MENÜ
İzmir 15°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
‘Anı yaşa’dan ‘anı unut’a hangi zamanda geçtik biz?
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
21 Mart 2016 Pazartesi

‘Anı yaşa’dan ‘anı unut’a hangi zamanda geçtik biz?

Ne zaman ‘ortadan kaybolsam/sessizliğime gömülsem’ bir dostum söylermiş bu sözü beni soranlara, ‘kar topluyordur, çıkar ortaya…’ diye.

Gıyabımdaki tespiti, geçen gün rastlaştığımızda söyledi bu kez; ‘ne karı, yağmur bile yok’ desem de hoşuma da gitti bu ‘hava kar topluyor’dan uyarlama sözün şahsıma yakıştırılması. Ama heyhat! Geçen zamanın biriktirdikleri, kar olup yağacak berekette değil, pek çoğumuz gibi ruhum karmakarışık ve bu karışıklıktan ne beste, ne güfte çıkar, ne de içli/oturaklı bir yazı… İçimde toplaşan kar değil, anca yağmur birikintisi. Tozlu ve bulanık üstelik… “Ne çocuklar gibi bir avuntu olsun diye okuyun, ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına, hayır, hayır; okuyacaksanız: şifa bulmak için okuyun!” diyen Gustave Flaubert’e sırt çevirmiş bir yazı. Şifa vermesini isterdim oysa; hem kendime, hem size…

Kendime de haksızlık etmek istemiyorum; zira, -olayları anlamamıza yarayacak niteliktekiler ayrı bir kategori- şu aralar okuduğum hiçbir yazı ne umut dağıtıyor, ne şifa. Eninde sonunda bu karanlığın, bu kaosun da bir sonu olacağını tarihten örneklerle yazıp çizenler bile, bunun için ne yazık ki ‘daha çok bedel ödeneceğini, insanların çok acı çekeceğini’ ya doğrudan belirtiyorlar, ya da işaret ediyorlar. ‘Bir gün mutlaka aydınlık gelecek ama kısa vadede acı var, ölüm var, çok gözyaşı var’ diyorlar.

‘Görünen köy kılavuz istemez zamanlar’dan geçerken, hiç değilse yaşadığımız acı, parçalanan masum bedenler için duyduğumuz kahır ve her birimizi paranoyaklaştırmış korkudan biraz olsun sıyrılmak/kaçmak istiyoruz. Kim ‘insani değil’ diyebilir ki?

Kimimiz kitaplara, öykülere/şiirlere sarılıyor, kimimiz spora vuruyor çılgınca, kimimiz ha bire yemek/pasta yapıyor kim yiyecek bu kadar şeyi demeden. Evde film izlemeye sarmışlar da var biliyorum. Ya da bilmediğim bir dolu şeyi deneyenler. Daha dün kadar ütopik bir külte dönüşen/yüceltilen ‘anı/günü yaşa’dan, ‘anı/dünü/bugünü unut’a evrilip ‘Mazi imha merkezi’ne sığınanlar…

Yaralı/endişeli/korkmuş ruhlar, ‘bir şifa/bir kurtarıcı/her şey bir rüyaymış’ dedirtecek bir mucize arıyor çaresizce bana kalırsa. Lakin bulunan her çözüm, küçük yara bantlarından öte bir anlam ifade etmiyor bu büyük/derin yaramıza, içimizin oyulmuşluğuna…

Bir süre sonra sizinle de paylaşacağım bir proje çalışması nedeniyle Bornova’ya gittim dün, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne. Giderken eşim bırakmıştı, dönüşü dolmuşla yaptım, eşimin ‘bir süre toplu ulaşımdan uzak dur’ ısrarına rağmen, ‘nereye kadar?’ diretmesiyle. Dolmuş yetmedi, bir de Şirinyer Pazarı’na uğradım ki akşamüzeri çok kalabalık olduğu için tercih etmediğim bir saatte. Tenha bir pazar yeri karşıladı beni oysa. Ancak sabah saatlerinde görebildiğim bir tenhalık. Ve en kalabalık Menderes Caddesi’nde görülmeyen bir ferahlık. Kalabalıktan yürünmeyen kaldırımlarda tek tük insan, kepenkleri indirmiş birkaç dükkan, açık olanlarda ise ya kimse yok, ya da birkaç kişi.. Eve girip interneti açtıktan sonra öğrendim ki, İzmir’in tamamı böyle, nüfus sayımlarındaki görüntülerden hallice.

İroninin tercümesi sosyal alemde ve siyasilerin dilinde: ‘Terör yüzünden Doğu evine giremiyor, Batı evinden çıkamıyor.’

Korku halinin yansımaları bugün de sürüyor ki, pek çok okulda sınıflar boş. Bir sınıfta 3, ötesinde 5, diğerinde en fazla 10 öğrenci. Mecburen birleştirilmiş sınıflarda öğretmenler ders tekrarı yapıyor günlük müfredat yerine.

Bir arkadaşım, 63 kişinin çalıştığı bir şirkette bugün 16 kişinin ‘türlü bahaneler/gerekçelerle’ işe gelmediğini söylüyor. Toplu mazeretlerin sadece o şirkette olmadığını tahmin etmek güç değil sanırım.

Piyasadaki durgunluğun canlı bombalar sonucu şaha çıkmasıyla ‘zararın neresinden dönsek kardır’ anlayışıyla kepengi kapatıp ‘devren kiralık/satılık’ ilanları asanlar, boşalan AVM’ler, pazartesi günleri dolup taşan banka şubelerindeki alışılmadık sessizlik…

Hayra alamet olmayan bu yeni durumu, bu eve kapatan korkuyu anlamaya çalışıyorum.

Hani biz kaderci toplumduk, hani her birimizin içinde ‘bana bir şey olmaz’ çipi yüklüydü? Hani şerden bile ‘hayır’ çıkarmayı bilen tevekkülümüz, özgün bir genişliğimiz vardı, ne oldu bize?

Keşke bir sosyal psikolog çıksa da bu titreyen halimizin nedenini açıklasa bize,‘hayat nasıl bu kadar durma noktasına geldi’yi…  

“Ne diyordu ince şeylerin annesi

"Ötekini oku, derinde dipte duranı.”

Şükrü Erbaş’ın ‘inceliklerin şairi’ Gülten Akın’a gönderdiği bu incelikle selamla sonlandırayım bu şifasız/sonuçsuz yazıyı derken…

‘Günün mana ve önemine’ binaen, malum Dünya Şiir Günü bugün; Birhan Keskin’in son kitabı ‘Fakir Kene’den  ‘Sağlıklı Yas’ şiiriyle koyalım noktayı.  Barış ve yan yanalık adına yola çıkmışlar için bir yas çalışmasıyla…

“Bizim buralarda Ross, her şey aynı anda oluyor.

Aynı anda patlıyor birbirimizin gözü önünde bir bomba

Bir küçük kız. Ölüyorlarız.

Birinin kolu kırılıyor, sızdırmayın, kalsın yen içinde diyorlar.

Yen içinde patlasın ödünüz!

Aynı anda kaza geçirir misal trafik canavarı imgemiz

Bir otobüs dolusu genç, hangisi öldü, kurtuldu mu benimki diyemeyiz

Benimki diyemeyeceğimiz bir yerdeyiz biz Ross.”
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 muhalif
 21 Mart 2016 Pazartesi 19:44
aman gönül hanım "barış" filan demeyin.. terörü övüyor diye başınız belaya girmesin. çünkü gün,akan kandan medet umanların günüdür..
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz