MENÜ
İzmir 20°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Michelin Yıldızlı Aşçı Olmak Kolay mı? The Bear
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
2 Mart 2024 Cumartesi

Michelin Yıldızlı Aşçı Olmak Kolay mı? The Bear

Bu yazıyı gerçekten hak eden Michelin Yıldızlı şef dostlarıma adıyorum

ABD televizyon endüstrisinin en prestijli işlerinden biri olan Emmy Ödülleri’nin 75’incisi geçen haftalarda sahiplerini buldu. Eylül ayında yapılması planlanırken Hollywood'daki grev nedeniyle ertelenen 75. Emmy Ödül Töreni, Los Angeles'taki Peacock Tiyatrosu'nda gerçekleşti.

Succession, Beef ve The Bear en iyi yapımlar olarak öne çıktı.

En İyi Komedi Dizisinde The Bear kazanan olurken, aynı diziden çok ödül çıktı: En İyi Aktör aynı dizideki rolüyle Jeremy Allen White oldu. Diziden Ebon Moss-Bachrach En İyi Yardımcı Aktör, Ayo Edebiri ise En İyi Yardımcı Aktrist ödüllerini aldılar.

Açıkçası bu ödüllere kadar The Bear dizisini seyretmeyi düşünmemiştim. Şu ara vaktimi Avrupa sinemasına ayırmayı daha çok seviyorum. Ama bu ödüllerden sonra oturdum izledim.

Notlarımı aktarayım:

Sinema ve TV dizilerinde gastronomik mevzuların öne çıkması yeni bir şey değil ama ortaya The Bear gibi bir iş koyduğunuzda uzak ara fark da yaratılabiliyor.

Hikâye kardeşinin intiharından sonra ailenin lokantasını işletmek için eve dönen ödüllü şef Carmy'nin (Jeremy Allen White) duygusal gelgitleri üzerine kurulu. Carmy’nin yansıttığı duyguların daha önce de tanığı olmuştuk, intihar eden şefler bile görmüştük. Carmy’nin bize sık sık söylediği şu: Dünyanın dört bir yanındaki üst düzey şefler arasında yaygın olarak paylaşılan bir inanç… Başarılı mutfaklar tutkuyla çalışır.

“Tutku” ( Passion) kelimesi, hem olumlu hem de olumsuz olarak katlanmayı, “katlanmayı ve genel olarak acı çekmeyi” ifade eden Latince “passio” kelimesinden türetilmiş… Seçkin şeflerin mutfaktaki  tutkularına bazen gönderme yapılır, gastronomi yazınında… Başarının sırrı zorlayıcı arzularda… Her şeyi zorlayan arzular!

Buradaki “her şey”, en yüksek kaliteyi, disiplini ve standartları sağlamak için son derece kuralcı çalışma uygulamaları gibi olmazsa olmaazlar!

Bu, kişinin sanatı uğruna acı çekmesini meşrulaştırır mı?

18 ve 19. Yüzyıl ressamlarından, hatta Van Gogh’dan biliyorum: Şikâyet etmeden aşırı derecede acı çekmek, özel bir insan türü olmaktır.

İşte şimdi bu ressamlar gibi tutkulu şefler, sınırsız mutfak mükemmelliği, olağanüstü müşteri deneyimleri ve Michelin yıldızına sahip olacak kadar kusursuz yenilebilir şaheserler için alan yaratıyor.

Diziden gözlemlediğim şu: Tutkulu olmak başka bir şey, takıntılı ve istismarcı olmak başka bir şey elit aşçılıkta!

Çünkü tutkulu  aşçılar, kalite ve tutarlılık arayışında derinden acı çekiyor ve çevrelerine de acı çektiriyorlar…

Üç Michelin Yıldızına sahip kıdemli bir şef yardımcısının, Carmy'yi ürkütücü bir şekilde taklit ederek bize söylediği gibi: Tutkulu olduğumuz bir şeyi bir tabağa koymak için tüm hayatımızı adarız ve her şeyi, kesinlikle her şeyi feda ederiz.

***

Seyrettikçe anladım:

Ancak The Bear'ın iki sezonu bu tür bir tutkunun ortak idealleştirilmesine dayanmıyormuş… Dizideki akış pek çok tabakta yer alan sevgi ve sanatın çirkin ve yıkıcı olduğu kadar güzel ve yaratıcı da olabileceğini güçlü bir şekilde gösteriyor. Sanat uğruna acı çekmek övgüye değerdir ama iyi midir?

Bilmiyorum…

Dizide Bear'ın yaratıcıları, seçkin şeflerin karşılaştığı deneyimlerin incelikli ve kapsamlı bir temsilini sunuyorlar izleyiciye. Şeflerin mutfakta geçirdikleri süre gibi “fedakarlık ve sosyal izolasyon” temaları iyi işlenmiş.

Örneğin, ikinci sezonda Carmy'nin sevgilisi Claire'e telefon numarasını kasıtlı olarak yanlış verdiği bir sahne var…  Sevgilisi kendisini meşgul etmesin diye yanlış telefonu sadece “aşçılar mı verir?”

Sevgiliden daha önemli ne vardır ki hayatta. Ben olsam “yemişim Michelin Yıldızını” derdim. Ama tutkulu aşçılar diyemiyor.

Carmy, Claire'i çok seviyor ama mutfağından da vaz geçemiyor.  “O kadar harika ki beni çok korkutuyor” diyecek kadar.

Aşk mı mutfak mı? Dizide mutfak kazanıyor.

Hayatta öyle midir? Sanmıyorum.

Senaryo ekibi tam 62 michelin rehberinde yer alan elit şefle yapılan görüşmelerden yola çıkarak yazmış diziyi.  Şeflerin günde 12 ila 20 saat civarında çalıştığını görmüşler.

İşlerine yönelik bu şekilde algılanan bağlılık, bir aileye sahip olmak ile gerçekten iyi olduğu bir işi yapmak arasında seçim yapmak zorunda olan güçlü ve dirençli bir profesyonelin fikirlerine dönüşüyor.

Peki bu şefler için durum gerçekten The Bear'ın anlattığı kadar stresli mi?

Ben de tanıdığım gerçek şeflerle konuştum: Evet gerçekten öyle.

Daha önce Michelin yıldızlı şeflerin bu övgüyü rahat davranarak ya da kolay yerlerde çalışarak alamadıkları kesin.

Ne diyelim… The Bear’ı , İngiltere ve ABD için çok gerçekçi buldum.

Akdenizli şeflerin bu kadar da kasacağını sanmıyorum.

Michelin yıldızlı dostlarıma Allah Kolaylık Versin diyorum…

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz