MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çunuka… Arime… Maisses ve İzmir
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
4 Şubat 2017 Cumartesi

Çunuka… Arime… Maisses ve İzmir

Yunanlı yazar Mara Meimaridi’nin “İzmir Büyücüleri” adlı romanı Türkçede yayımlandığında, şimdi sadece rahmet dileyebildiğim Arkeolog dostum Şükrü Tül ile Hisarönü’nde karşılaşmıştık tesadüfen; eskisi kadar sık görüşemediğimiz günlerdi ve ayaküstü bu kitaptan söz ettik birbirimize… Manidar bir ifadeyle sorduğunu hatırlıyorum: “Şu İzmir’den kimler ne çıkarlar sağladılar değil mi Beyefendi?...”

Daha sonra Şükrü Bey’in bu kitap hakkında yazdıklarını okuyunca da, yaptığı benzetmeyi gerçekten yerli yerinde bulmuş, pek beğenmiştim: “Bir çuval keçiboynuzu odununu çiğneyip de bir damla bal almak.” Güzel bir halk deyişi ile şahane bir roman eleştirisi…

Meimaridi kitabına eski genlerinden bir sözcük anımsaması ile başlıyor: Çunuka! Nedir çunuka, kendisi de bulabilmiş değil. Ama tipik bir İzmir sözcüğü… Yazar onca İzmir anısı kitap okumuş olmalı ki, belleği kendiliğinden böyle bir sözcüğü uydurmuş bile olabilir. Meimaridi, otlar dünyasına dalarak İzmir büyücülüğünün kapılarından girmeye çalışıyor. Bu yolda bulduğu Türk Attarti Ana adında birisi; ne anlama geliyorsa!.. Yıllar sonra – toprağı bol olsun- Alex Baltazzi, “İzmir Rumcası Sözlüğü” Yayımladı orada da bulamadık Çunuka’yı…

İzmir kenti, Trasson Sokağı yani Frenk Caddesi, sonunda Hisar Camii, yukarılarda Türk mahalleleri, kıyıda ise romanda Kay diye yazılmış olan Quais, yani ‘rıhtım’dan oluşmaktadır. Attarti Ana da yukarılarda bir yerlerde yaşamakta olan bilge kişilik olarak büyü dünyasının kıyısına tutunmuştur. Attarti ile bir başka Türk olan Memeta’nın da adı anılır.

***

İzmir’de otların birincisi Arime’dir… ‘Yaprakları küçük olan bu bitki, şahinlerin eşeledikleri toprağın olduğu herhangi bir yerde rahat yetişir. Arime denen bu bitkiyi bulmak isteyen biri dağlara tırmanmak zorundadır.’ ”

İkinci bitki: Maisses diye, köstebeklerin çiğneyip yuvalarına tükürdükleri bir tür kök olan uğursuz bir bitki… Bunu bulan, üç kere kendine tükürüp kötülüğün ona bulaşmamasını sağlayacak sözleri söylemelidir. Maisses’i yiyenlere kırmızı gösterip “bu ne?” desen, yeşil dermiş. Maisses iyiyi kötü, kötüyü iyi gösterirmiş.

Maisses’in ölümcül karışımları da varmış ve panzehiri Arime otuymuş.

Kitapta bu söylentiler eksenindeki İzmir hayatının renkli hayalleri, özlemleri, “iyi bir koca bulma” kadar “iyi bir damat bulabilme” düşleri arasında nasıl geçtiğini bulabilirsiniz.

***

Büyücülerin “ot bolluğundan türemesi” iddiasına Meimaridi bir katkı yapsa da, İzmir, sanıldığı gibi batıl inanış peşinde bir kent değildir hiçbir zaman… Ya da ben öyle biliyor muşum bugüne kadar…

***

Genel olarak eski İzmirliler, “Büyüyü yapan da, yaptıran da kâfirdir.” inancına sahip olsa da; özellikle Rum ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu şehirlerde ‘büyücülük’ yaygın bir meslekmiş eskiden…

Ahali evine-yuvasına bağlı olmayan kocayı karısına bağlamak, kaybolan eşyayı-mücevheri bulmak, iki insanın birbirine aşık olmasını sağlamak, karısına ve çocuklarına sert davranan erkeği yumuşatmak, gurbete gideni geri döndürmek, kısmet açmak, bir kimseyi başka birinden soğutmak gibi sebeplerle falcıya-büyücüye başvurmaya bayılırmış. 

İzmir’de falcı ve büyücü merkezi Alman Kulesi civarıymış… Yani Tepecik… Neden Alman Kulesi, onu da sonra anlatırım… Halk bu türden insanlara rağbet etmeyi sevmesine rağmen, onlardan çekinirmiş de aynı zamanda… Mecbur kalmadıkça büyücüyle herhangi bir temas kurulmaz, büyücünün evine gidilmez, gidildiğinde asla çocuk götürülmez, büyücünün evinde veya dükkânında uzun uzadıya oturulmazmış. Büyücünün mekânına girip çıkılırken de kapı eşiklerinde türlü çeşit dua okunurmuş. 

Bu türden meslek erbabı(!)nın elinde, özel olarak hazırladığı koruyucu (ya da büyü bozucu) malzemeler olduğu, her tür büyüden korunmak için çeşitli yollar bulunduğu düşünülürmüş. Mara Meimaridi’nin “uçtuğu” kadar var yani…  Örneğin, insan içi cıva dolu bir fındığı boynunda taşırsa, ya da içinde maydanoz tohumu olan kovadan alınan su ile yüzünü yıkarsa, büyünün kötü etkilerinden uzak duracağına inanılırmış. 

Yemeklerin üstüne kurumuş leylek pisliği serpmek de bu yöntemlerden biriymiş mesela… Tıpkı şu yöntemler gibi:

Değirmen dolabından sıçrayan suyla yıkanıp abdest almak; denizaşırı bir yere gitmek veya ırmak, çay, nehir gibi küçük veya büyük bir akarsu üzerinden geçmek; kirpi kanı içmek;

yedi dükkân süprüntüsü, leylek pisliği, maydanoz tohumu ile tütsülenmek; kaştan, kirpikten, vücuttan kıllar toplayıp yakmak; fanilayı veya iç gömleği ters giymek...

Büyük bozma eylemlerinden biri de, ‘zar bozan, zor bozan, büyü bozan’ tütsüsüymüş. Bu tütsünün formülüne gelince: Bir mısırın püskülü, bir ana-kızının idrarı ile beraber bir kapta kaynatılır, sonra bu sudan tütsü yapılırmış. 

En çok rağbet gören büyülerden biri de, kötülüğü istenen kişinin adını, koyun veya sığır kolundan çıkan kürekkemiğine yazıp sonra da bu kemiği kurumuş bir ağacın dalına asmakmış. Bu yüzden kasaplar kendilerinden kürekkemiği istenildiğinde, kemiği kırmadan vermezlermiş; bir kötülüğe vesile olmamak için. Bilmem bilir misiniz, kasaplar bugün de kürek kemiğini kırarlarmış.

Bu bağlamda bir başka inanışa göre, büyüyü yapan Müslüman ise eğer, büyünün bir şekilde bozulabileceğine; büyüyü bir Hıristiyan yaptıysa, büyünün etkisinin ancak büyücü ölüp de eli çürüdükten sonra geçeceğine inanılırmış. Halk, büyücülerin birtakım gizli güçleri, cin ve perilerden hizmetçileri olduğuna inanır; ünlü büyücüler de etkinliklerini saraya, sarayla yakın ilişkideki ailelere kadar genişletirlermiş.

Büyücülerin elinde başkalarından özenle gizledikleri büyü kitapları olduğu da dilden dile dolaşan bir başka tevatür…

***

M. Halit Bayrı,  yaşlı bir büyücünün karısından satın aldığı elyazması kitaptan yüzün üstündeki büyüyü; ‘Aşka Ait Büyüler’, ‘Soğutmak ve Ayırmak İçin Yapılan Büyüler’, ‘Kaçağı Tutmak, Uzaktaki Birini Geri Getirmek İçin Yapılan Büyüler’, ‘Dil ve Uyku Bağlamak İçin Yapılan Büyüler’ ve ‘Muhtelif Büyüler’ başlıkları altında tasnifleyip “İstanbul Folkloru” adlı kitabında yayımlamıştır.

Eski kütüphanelerdeki büyü kitaplarının öyküsünü Murat Bardakçı gittiği her gazetede tefrika etti, “uğraşmayın-bulaşmayın” diye yazdı ama dinleyen kim? Maalesef günümüzde de insanların büyücülere başvurmayı sevdiklerini biliyorum, duyuyorum… Büyü işleri de, kendilerine “din adamı süsü” veren bazı açıkgözler tarafından (itina ile) yürütülüyor.  

***

Nerden çıktı bu büyü işleri diye sormayın… Tatil günü evde oturunca …

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz