beni 58 yıl geriye götürdün. Kalemine sağlık... iyi ki varsın...
 yaren kader polat
 3 Kasım 2017 Cuma 10:23
harika yüreğinize sağlık . çoçukluk yıllarıma gittimm.???? çok terlik fırlatttı bana annem... keşle hayatta olsaydı gene terliği fırlatsaydı...
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz