MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Mütevazi kitapçım
Neşe ÖNEN
YAZARLAR
22 Eylül 2023 Cuma

Mütevazi kitapçım

Dağ başında bir kaldırım kenarında çökmüş oturuyorum. Karşımda bana her zaman heybetli görünen koca cüssesiyle, en sevdiğim uğrak yerim, sığınağım kitapçı dükkanım, ben kitapçım demeyi tercih ediyorum, karşılıklı kesişiyoruz. Dağın başında olduğum yer, kelime anlamı “doruk noktası, dağ başı” manasına gelen “Summit” açık AVM ya da alışveriş merkezi. Güneşli bir günün ortasında bahçede pinekleyen kediler kadar, kendimi mutlu hissetmem için yeterince sebebim var gibi görünse de, mutlu değilim. Bundan mıdır, yoksa ağlamak en kolay kaçış yolum olduğu için midir, gözyaşlarımın usul usul akmasına boyun eğiyorum. Çekik gözlü, ufak tefek, orta yaşlarda bir kadın üşenmeden çömeliyor yanıma. Sessizce, hiç konuşmadan uzaklarda bir yere sabitliyoruz bakışlarımızı.

İkimiz de zamanın içinde değiliz, ya da hiç önemsemiyoruz, zaman ve mekandan bağımsız nefes alıp verişlerimizi. Başka bir boyutta, kendi yarattığımız evrenlerimizin gerçekliklerine teslim olmuş, oturuyoruz yan yana, dakikalarca. Aramızda hem görünmez kalın bir duvar, hem de sadece ışıklı, gölgeli renklerden incecik bir perde. Birbirimize koymak istediğimiz mesafeye göre, ya duvara yaslanıp sırt çevireceğiz kaldırım arkadaşlığımıza, ya da ellerimizi uzatıp perdeyi yırtıp geçeceğiz.

“İnsanın en mutlu olduğu yer yaşamaya alıştığı yerdir” diyor kadın, yalın bir ses tonuyla, doğal bir sohbetin akışındaymışız gibi. Beklenmedik bir saldırıda savunmasız kalmışcasına “peki, neye dayanacağım ben şimdi, haksızlık değil mi bu?” diye mırıldanıyorum yüzümü kadından yana döndürerek. Kadında tek bir hareket, kımıldanma yok, hatta gözünü bile kırpmıyor. Bakışları sabitlediği yerde donmuş, aynı cümleyi tekrarlayıp duruyor. Aramızdaki ince perdeyi yırtıp, ona ellerimi uzatmamın tam sırası belki de, ama içimden gelmiyor. Çok anlaşılır bir sebebi var bunun, belli ki kalın duvarın koruyuculuğunu seçiyorum, risk almak istemiyorum. Tanımadığım güvensiz ilişkilere atlamaktan, hep kendimi ezdirmekten ve sömürtmekten yoruldum, öyle ki bu kez iç sesimi dinleyeceğim...

Kitapçıma kayıyor gözlerim yine, içime sular serpiliyor, iyi geliyor bu mekana yakın olmak ya da ben öyle hissettiğime inanmak istiyorum. Bina ile gizli bir aidiyet anlaşması yapmışız, yap boz parçaları gibi, mimari Barok stiline özgü mitolojik ve Tanrısal figürler yerleştiriyorum hayali sütunlarına, kapı ve pencerelerine üçgen alınlıklar, duvar ve tavanlarına altın kaplamalı freskler, odalarına ışıl ışıl parıldayan heykeller serpiştiriyorum, az evvel kadının beynimi delip geçen tek cümlesini aklımın bir kenarına mıhlayarak.  

En şaşalı günlerinde, tuvaleti olmadığı için, sakinlerinin lazımlıkları pencerelerden aşağıya boşalttığı, etrafı pis kokulardan müzdarip, mimari Barok stilinin başyapıtlarından Versay Sarayı ile mütevazi kitapçımı karşılaştırıyorum. 2 bin üç yüz odalı sarayın koridorlarında aptal bir ifade ile gezindiğim, on yedi devasa pencerenin karşısına yerleştirilen on yedi kemerli aynanın yansıttığı aydınlık kurgusu, içimi tezat bir şekilde daha da karartıyor. Bir diğer erken mimari Barok stilinin ilk başyapıtı Aziz Petrus Bazilikası dahi kitapçımın yanından geçemiyor. Dünyanın en büyük kilisesi sayılan Bazilika, reformist Protestan dinine karşı Katolik kilisesinin güçlü bir kalesi olarak inşa edilmiş.

Ortaçağ’da, saray kralın ve monarşinin, kilise din adamlarının gücünü temsil eden en güçlü kurumlar. Yeniden doğuş, yeniden keşif manalarına gelen Rönesansın Barok sanatı ise bir ölçüde, Ortaçağ’ın tüm bu egemen güçlerine karşı bir duruşu simgeliyor. Rönesansın klasik dönemi durağanlığı, sadeliği ve ağırbaşlılığı yansıtırken, Barok sanatı klasik döneme aykırı, mimarinin yanısıra, resim, heykel ve süsleme sanatlarına getirdiği olağanüstü fantastik yaratıcılık ve düşgücü ile tepkisel bir yaklaşım gösteriyor.

Benim kitapçımın binası da en az Barok sanatının lirik ve coşkulu anlatım biçimleri kadar üstünlük, görkemlilik taşıyor. Zira kitapçım, içindeki yapı malzemesi kitapların kurguladığı bir üslupla yontulup, süsleniyor. Okuma salonunda okuduğum her bir kitap, imgelemde bana tanımadığım kültürlere, fikirlere, duygulara, dünyalara yelken açtırarak, yüreğime geçirdiği duygular, içime yansıttığı ışıklar ve renkler ile kendi Rönesansımda benliğimi yeniden yaratıp, yeniden keşfettirerek, kitapçımın binasını hayal gücümün sürükleyebildiği bir özgürlükte ve ihtişamlı bir güzellikte inşa etmeme zemin hazırlıyor. Zihnimde, kitapçımın binası ile mimari Barok stilini kolayca özdeşleştirmem bu yüzden olsa gerek... 

Böylesine romantik bir duygu cümbüşü içerisinde, akşam karanlığının çökmek üzere olduğunu farkediyorum kaygısız. Kaldırımın kenarında ne kadar süre kitapçımla bakışarak kalmışız, yanımdaki kadın da çoktan kalkıp gitmiş, aslında öyle bir kadın var mıydı ki orasını tam kestiremiyorum. Tek bildiğim, az sonra kitapçımdan uzaklaşarak eve gideceğim ve zihnimde silüeti gittikçe soluklaşan kadının, dokunduğu yarama pansuman olan “insanın en mutlu olduğu yer, yaşamaya alıştığı yerdir” sözcükleri ile başbaşa kalacağım gerçeği...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz