MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Uzun zaman oldu... Çok uzun zaman...
Adnan SÖKMEN
YAZARLAR
3 Aralık 2017 Pazar

Uzun zaman oldu... Çok uzun zaman...

Bugün pazar...

Memleket meselelerini bir kenara bırakayım dedim...

Zaten memleketin koca koca meseleleri üzerinde ahkâm kesmek bana düşmez...

Çünkü ne bir akademisyen ünvanım var, ne de siyasetçi şapkam!..

Zaten olsa da prof'lu, vekilli etiketler bende naif bir at ve kelebek görüntüsü yaratır!..

 

Bu yüzden sizlere biraz  romantik, biraz dramatik bir öykü yazayım dedim...

Kırık bir aşk hikayesi kurguladım kafamda...

Sıkılmazsanız okuyun...

Haa, sıkılırsanız da açın A Haber'i, CNN'i ya da Halk tv'yi "Erik dalı gevrektir, giden bizim çeyrektir" tadındaki tartışmaları izleyin...

 

İŞTE HİKAYEMİZ:

 

Kalktı...

Başı dönüyor, midesi kazınıyordu...

"Allah belamı versin, yine köpek gibi içtim dün gece" dedi, kendi kendine...

Yatağının baş ucunda duran sigarasına uzandı...

Paket boştu...

Ama kül tablası ağzına kadar doluydu...

Hatta taşmış, üç beş izmarit de halının üzerine düşmüştü...

"Aferin oğlum, yanarak gebereceksin bir gün" dedi...

 

Beyni iyice uyuşmuştu...

Sigara içmeliydi...

Kül tablasındaki izmaritlere gözü ilişti...

Mırıldandı...

"Yok artık, manyak mısın?.. 

Kaldır kıçını git markete al..." 

 

Aslında gitmeye üşenmiyordu, hazırlanmak zor geliyordu...

Saçları darmadağın, yüzü gözü şiş, nefesi de hala alkol kokuyordu...

Kısacası, berbat durumdaydı...

 

Ama şimdi kim duşa girecek, yıkanıp taranacak, giyinip kuşanacak ve markete gidecekti?..

Uzun hikâyeydi bu iş...

Vücut da iyice azmış, "Nikotin, nikotin..." diye bağırıyordu...

"En iyisi bir fincan kahve içeyim keser, sonra hazırlanıp çıkar sigara alırım" dedi içinden...

Ketıla su doldurdu...

Ardından da kahve kavanozunu açtı...

 

"Hasstirrrr" diye bağırdı!..

Gram kahve kalmamıştı kavanozun içinde...

Hışımla kapıya yöneldi...

Çaresi yoktu, bi koşu markete gidecekti...

Tişörtünün üzerine giymek için montunu aradı...

Oraya baktı, buraya baktı...

Bulamadı!..

Sonra hatırladı, arabada bırakmıştı dün gece...

Yine bir sinkaf salladı...

Çünkü arabasını bir alt sokağa parketmişti...

Arabaya gidene kadar markete giderdi...

Dışarıda kar vardı, böyle zibidi gibi çıkamazdı...

Mecbur, bir ceket aldı gardıroptan üzerine...

Seçimi de muhteşem di!..

Bir türlü kıyıp atamadığı, 90'lardan kalma lacivert kruvaziyer ceketini giymişti...

Ama bunun farkında değildi...

Kıçında toprak rengi Nike marka eşorfman, içinde yatarken giydiği, eski sevgilisinin hediyesi "Kiss me" yazan turuncu tişört ve üstünde de üniversite yıllarından kalma lacivert kruvaziyer ceket!..

Tam koridordaki aynanın önünden geçerken durakladı...

Tipini ve kılığını görünce bi küfür daha etti...

Fakat bunu sinirlenerek değil, gülerek yapmıştı bu kez...

"Neyse" dedi, "İki dakika çıkıp geleceğim; alt tarafı markete gidiyorum, manitayla buluşmaya değil..."

 

Kapıyı açıp, spor ayakkabılarını giymek için hamle yaptı...

Ama heyhat!..

Geçen hafta 950 lira verip aldığı "Newbalance"ları firar etmişti!..

Yani apartman faresinin biri çalıp gitmişti, asgari ücret tutarındaki cicilerini...

Bu sefer öyle bir küfür etti ki, küfür duysa yüzü kızarırdı...

Sigarasızlık, bu son darbeyle iyice kafasına vurmuştu...

Kapının arkasındaki ayakkabılığa uzanıp eline gelen ilk pabucu giydi..

Ardından da merdivenleri üçer beşer inerek sokağa fırladı...

Ayağındaki siyah rugan pabuçlar kara bastıkça kayıyordu...

Markete gelene kadar iki defa düştü, üç defa sendeledi...

Ama hedefine ulaşmıştı!..

Kılığını farkeden bazı müşterilerin gülümsemelerine aldırmadan kahve reyonununa doğru hızlı adımlarla ilerledi...

Ayağındaki ruganların çıkardığı "cırt cırt" sesi de, farkedilmesini iyice kolaylaştırıyordu...

Umursamadı...

 

Bir an önce sigara ve kahvesini alıp çıkmaya odaklanmıştı...

Kahvelerin bulunduğu reyon, sanki ona gıcık olsun diye marketin en uzak köşesine konulmuştu!..

Yılmaya niyeti yoktu...

Uzun bir yürüyüşün ardından kahveyi almış ve sigara için kasaya doğru dönüşe geçmişti...

Bu kez adımlarını küçük küçük atıyordu...

Ama yine de, kardan ıslanmış ruganın "cırt cırt"ları duyuluyordu...

 

Tam çocuk bezlerinin bulunduğu reyonunun köşesine gelmişti ki, aniden önüne çıkan bebek arabasına tosladı...

Elindeki kahve kavanozu yere düştü...

Allah'tan kırılmamıştı...

Öfkeyle yere eğilip kavanozu aldı...

 

"Özür dilerim" dedi çarptığı bebek arabasının önündeki kadın, "Benim hatamdı..."

"Sorun değil" diye cevap verdi doğrulurken...

 

Kadınla yüzyüze geldiğinde, nefesi kesildi!..

Gözleri fal taşı gibi açıldı...

Heykel gibi kaldı...

 

Kadının hali de ondan farklı değildi...

Burun buruna duruyorlardı...

Bir kaç saniye sessizlikten sonra...

"Metin" dedi kadın...

"Ayten" diye karşılık verdi adam...

 

Belli ki birbirlerini tanıyorlardı!..

Hatta, tanımaktan da öte bir durumdu bu...

 

İkisi de heykel gibi duruyordu karşılıklı...

 

Sessizliği yine kadın bozdu:

"Nasılsın" diye sordu, kaçamak bakışlarla...

 

Ama adam "İyiyim" cevabını kadının gözlerinin içine ok gibi bakarak verdi...

Ve devam etti:

"Evlenmişsin"

 

Kadın yutkundu:

"Evet, üç yıl önce" dedi...

Tam devam edecekti ki...

 

"Sevindim seni adına, umarım mutlusundur" diye karşılık verdi adam...

 

Sonra da, bu cevabın ne kadar anlamsız ve riyakarca olduğunu düşündü...

"Niye seviniyorum ki?" diye geçirdi içinden...

Ne kadar aptalca bir yanıttı bu...

Nedense ilişkileri biten kişiler,  genellikle karşı tarafa, bu ya da buna benzer temennilerde bulunurlardı...

 

Çünkü terk edilmeyi umursamadıklarını göstermek isterler; hatta "Benim için önemsizsin" vurgusu yaparak sözde intikam alırlardı!..

 

Aslında durum tabii ki böyle değildi...

İçlerinde büyük bir öfke olurdu...

"Allah belanı versin, dilerim mutsuzsundur, sürüm sürüm sürünürsün" derlerdi...

 

Adam bunları düşünürken, kadın yarım bıraktığı cümlesini tamamladı: 

"Evet evlenmiştim, geçen ay ayrıldım ve bu tarafa taşındım" dedi...

 

Adam kinayeli bir gülümseme ile karşılık verdi kadına...

 

Tam bir şeyler söyleyecekti, vazgeçti...

"Neyse, hoşçakal" dedikten sonra da kasaya doğru yöneldi...

 

İki adım atmıştı ki...

"Uzun zaman oldu" dedi ve ekledi kadın, "Görüşürüz..."

 

Adam bunu duyunca geri döndü...

Öfkeyle baktı...

Ardından da dilinde hapsettiği kelimelerin zincirini çözdü...

 

"Evet... Uzun zaman oldu, çok uzun zaman...

Tam 7 yıl, 5 ay, 23 gün...

Ve ben bu kadar zamandır seni bekledim...

Seni aradım...

Birlikte gittiğimiz tüm mekanları dolaştım...

Yürüdüğümüz bütün sokaklarda, caddelerde sana benzeyen kadınlar gördüm...

O kadınların hepsi sana benziyordu...

Ama hiç biri sen değildin...

 

Kaç kez sordum biliyor musun seni dostlarına?..

Kaç kez bekledim, aniden boşaltıp gittiğin eski evinin önünde!..

Belki bir şeyini unutmuştur!..

Belki döner gelir diye!..

 

Geceleri sabahlara, sabahları gecelere bağladım sessizce...

 

Kadehlere kadeh ekledim şehrin bütün meyhanelerinde...

Bazen bir parkta uyandım...

Bazen bir otel odasında...

Bazen de tanımadığım kadınların dağınık yataklarında...

 

Aradım, aradım, aradım...

Bir iz...

Bir haber...

Bir satır mektup...

Bir telefon...

 

Ama yoktun!..

Gittin...

Hiç bir şey söylemeden gittin...

 

Ölseydin...

Belki bu kadar acı çekmezdim...

Ölseydin...

Belki zamanla kabullenir, devam ederdim hayatıma...

 

Beklemezdim...

Kavrulmazdım...

Yanmazdım...

Saymazdım günleri...

 

Şimdi kalkmış "Görüşürüz" diyorsun!..

Hayır görüşemeyiz...

Benim nöbetin bitti...

7 yıl, 5 ay, 23 gün sürdü ve bugün bitti nöbetim...

Hadi şimdi sen tut o nöbeti..."

 

Bu son kelimesiydi adamın...

Arkasını dönüp hızlı adımlarla kasaya doğru yürüdü...

 

Ayakkabıları da kurumuş, "cırt cırt" diye ses çıkarmıyordu artık...

Aldıklarının hesabını ödedikten sonra marketin kapısından çıktı gitti...

Ama onu buraya getiren şeyi almayı unutmuştu...

Sigarayı...

 

Kadın taş kesilmişti...

Onun arkasından öylece baktı...

 

Bir kaç saniye sonra arabadaki bebeğinin ağlamasıyla kendine geldi...

 

Uzanıp aldı ve göğsüne sıkı sıkı yapıştırdı...

Şimdi ikisi birden ağlıyordu...

Kadın için için, bebek çığlık çığlığa...

 

Okşadı başını...

Kokladı...

 

Ve...

Dudaklarından şu dört kelime döküldü:

"Sus METİN'im... Ağlama AŞKIM" 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Gülseren Kanmaz
 3 Aralık 2017 Pazar 18:44
Hikayede yaşananlardan çok ,hem duygusal hem de gerçekçi anlatım şekliyle çok ilgi çekici bir hikaye olmuş..Çok duygulandım..
 Roza Arakeljan
 3 Aralık 2017 Pazar 11:47
Her sizin yazilardan cok etkileniyorum Adnan bey! Cok dugulandim! Saygilar!
 yaren kader polat
 3 Aralık 2017 Pazar 11:38
yüreğiniz var olsun adnan bey.....
 Zafer Zafer
 3 Aralık 2017 Pazar 10:28
Kıssadan hisse: Spor ayakkabılarını sakın kapıya bırakma, çalarlar.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz