MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Sosyal medyadan etkilenerek bir şey satın aldınız mı?
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
29 Aralık 2020 Salı

Sosyal medyadan etkilenerek bir şey satın aldınız mı?

Tabii ki almadım. “Bir ürün ücretsiz ise, ürün sizsiniz!”  başlıklı Netflix belgeseli “Sosyal İkilem” i tartıştığımız ilk yazı tahmin ettiğimiz gibi çok önemli geri dönüşler aldı. Bizimle aynı gün aynı konuda yazan Konak Belediyesi’nin eki başkanlarından Muzaffer Tunçağ ağabeyimiz ile aynı düşüncelerde olmak başlı başına bir keyifti.

Belgeselin sonunda öneriler de var daha önce de değindiğim gibi: Sosyal medyanızı kapatın ya da en azından bildirimlerinizi kapatın, 16 yaş altı çocukların sosyal medyaya girmesine izin vermeyin gibi…

Türkiye gibi bir ülkede haberin her an “missenformasyona” ya da son “aşı meselesinde olduğu gibi” dezenformasyona uğrayacağı ülkelerde sos-yal med-ya ka-pa-tı-la-maz… Ama bu bağımlılığa kapılmamak ya da bir şekilde bunu kontrollü yaşamak elbette mümkün…

Dönelim belgesele:

Anlıyoruz ki büyük sosyal medya şirketlerinin bir “Bağımlılık Direktörü” varmış…

Evet hepimiz insanız ve diğer insanlarla ilişki-iletişim kurmak bizim için temel biyolojik bir zorunluluk. Hekim arkadaşıma sordum; kurduğumuz iletişimler dopamin salınımını doğrudan etkiliyormuş. Haz verici şeyler dopamin salınımını arttırır ve mutluluk verir, eksikliğinde konsantrasyon bozukluğu olur. Dopamin fazlalığında en sık görülen durum ise bağımlılık. Uyuşturucu ve sigara kullanımı sonucu yoğun bir şekilde salgılanan dopamin, vücudu yaptığı şeyi tekrar yapmaya iter ve neticede bağımlılık yapar. Aşırı neşe durumu, hareket ederken ortaya çıkan zorlanma durumu, halüsinasyon görme gibi belirtiler dopamin fazlalığında ortaya çıkan vücudun gösterdiği en belirgin reaksiyonlar.

Bu iletişimler sayesinde toplum içinde yaşamamızı, eş bulmamızı, türümüzü devam ettirmemizi sağlayabiliyoruz. Bu sistemin ardında milyonlarca yıllık bir evrim var. Bu sebeple de insanların arasındaki bu bağlantıyı organize eden sosyal medya gibi bir aracın bağımlılık yapma potansiyeli olduğu hiçbir şekilde şüphe götürmüyor. Bütün mesele oynanan oyunun farkında olduğunu bilerek oynamak…

Fi tarihinde yazmıştım, “bu memleket ne çektiyse burayı küçük Amerika yapmak isteyenlerden çekti” diye… Amerikalıların büyük bölümünde zaten genetik olarak ruhsal yapısında sorunlar olduğu iddia edilir. Otomatik silahlarla okula girip çoluk çocuğu katletmek başka türlü nasıl açıklanabilir ki?

Jeff Orlowski çok ciddi bir iddia ortaya koymuş: Amerikalı gençlerde, depresyon ve kaygı düzeylerinde devasa bir artış olmuş. Bu, yaklaşık olarak 2011 ile 2013 yılında başlamış. Resmi istatistiklerle anlatıyorlar, Amerika’da 100 bin genç kız içinde kendini kestiği ya da kendine zarar verdiği için hastaneye kaldırılan kızların sayısı 2010 ila 2011 yıllarına kadar stabil durumdaydı. Ama sonra bu sayı hızla artmaya başlamış…

Oyundan atıldılar ondan mı? : Aklı başına gelmiş sosyal medya şirketlerinin eski çalışanlarına bu belgesel üzerinden, “oyun dışına çıkarılınca böyle konuşuyorlar” suçlaması yapılıyor. ABD’nin beğendiğim yönüdür hukuk devletinin her koşulda işetilmesi. Yargıçların Trump’ı nasıl ciddiye almadıklarını gördük hep beraber… Şayet gerçekten de eski çalışanlar yalan söylüyor olsalar emin olun belgeselin vizyona girdiği 2020 Ocak ayından itibaren kendilerine cezaevlerinde yer açılırdı… Aradan bir yıl geçtiğine göre ve bu sosyal medya şirketlerinin büyük gücüne rağmen bunlar sokakta geziyorlarsa sorun yok demektir. 

Konuşmacılardan birinin aldıkları şu talimat kan dondurucuydu gerçekten: “Sosyal medyaya öyle bir takılsınlar ki, dikkatleri, ödevlerini yapamayacak kadar maniple edilsin. Kendilerini gerçek dışı güzellik standartlarıyla karşılaştırsınlar isterim.” Bunu hiç kimse istemez. Eskiden çocuklarımızı korurduk, çocuklar pazar sabahları çizgi filmlerini izlerken çocukları korumayı umursuyorduk. “Bu yaştaki çocuklara bu şekilde reklam veremezsiniz” diyorduk. Ama şimdi çocuklar için Youtube’a baktığınızda dikkat ekonomisinin tüm payını yalayıp yuttuğunu görüyorsunuz. Şimdi her çocuk, çocuklar için Youtube’a maruz kalıyor. Tüm o korumalar ve düzenlemeler bitti.

Yola kötülük etmek için çıkmadılar: Yeni bir kuşağın tamamı rahatsız, yalnız, kararsız ve ürkek… Bir konuşmacının dediği gibi  “dijital bir emziği” var buraya ısrarla takılanların. Böyle koşullandırılan bir insanın kendi başına bu kadar problemle başa çıkma yeteneği olabilir mi?

Facebook’ta uzun süre çalışmış ve “like” tuşunu icat etmiş bir konuşmacının sözleri: “Ve söylediğimiz pek çok şey kulağa sadece vahim bir kıyametin içindeymişiz gibi geliyor. Yani “Aman Tanrım, teknoloji dünyayı ve çocukları mahvediyor” diyoruz. Hayır, öyle değil. Kafa karıştırıcı. Çünkü hem bu bir ütopya hem de bir distopya. Örneğin telefonuma dokunduğumda 30 saniye sonra bir araba gelebilir ve gitmem gereken yere gidebilirim. Bu büyülü bir şey, resmen muhteşem. Beğen tuşunu yarattığımızda tek isteğimiz dünyaya olumlu düşünceler ve sevgi yaymaktı. Bu niyetimiz ne hale geldi. Gençlerin yeterince beğeni almadığında depresyona girmesi ya da bunun siyasi kutuplaşmaya neden olması hiç aklımızda yoktu. Bence yola kötülük etmek için çıkmadılar. Sorun iş modellerindeydi. Hizmeti kapatabilirsiniz ve sonrasında 20 milyar dolarlık hisse senedi değerini yok edebilirsiniz ve dava edilirsiniz. Ama eski zamanlardaki duruma dönmek mümkün değil”

***

Belgeselde Türkiye’de henüz başarılı bir uygulama haline gelememiş, Türkçe versiyonunda yalan yanlış bilgilerden geçilmeyen ama ABD ve Avrupa’da çok başarılı olan Wikipedia ile Facebook karşılaştırması da var:

Şöyle diyor katılımcı: “Facebook gibi yerlerde gönderilerin ne kadar yanlış olduğunu anlatmak için kullandığım yöntemlerden biri Wikipedia karşılaştırmasıdır. Bir sayfaya girdiğinizde diğer insanların gördüklerini görüyorsunuz. Bu, internette herkesin aynı şeyi gördüğü nadir şeylerden biridir. Şimdi bir an için Wikipedia’nın ‘Her kişiye farklı bir özel tanım vereceğiz ve bunun için insanlardan ücret alacağız’ dediğini düşünün. Bu durumda Wikipedia sizi takip edebilir, Wikipedia hesap yapabilir ve “bu kişinin bazı ticari çıkarlar adına biraz değişmesi için ne yapabilirim” diyebilir, değil mi? Sonra girdiyi değiştirebilir. Bunu hayal edebiliyor musunuz? Edebilmelisiniz, çünkü Facebook’ta tam olarak bu oluyor.

Şahsen ne Wikipedia’ya, ne de Facebook’a bilgi konusunda asla güvenmeyen, kafama takılan bir şey olduğunda cilt cilt ansiklopedilerime dönen biri olarak bunu da şaşkınlıkla izledim.

Facebook’a başka suçlamalar da var: “İstersem Facebook’ta “bir komplo teorisi uygula” diyebilirim ve dünyanın dümdüz olduğuna inanan 100 kişi bulabilirim. Ve Ay’a gidilmesinin bir komplo teorisi olduğuna inananları ve Facebook’a “bana böyle ilgi alanları olan 1000 kullanıcı ver” diyebilirim. Facebook bana daha fazla komplo teorisiyle etkileyebileceğim bu profildeki binlerce kullanıcıyı memnuniyetle verir”.

Son günlerde “aşı karşıtı” kampanyaları gördükçe bu suçlamalara da inandım…

***

Finansal teşvikler… İşte bütün mesele burada: Peki bütün bunlar neden yapılıyor. Tek amaç sadece satışı ve kârı artırmak mı? Konuşmacılardan biri diyor ki; “Benim gördüğüm; iş modelinin, ekonomik teşviklerin ve hissedar baskısının içinde, kapana kısılmış bir grup insan olduğu. Bu durum başka bir şey yapmayı neredeyse imkansız kılıyor. Bence şirketlerin para kazanmaya odaklanmalarında sorun olmadığını kabullenmeliyiz. Sorun, hiçbir düzenleme, kural ve rekabetin olmaması ve şirketlerin fiili hükümetler gibi hareket etmesi. Sonra da ‘biz kendimizi denetleriz’ demeleri. Bu bir yalan, gerçekten gülünç. Finansal teşvikler bir açıdan dünyayı yönetiyor. Bu yüzden bu sorunu çözebilmek için finansal teşviklerin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bu şirketlerin değişmesi için mali bir neden yok. Bence bu yüzden düzenlemeye ihtiyacımız var. Telefon şirketleri hakkımızda veriye sahip ve yanlış şeyler yapmamalarını sağlamak için bir sürü yasamız var. Fakat dijital gizliliğe dair neredeyse hiç yasamız yok. Veri toplamayı ve işlemeyi vergilendirebiliriz. Tıpkı kullandığınız su miktarını takip ederek su faturanızı ödediğiniz gibi…”

***

Yeniden soralım: Tek amaç sadece satışı ve kârı artırmak için mi? Sanıyorum uzun bir süre bu soruya cevap aramaya çalışacağız.

Ama bu sürede yapabileceğimiz bazı işler de var. Sosyal medyada “reklam kokan işleri layklamamak” gibi… Başlıkta sorduğumuz sorunun cevabı olarak sosyal medyadan etkilenerek bir şey satın almamak” gibi.

Sosyal medyadan vaz geçecek miyiz, bir kez daha tabii ki hayır!. Ama yapabileceğimiz işler var. HES ve zorunlu harita takipleri dışında akıllı telefonlarımızın “konum” özelliğini kapalı tutmak. Alışveriş yaptığınız, yemek yediğiniz yerler üzerinden konumunuza bağlı olarak sizi maniple etmelerini engellemeye çalışmak.

Belgeselin sonunda öneriler de var: Sosyal medyanızı kapatın diyorlar bunu kabul etmemiz imkansız. Ama bildirimleri kapatmak mümkün. Önemli bir öneri de16 yaş altı çocukların sosyal medyaya girmesine izin vermemek gibi. Çoluğuna çocuğuna 5 yaşında daha okuma yazmayı sökmeden sosyal medya hesabı açan akılsız anne-babalar düşünsün bunu bence

Elbette sosyal medya bağımlılığa kapılmamak kolay değil ama bir şekilde bunu kontrollü yaşamak mümkün. Netflix belgeseli Sosyal İkilem üzerine yazmaya devam edeceğim. Gelecek yazımız takipçi artırmak için takla üzerine takla atan sözde trend belirleyicilere ayıracağım

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Ben sadece belgesel izlerim
 30 Aralık 2020 Çarşamba 15:42
Netflix'i kimden etkilenip aldınız?
 Ali Ömür
 29 Aralık 2020 Salı 19:45
Uyarıcı/uyandırıcı/yol gösterici yazınız için teşekkür ederim kardeşim.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz