MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Koronalı günlerden sonra nasıl bir dünya olacak?
Kemal ARI
YAZARLAR
15 Nisan 2020 Çarşamba

Koronalı günlerden sonra nasıl bir dünya olacak?

Hep söylüyorlar:

“Korona geçecek; ama ondan sonra çok şey eskisi gibi olmayacak”

Ben de bu görüşe katılanlardanım.

Ve yineliyorum:

-“İnsanlık bu günden, yeni bir döneme hazır olmalıdır…”

Diyeceksiniz ki:

“Arkadaş! Tarihte de büyük salgınlar oldu. Veba, tifo, kolera gibi salgın hastalıkları yaşadı insanlık. Hatta öyle ki bunların yanında koronovirüsün adı bile okunmaz. Milyonlarca insanı kırıp yok ederek, insanlığın neredeyse üçte birini yok eden büyük salgınlar olmadı mı tarihte?”

Evet, bu soruları soranların öne sürdüğü bu tür gerekçeler, bütünüyle doğru.

Albert Camu’nun “Veba” adlı romanını okuduğunuz zaman, Cezayir’de ve elbette dünyanın başka yerlerinde de vebanın nasıl insanları kırıp yok ettiğini görürsünüz.

Çok acı öykülerle doludur insanlık tarihi.

Öyle ya!

Bu şiddetli salgınlar sonrasında insanlık hep yeni bir dünyaya mı uyandı?

Ancak dönemsel farkları göz ardı edemeyiz.

Bu büyük salgınların yaşandığı dönemde gerek teknoloji, iletişim, ülkeler arası gidiş gelişler; sonra insanlığın yaşadığı refah düzeyi, iletişim, teknoloji ve hatta insan hakları bu ölçüde yaygın değildi. Daha da ötesi, insanlık kapitalizm, komünizm, sosyal demokrasi gibi siyasal ve ekonomik düzenleri yaşıyor değildi.

Yani önünde geleneksel tarımsal üretim düzeylerinin önünde bir birikim yoktu. Sonra siyasal düzen olarak dünyada hep monarşiler vardı. Sınıfsal farklılıklar oluşmamış, insan hakları kavramı gelişmemişti. Üstelik geçmişteki deneyimler de insanlığın önüne yeni ve güvenebilecekleri yol ve yöntemler ortaya koymuyordu.

Ya şimdi ne var?

Günümüzde demokrasi gelişmiştir. İnsanlık sermayenin üretim ve piyasadaki egemenliğine dayanan kapitalizmi; siyasal hakların geliştiği ve bireyselliğin önünün açıldığı liberalizmi; devlet tekelciliğini ve korporasyonları; ardından da proletaryanın egemenliğine dayanan komünizmi; sosyal devlet anlayışını tanımıştır. Devlet kavramı yeni bir içeriğe bürünmüş; devletin insana ve topluma karşı sorumlulukları geçmiş yüzyıllara göre çok farklılaşmıştır. İletişim gelişmiş; bilgi, sermaye ve mal akışı tarihin hiçbir zaman görmediği büyüklüklere ulaşmıştır.

Bütün bunlar neredeyse yaklaşık yüz, yüz elli yıllık gelişimin sonucudur.

Bu zamana dek küreselleşma, yani globalizm denilen anlayış modaydı. Ulus devlet iyice küçümsenmiş; hatta bu devlet yöntemine muhalif olmak, ileri demokratlığın göstergesi olarak sürekli pompalanmış; yoğun bir propagandayla sermayenin egemenliğine dayanan düzen öne sürülmüştür.

Ancak bu deneyimlerin yanında, bir virüs ortaya çıkmış, alabildiğine hızla yayılarak; insanlığın onca birikiminin işlevselliğini alaşağı ederek;

-"Hey!” demiştir; “Hey! Ey insan… Artık sorumsuz davranamazsın. Çıkar ve para uğruna doğanın dengelerini alt üst edemezsin. Bu dünya yalnız sana ait değil, seninle birlikte milyonlarca canlının bunda hakkı var. Teknolojine çok güvendin. Bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu sana gösteriyorum!” demiştir.

İşte Koronavirüs’ün bu beklenmedik çıkışı, insanlığı önüne şapkasını alarak düşünme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
Öyle ki, basit bir virüsün karşısında, İngiltere başbakanı yoğun bakımdan canını zor kurtarmış; ancak milyonlarca kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuştur.

Tarihinin en büyük ve gelişkin donanımlarına sahip olan insanlık; basit bu virüsün çıkışı karşısında çaresizdir.

Bu çaresizlik, insanlığın salgın sonrasında yeni bir dünya düzeninin gerekliliğin düşünmesine yol açacaktır.

Eğer aklımız varsa:

Bundan sonra her an basit bir virüsün ya da öngörülemeyen her hangi bir şeyin yaşamımızı alt üst edebileceğini düşünmeden edemeyeceğiz. Her an tedirgin olarak, kendimizi güvenlik içine almak için çaba harcayacağız.

Daha çok hijyene dikkat edecek; örneğin eskisi gibi “yalap şalap” kucaklaşıp öpüşmeyecek, birbirimize sarılmayacak; beden dilimize bile yeni hareketler yansıtacağız.

Hepimiz kendi kendimize itiraf etmeliyiz; çok sevdiğimiz bir kişi bile yanımıza yanaşsa, tedirgin oluyor ve “Ya bende virüs varsa ve ona geçerse”” Ya da; “Ya onda virüs varsa ve bana bulaşırsa! Benden de çevremdeki öteki insanlara geçerse?!

Kim bu tedirginlikleri yaşamıyor ve içinden gelen bu sese kulak vererek davranmıyor ki?

Bunlar çok basit şeyler gibi görünüyor değil mi?

Bu tedirginliği ve belleğimize yerleşmiş etkileri daha büyük ölçeklere taşıyınız!
Örneğin toplumsal reflekslere ve devletlerarası ilişkilere…

Bir örnek verelim:

Hani AB tek bir devletti! İyi ve kötü günde tek bir beden gibi davranacaklardı? Virüs her birini sardığı zaman, onların AB ruhunun yerini bir anda ulus devlet refleksleri almadı mı?

İşte bu bile, geleceğin bambaşka bir biçim alacağını gösteriyor.

Bize düşen ne?

Virüs sonrası yeni düzen oluşurken temel insan ve hayvan haklarından sapmayacak bir sağduyunun yanında yer almak ve buna güç vermek…

Bunu yapmazsak, bir de bakmışız, yeni düzen gelir, ancak hiç beklenmedik biçimde insan olmaktan kaynaklanan temel haklarımıza hiç öngörmediğimiz parangalar vuruverir…

Aman dikkat!

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz