MENÜ
İzmir 14°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
‘Ey Fatih Terim’ mi, ‘Ah be Adanalı’ mı demeliyim, bilemedim…
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
8 Temmuz 2015 Çarşamba

‘Ey Fatih Terim’ mi, ‘Ah be Adanalı’ mı demeliyim, bilemedim…

Bir çocuk gibi şaşarak yaşamaktan uzaklaşalı… Öğrendikçe şaşırmayı, her şaşkınlıkta yeni soruların ve hayallerin izini sürmeyi bırakalı, aklımızı ve zamanımızı sömüren büyüklerle yaşamaya çalışırken şaşkınlıklarımı/hayretlerimi harcayalı çok zaman oldu. Bazen nadiren şaşırırsam eğer, şaşırmama şaşırıyorum aklıma/hafızama teessüflerimi bildiren sitemler eşliğinde, tıpkı bugün olduğu gibi.

‘Bir alaturka şövalye’ ‘aristokrat GS’yi yöneten proleter’, (adındaki fetihten esinle) ‘Türk futbolunun Cengiz Hanı’ gibi türlü janjanlı sıfattan ‘İmparatorluğa’ terfi etmiş bir Türk büyüğü olarak nasıl unutmuş olabilirdim oysa medya vasıtasıyla herkeslere/hepimize saçtığı incilerini? “Fatih Terim tam anlamıyla gerçek bir megalomandı” diyen bir zamanlar Galatasaray’da forma giymiş Frank De Boer’in sözlerini… Kameralara “Bu ülkede 550 vekil varken benden bir tane var!” deyişini… TV’de futbolcularından birinin bebeğini kucağına alırken çocuğun ağlamaya başlamasıyla onu babasına doğru uzatırken dudağından dökülen “çocuk nerede olduğunun farkında değil tabi, bilse ağlamazdı” sözlerini…“Önce Allah çarpar, sonra ben!” atarlanmalarını… “Ders almam, veririm!” vaveylalarını… Yıllar önce bir söyleşisinde eski kavgacılığını nasıl tedavi ettiğini anlatırken "Ama hiçbir şeyi unutmam. Kara kaplı bir defterim var, her şeyi oraya yazar, günü gelince yoluyla yordamıyla hesap sorarım" cevabını… Uzatırsam köşenin tamamını kapatacak büsbüyük cümlelerini… Nasıl hatırlamam?
Gazetelerin arka sayfalarını okuma alışkanlığım olmasa da Psikiyatrist Alper Hasanoğlu’nun Radikal’deki ‘halk çocuğunun elitistlerle imtihanı” başlıklı muhteşem yazısını ya da eskiden yazı günü olduğu için pazartesi’leri bana iple çektiren Yıldırım Türker’in tam isabet dedirten makalesini? 

“Evet, futbolumuz şerefli mağlubiyetler çağını geride bıraktı. Bunda, imparator Fatih Terim’in önemli katkısı var. Ama bence onun katkısı futbolcularına rakiplerini yenebilecek beceri ve taktik bilgisi kazandırmak değildi. O, bu topraklarda yaşayan ve yetersizlik duygusu altında ezilen çoğu insanımız gibi, ‘Bir Türk dünyaya bedel!’ masalına inanmaya hazır eğitimsiz futbolcusunu doldurarak yaptı bunu. Psikolojik terimlerle konuşursak, yetersizlik şemasının dayanılmaz sıkıntısını aşabilmemiz için topluca narsistik bir büyüklenme içine girmemizi sağladı. Ve medya bunu, Fatih Terim’in futbolcusuna özgüven aşılaması olarak yorumlamayı seçti.
Oysa gerçek hiç de inanmak istediğimiz gibi değildi. Eski Alman milli takım kaptanlarından Karl Heinz Rummenige, milli maç öncesi kampta satranç oynadıklarını söylerken, bizim futbol takımlarımızdan biri, ‘ceza olarak’ klasik müzik konserine götürülüyordu. Ve biz devşirme milli futbolcularımızla Almanya’yı yenemediğimizde çok şaşırıyorduk.

Narsizm Fatih Terim’i çok sevimsiz yerlere taşıdı. Kendisini eleştiren Saffet Susiç’e “Benim ülkemde, hele bir Yugoslav bana böyle laflar edemez” diyecek kadar ırkçılığın sınırlarında da gezindi, UEFA kupasını, geçmişi işkence iddialarıyla karanlık bir eski Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar’ın kızına armağan edecek kadar milliyetçi de oldu. “Ben narsist değilim. Kendime çok aşırı güvendiğim için belki” diyecek kadar da ‘ben’ âşığıydı. 
Bağırarak ve korkutarak yönetilmeyi sevenler ülkesinde, kendisini eleştirenlere yukarıdan bakarak, azarlayarak, aba altından sopa göstererek, karşısındakini küçümseyerek narsistik yaralanmalarıyla başa çıkmaya çalışan kırılgan bir Adana delikanlısı oysa o. Kırılgan, çünkü gerçekten haksızlığa uğradığını düşünüyor her eleştiride.” (Alper Hasanoğlu)

“Fatih Terim, sahneye çıktığı andan itibaren güç ve iktidarın kabuki'sini oynuyor. Başarısını bunca heyecanlı bir seyir serüvenine dönüştüren, takımının maçları kadar kendi özgün gestus'u. Öncelikle Marlon Brando'nun 'Baba'sından ödünç alınmış dudak temrinleri. İnsan dudaklarının teatral anlatım alanında nelere kadir olabileceği konusuna şaşırtıcı katkılar: Her an sıkkın, bezgin; dangalak ordusuna doğru yolu bir türlü gösterememiş bir dâhi liderin dudak büküşü. Altta gördüğünün gönlünü almaya yatkın bir 'gülmesem de olurdu ama bunu bahşiş kabul et' tebessümü. Isırdım mı kenetlenirim kelepçesi. Öfulanöf iç çekişiyle büzülüp dışa patlayıveren dudaklar. Konuşurken, bir kelime sonrası birden gerinip toparlanan, şöyle yanlardan alta doğru yaylanıp sıradaki kelimeyi mermiymiş gibi dışarı üfleyiveren dudaklar. Laf adamı değil, eylem adamı olduğunu kaşlarından aldığı destekle sıkıntılı bir şekilde yansıtan dudaklar. Onun dudakları. Doğumhane kapısında, oğlan doğurmazsa karısını ossaat keseceğini düşünerek asabi voltalar atan bir adam gibi sahanın kenarında istim tutarken takımının atıverdiği golle zıplar. Yumruğunu savurur. O an, oynananın bir futbol maçından çok öte bir şey olduğunu hissedersiniz. Gözlerinde patlayıveren ışık, sevinci aydınlatmaz. Alınmış bir intikam, zapt edilmiş bir kalenin burcuna dikilmiş sancak, hak yerini buldu duygusu.” (Yıldırım Türker) 
*

“Galatasaray’ın içi boş elitizminin altından kalkabilmek için halkın değerlerine sarılmak yerine, kendini küçümseyenle özdeşleşip gerçek olmayanın kopyası olmayı seçen” Terim’in ‘Aksaraylı ustanın futboldaki izdüşümü’ olduğunu her fırsatta hatırlatan Selahattin Duman’a da selam çaktıktan sonra… Bellekteki bu ve benzeri pek çok anekdota rağmen, Vatan Gazetesi’ndeki köşe yazısında ‘Alaçatı’daki sokak köpeklerini korumak/kollamak adına’ Fatih Terim’e teessüflerini bildiren gazeteci Öncel Öziçer’i ‘kara kaplı defteri’ndeki listeye ekleyip, intikamını soğutmadan sıcağı sıcağına almasına nasıl olup da şaşırdığıma hayretler ediyorum sahiden de. Sevgili Öncel’in gazeteden kovulmasını isteyebileceğine ihtimal vermeyip o kırılgan Adanalı delikanlılığının Terim’in damarlarının hala bir yerinde attığını varsaydığıma… Ekmek kavgası vermeyi iyi bilen birinin ekmekle oynamayacağı gibi, saftirikliğe giren iyi niyetli düşünce halime inanamıyorum. Öncel’in (bence hakaret içermeyen) yazısıyla kendini hakarete uğramış hisseden normal bir insanın bunun hesabını mahkeme kanalıyla sorma yerine, kestirmeden ve kısa zamanda işten attırmayla ‘cezalandırıcı’ olmayı seçmesinin altında yatanı kestirememiş oluşuma da…

Öncel’in köşe yazısındaki yorumu alarak gazetenin magazin eki Makaron’a haberleştirerek manşet yapan yazı işleri ekibinin günahsız, yazarın günahkar ilan edilip tez kellesinin alınmasına dair iki çift laf söylemekse, çok anlamsız olur bizim medya düzeninde. Sayısız günah keçisi yaratıp ‘e ne yapalım canım ekmek parası, bizim de ailemiz var’ iç rahatlığıyla yaşayıp giden mebzul miktar yöneticiyle tanışmışlığım var bu alemde. Hele ki şu dönemde… Demirören, Terim ve iktidardan oluşmuş sağlam bir sacayağına karşı durmak, sorgulamak, ‘ayıptır günahtır yahu, ortada bir suç/günah/hata varsa hepimiz günahkarız/hatalıyız” demek? Haşa, sümmehaşa tabii… Terim’in öfkesi/tepkisi/isteği nedeniyle Öncel Öziçer’in yazısını gazetenin internet sitesinden buharlaştırıp, sonrasında da yazarı arayıp ‘Terim senin işten atılmanı istiyor, diretiyor, kriz var yazı işlerinde, biz çok direniyoruz ama nereye kadar’ acizlenmeleriyle günah çıkartanları da… ‘Buralar/bu zamanlar/bu havuzlar sizin, hayrını görün, deriniz buruşuncaya kadar yüzün’ diyerek geçiyorum.

Anlatanların/yazılanların yalancısıyım. Şu meşhur Platini futbolu bıraktıktan sonra psikolojik sorunlar yaşıyor ve psikoloğa gidiyor. Psikolog buna diyor ki, "Kendini fazla önemseme, alt tarafı bütün hayatın boyunca hiçbir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın." Bir durup kendine geliyor ve "O zaman dert edecek bir şey olmadığını anladım," diyor Platini, "Hayatın tadını çıkarıyorum..." Bu sözden hareketle ben de Terim’e “alt tarafı hayatının bir bölümünde hiçbir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın, ardından aynı yuvarlağı tekmelemiş bir sürü futbolcu çalıştırdın, aldığın inanılmaz paralarla bi sürü züğürdün çenesini yordun. Bırak bu işleri, hayatın tadını çıkar, insanların hayatıyla oynama’ falan diyeceğim ama… Bu kadar nafile çaba, bu kadar naiflik, bana bile fazla gelecek. Ki geldi.

Umalım da herkesle dost olabilmek, herkes tarafından sevilmek isteyen, takdire ve olduğu gibi kabul edilmeye aç, etrafındaki goygoycuların güce tapınanların bile doyuramadığı o küçük çocuk yanı, Öncel’in yazısı vesilesiyle sosyal medyadan yağan nefret mesajlarıyla şaşırıp alt üst olan ruhu bir gün olur durulup huzur bulur. Ettiğim duaya kendim bile inanmıyorum ama yine de amin…
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 
 9 Temmuz 2015 Perşembe 10:36
Şimdi Fatih Terim, toplumu şaşırtsa. Gazeteci Öncel Öziçer'e , durumuna ve yeteneklerine uygun bir iş ayarlayıp, davet etse...Ya da sizi kendime , halkla ilişkiler uzmanı olarak seçtim. Benimle Çalışır mısınız?...dese...
 Atilla Baysak
 8 Temmuz 2015 Çarşamba 18:02
Tek kelimeyle harika. Kaleminize sağlık.
 ALİ OSMAN ÖĞMEN
 8 Temmuz 2015 Çarşamba 17:49
SEVGİLİ GÖNÜL KARDEŞ KALEMİNİ Mİ ?(KLAVYENİ Mİ) SENİ Mİ ÖPEYİM ? YOK YOK KUTLAMA İÇİN İKİSİNİ DE YAPAYIM.SEVGİLERİMLE
 enver olgunsoy
 8 Temmuz 2015 Çarşamba 12:08
müthiş betimlemeleri yazınıza taşıyarak bizlere sunarken sizin yazınınız da bu betimlemelere parmak ısırtıyor.içtenlikle kutluyorum.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz