Bugün dünya çapında kâr amacı gütmeyen sivil toplum örgütlerinden uluslararası araştırma kurumlarına kadar yüzlerce kuruluş, ürün çeşitliliğini korumaya çalışıyor.
Ben de SlowFood’un ülkemizdeki kurucu liderlerinden biri olarak, dünyanın her yerindeki arkadaşlarım gibi günümüzün endüstriyel mono mahsullerinin iklim değişikliği, kuraklık ve ortaya çıkan hastalıklar karşısında yok olacağı, çiftçileri ve bitki yetiştiricilerini değişen bir gezegene uygun özelliklere sahip mahsuller aramaya zorlayacağı bir gelecekten endişe duyuyorum.
Onlarca yıldır yapılan araştırmalar, yiyecek olarak yetiştirdiğimiz bitkilerin çeşitliliğinin 20. yüzyılın başlarından bu yana azaldığını ortaya çıkardı. Artık yaygın olarak yetiştirilmeyen çok sayıda tohum, gelecekteki mahsul araştırmaları ve geliştirmeleri için kaynak olarak tarım enstitüleri tarafından muhafaza ediliyor. Bu koleksiyonların en değerli kopyaları, Svalbard Küresel Tohum Kasası’nda uzun süreli soğuk depolama için Kuzey Kutbu’na gönderiliyor.
Tarım uzmanları, 1880’lerde önemli mahsullerin yerel türlerinin korunmasının önemi konusunda ısrar etmeye başladılar. Ancak hükümetlerin bu konuya önemli miktarda kaynak ayırması ve koruma çabalarını ülkeler arasında koordine etmesi ancak 1970’li yıllara kadar mümkün değildi.
Aradan geçen dönemde pek çok bilim insanı ve araştırma kurumu kendi koleksiyonlarını oluşturdu. Bazıları çok büyüktü. Botanikçi ve genetikçi Nikolai Vavilov, Sovyet Rusya’da 1920’lerde ve 30’larda dünya çapında toplama misyonları düzenledi. 1940’a gelindiğinde kendisi ve meslektaşları Leningrad’da (Şimdi St. Petersburg) çeşitli mahsul türlerinden ve mahsulün yabani akrabalarından yaklaşık 250.000 örnek toplamıştı.
Vavilov, departmanını “tüm mahsullerin ve diğer bitki türlerinin hazinesine” dönüştürme umuduyla dünyayı dolaşırken, İngiliz botanikçi A.E. Watkins, dünyanın dört bir yanından buğday tohumları elde etmek için Londra Ticaret Odası’ndaki bağlantılar gibi imparatorluk ağlarından yararlandı. 1930’lara gelindiğinde koleksiyonunda farklı çeşitlerden yaklaşık 7.000 örnek vardı.
Bu iki kıymetli örneğin yanısıra çalışan başka insanlar da vardı ama çok az koleksiyoncu açıkça uzun vadeli korumayı hedefleyebildi. Tohumlar canlı varlıklardır ve tohumun türüne ve nasıl saklandığına bağlı olarak genellikle yıllar veya on yıllar boyunca depoda yavaş yavaş ölürler. Sonuç olarak, koleksiyonların koruyucuları ve küratörleri, tohumların yaşayabilirliğini izlemeli ve bu canlılık azaldığında yeni bir tohum partisi ekmeye, büyütmeye ve hasat etmeye hazır olmalı… 250.000 örnekten biri şöyle dursun mütevazı büyüklükteki bir koleksiyon için bile bu büyük bir taahhüt…
Ama ne yazık ki; endüstriyel çiftlikler, özel tohum şirketleri ve sözde geliştirme uzmanlarının tümü bu büyük birikime saygı göstermediler, sözde modern çeşitler yarattılar….
Yarattılar da ne oldu? Dünyamız büyük açlık tehlikesi ile karşı karşıya…
Bugün artık toprak ve gıda üzerindeki egemenliği savunmanın bir yolu olarak, geleneksel mahsul çeşitlerini korumak ve gerektiğinde eski haline getirmek için büyüyen hareketler var. SlowFood da onlardan biri.
Yüzyıllar boyunca tarım toplumlarındaki insanlar, yıldan yıla geçimlerini sağlamak için tohumları paylaştılar. Bugün fikri mülkiyet hakları ve çoğu zaman iyi niyetli kanunlar sayesinde tohumları paylaşma imkânımız kısıtlanıyor. Bunun farkına varan gıda aktivistleri, bahçe tutkunları ve topluluk liderleri, tohumları kütüphaneler ve takas şenlikleri aracılığıyla kullanıma sunarak bunu kolaylaştırmaya çalışıyor.
***
Bu tohumlarla ilgili evrensel girişi yapmamın nedeni Mutfak Dostları Derneğimizin bu hafta sonu düzenlediği (1-2 Haziran) Gıdanın Geleceği: Dönüşüm; Yerel Mirastan Evrensel İşbirliğine başlıklı seminer.
Türkiye’nin gastronomi alanındaki en köklü sivil toplum kuruluşu Mutfak Dostları Derneği tarafından düzenlenen semineri Nadir Gastronomi Platformu’nda gerçekleşecek.
Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı desteği ile düzenlenen iki günlük seminerde konuşmacılar; temiz, adil, sağlıklı gıdaya erişimin bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, gıdanın geleceğini tarımsal üretim, dönüşüm, kültür alışverişi ve evrensel iş birliği perspektifinden değerlendirecekler.
On bir oturumun konu başlıkları şöyle: Yerel Mirasın İki Temel Taşı: Tarım & Gastronomi, Su Kültürümüz: Lezzetli Sular -Su Yolları, Tohum Üretiminde Yerel Hamleler; Atalık Tohum ve Diğerleri, Coğrafi İşarette Gelinen Nokta ve Denetleme, Miras Üzümlerin Türk Şarapçılığındaki Yeri, Tarımsal Üretimde Planlama ve Döngüsel Ekonomi İlişkisi, Sınırları Aşan Lezzetler; Melez Mutfaklar, Yumuşak Güç; Gastrodiplomasi, Ulusal Kimlik Oluşumunda Yemek Unsuru, İstanbul’da Dünden Yarına; Kentin Gastronomi Mirası ve Yarına Dair Çalışmalar, Güvenli Gıda için Ortak Çalışmalar.
Bendeniz de iki gün boyunca oradayım.
Seminer izlenimlerimi bu köşeden okuyabilirsiniz.
Gastronomi alanının artık tabağımızdaki yemek kadar yarın o tabakta kimler için ne olabileceği konusu ile yakından ilgili olduğuna dikkat çeken Mutfak Dostları Derneği Başkanı Esin Sungur, “Bugün gıdanın geleceği konusunu farklı perspektiflerden değerlendirmeyi Mutfak Dostları Derneği’nin önemli sorumluluklarından biri olarak görüyoruz. Amacımız sorunlar kadar çözüm önerilerini de ortaya koymak ve özgürce fikir alışverişince bulunmak. Bu alanın tüm paydaşları için ilham veren bir paylaşım platformu oluşturma hedefiyle başlattığımız Gıdanın Geleceği seminerlerinde geçen yıl ‘Sürdürülebilirlik’ konusunu ele aldık. Bu sene ise bir adım ileri giderek dönüşüm temasına odaklanıyoruz. Yerel varlıklarımızdan, miras değerlerimizden sınırları aşan ve ortak bir iş birliği noktasına gelen bir devinim mümkün mü, bunu konuşacağız” diyor.
Bekleriz efendim.