MENÜ
İzmir 18°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Faşizm sadece devlet suçu mudur?
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
12 Nisan 2024 Cuma

Faşizm sadece devlet suçu mudur?

Son yıllarda izlediğim ve en çok etkilendiğim film tartışmasız “İlgi Alanı” (The Zone of Interest). Şu tatil günlerinde bu filme ve filmin uyarlandığı kitaba dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü çok emin olduğum “faşist olmanın sadece devlet işi olmadığını, asıl faşizmin insanların kafasında olduğunu” bu kadar iyi anlatan film görmemiştim son zamanlarda..

İlgi Alanı, İngiliz ve Polonyalı şirketlerin ortak yapımcılığını üstlendiği, Jonathan Glazer tarafından yazılan ve yönetilen, 2023 yapımı tarihi bir drama filmi. Martin Amis’in 2014 tarihli romanından uyarlanan film, toplama kampının yanındaki “İlgi Alanı”nda aileleriyle birlikte yaşayan Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve eşi Hedwig’in hayatına odaklanıyor. Christian Friedel, Rudolf Höss’ü, Sandra Hüller ise Hedwig Höss’ü canlandırıyor.

Filmin hikayesi 2014 yılında kısmen gerçek olaylara dayanan Amis romanının yayınlanmasıyla başladı. Glazer, Holokost’un faillerini açığa çıkaracak bir film yapmak için ilham verdikleri karakterlerden ziyade Höss ailesinin hikâyesini anlatmayı tercih etmiş ve aile hakkında kapsamlı araştırmalar yapmış.

Proje resmi olarak 2019’da duyuruldu ve çekimler öncelikle 2021 yazında Auschwitz civarında gerçekleşti.

İlgi Alanı’nın prömiyeri 19 Mayıs 2023’te 76. Cannes Film Festivali’nde yapıldı. Film, Glazer’ın yönetmenliği ve senaryosu, minimum müzik kullanımı, ses tasarımı, sinematografi, deneysel anlatım ve atmosferi halen konuşuluyor.

Ben de pek değerli arkadaşlarımla bu film üzerine konuşmaya devam ediyorum.

İlgi Alanı, 96. Akademi Ödülleri’nde aralarında “En İyi Film” de dahil olmak üzere beş adaylık aldı. Ama sadece En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film ve En İyi Ses dallarında iki ödül kazandı. Bence En İyi Film Oscarını da almalıydı.

Film ayrıca Cannes’da Büyük Ödül’ü ve İngilizce Olmayan En İyi Film de dahil olmak üzere üç Britanya Akademi Film Ödülü’nü kazandı, Altın Küre Ödülleri’nde üç aday gösterildi ve 2023’ün en iyi beş uluslararası filminden biri seçildi.

Film izlenimlerimi aktarayım önce… Glazer’ın filmi, yapımcı James Wilson’ın deyimiyle, başkalarının acılarını duvarların, sınırların veya coğrafi mesafelerin nasıl “bölümlere ayırdığının” altını çiziyor. Bu tür görsel engeller, soykırımın etkinleştirildiği ve etkinleştirilmeye devam ettiği mekanizma haline geliyor.

Geçen yıl ölen yazar Martin Amis, edebiyat dünyasındaki gelecekteki yeri konusunda her zaman çok endişeliymiş. Yazarlar hakkındaki “gerçeğin” ölümlerinden ancak 50 yıl sonra ortaya çıktığını bildiğinden olacak sık sık “asla yanlış olmayan şeyler yazdım. Zaman tarafından yargılanmak onurdur” demiş.

Biraz araştırınca gördüm ki; “Kendi kuşağının önde gelen romancı-eleştirmeni Martin Amis’in yazıları hayatın yıkıcı enerjilerini” yansıtıyordu…

Onun vurguladığı nokta, bu tür acımasız içgüdülerin insanlık durumuna girift bir şekilde dokunduğu ve “normal” ile tiksindirici olan arasındaki ayrım çizgisinin tehlikeli derecede ince olduğuydu. Yazının başlığına çıkardığım “Faşizm sadece devlet suçu mudur?” sorusunu sorardı sıklıkla…

Asıl büyük mesele bugün de faşistliğe devam eden siyasi liderler. Sokakta, evde, işyerinde her yerde hayatımızda olan faşistler.

Amis’in “İlgi Alanı” isimli araştırma kitabının altı bölümünün her birinde kendi bakış açılarını art arda dile getiren üç anlatıcı tarafından anlatılıyor.

İlk anlatıcısı, ikinci anlatıcı Auschwitz komutanı Paul Doll’un karısı Hannah’ya aşık olan Nazi subayı Angelus Thomsen’dir.

Üçüncü anlatıcı, potansiyel yararlılığı nedeniyle ölümden kurtulan Yahudi mahkumlardan biri olan Szmul Zacharias’tır. Auschwitz’de Sonderkommando olarak Szmul’un görevi yok edilmiş cesetlerin kalıntılarını temizlemektir.

Amis, kitabında yer alan teşekkür yazılarının da fazlasıyla kanıtladığı gibi, romanının gerçeklere dayalı doğruluğunu sağlamak için çok fazla bilimsel çaba harcamış.

Bence kitabın başarısı tarihin derinliklerine inmesi ve bu tür dehşetlere izin veren yaratıcı manzarayı yeniden ortaya çıkarması

Bu anlamda Paul Doll’un sadece belirli bir Nazi komutanı olarak değil, kötü bir tip olarak sunulması roman açısından çok önemli. Amis’in romanlarındaki diğer haydut karakterlerle tanınabilir yakınlıkları olan bir karikatür olmasına rağmen, şiddetin rahatsız edici bir şekilde normalleştirildiği insan sonrası bir dünyada yaşıyor.

Amis’in romanı, yalnızca bir dehşet ifadesinden ziyade, bu tür “iğrenç” uygulamaların insan bilincinin alanına nasıl girmiş olabileceğini araştırıyor.

Bence yönetmen de filme bu durumu aynen yansıtmış…

Paul Doll’un kurgusal bir karakter olarak yankısı, Amis’in birinci şahıs anlatımı aracılığıyla düşünce süreçlerine girmemize izin vermesinden kaynaklanıyor.

Doll, kabalığı, saldırganlığı ve röntgenci eğilimleriyle diğer Amis karakterlerine benziyor. Ancak duyguları ortadan kaldırmasının ve zayıflık göstermeyi reddetmesinin “tamamen normal” olduğunda ısrar ediyor. Benzer şekilde Thomsen’in anlatımı, yalnızca Doll’un aşırılıklarından duyduğu hoşnutsuzlukla değil, aynı zamanda Doll’un karısı Hannah’ya olan romantik sevgisiyle de okuyucunun ilgisini çekiyor.

Bu, Amis’in karakterinin bir düzeyde, düzenli sosyal etkileşimleri ve duyguları olan gerçek bir insan olduğu yanılsamasına katkıda bulunuyor.

Glazer’ın filminde Hannah’nın adı, orijinal Alman prototipi Hedwig Höss olarak değiştirilmiş.  Bu da izleyiciyi meşgul etmek yerine yabancılaştırmaya hizmet ediyor.

Amis’in Hannah’sı, evliliği sayesinde Nazi düzeninin bir parçası haline gelmiş olsa da, sonunda bu durum onu dehşete düşürür.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, Auschwitz’i çevreleyen bölgeyi üstü kapalı bir şekilde “ilgi alanı” olarak sınıflandırdı. Hannah’ya göre bu bölge coğrafi veya idari olmaktan ziyade öncelikle psikolojiktir. Ona göre Nasyonal Sosyalizmin en anlamlı yönü, bu dünyada “aynaya baktığınızda ruhunuzu görmeniz”di.

Film, Nazilerin mekansal kuşatma anlayışına sıkı sıkıya bağlı kalıyor.

Amis romanları gibi İlgi Alanı da olay örgüsünden ziyade ses etrafında düzenlenmiş. Bu durumda karakterlerin iç dünyalarına ulaşmayı sağlayan üç farklı ses bulunuyor. Bu, Glazer’ın filminin diyaloğu en aza indiren ve bunun yerine görsel tablolar ve ses efektleriyle çalışan estetiğinden tamamen farklıdır.

Yönetmen Glazer, Höss’ün Auschwitz kampının hemen dışındaki cennet gibi aile evini son derece hassas bir şekilde yeniden inşa etmeye özen göstermiş. Amacı, Höss ailesinin ev rutinlerini, günlük yaşamın en küçük ayrıntılarını yakalayarak “Büyük Birader” formatında çerçevelemek. Nazilerin, bu aile duvarlarının hemen ötesinde faaliyet gösteren toplama kampındaki büyük ölçekli dehşeti gözlerden ve akıllardan uzak tutma kapasitesini vurguluyor.

Glazer’ın filmi, ses ve görüntü kullanımında kendine özgü teknik başarıların yanı sıra, odak noktasındaki soğukkanlı nesnelliği de taşıyor.

Amis, Nazi dünyasını yalnızca nesneleştirilmiş ve uzak bir dünya olarak değil, aynı zamanda daha uğursuz ve şekilsiz bir şekilde insanlık durumunun hâlâ yaşayan bir parçası olarak temsil ediyor.

Ve bugün Hitler bıyığı olmayan ama Hitler gibi düşünen onlarca lider var dünyada… Ne yazık ki..

Bu kafalar ile dünya iyiye gitmez maalesef.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz