MENÜ
İzmir 20°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Felsefe ve kadınlar…
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
8 Mart 2024 Cuma

Felsefe ve kadınlar…

Uzun süredir kalem oynatmak istediğim bir konu. Zaman zaman arkadaşlarımla da tartışırız, “kadınlar felsefenin neresinde?” diye…

Fırsat bu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde imiş…

Görüşümü hemen yazayım: Eğer bir disiplin insan varlığının doğasıyla ilgileniyorsa, o zaman erkeklerin egemen olduğu bir evren (ki felsefe evreni böyledir) sadece eksik değil, aynı zamanda çarpıktır.

Filozof sözcüğü size hangi imgeyi çağrıştırıyor?

Belki sakallı ve yalınayak Sokrates agorada Platon'a danışmanlık yapıyordu… J. J. Rousseau, Paris'in eteklerinde tek başına yaptığı yürüyüşlerden birinde mi göründü acaba?J.P. Sartre Café de Flore'da dalgın dalgın piposunu emiyordu…

Aklınıza kadın gelmiyor değil mi? Benim de gelmedi açıkçası…

Bunun nedeni belli: Felsefe alanında her zaman keskin bir cinsiyet dengesizliği olmuştur. Bugün de durum farklı değil. Her ne kadar kadınlar genel olarak beşeri bilimlerde aşırı temsil edilme eğiliminde olsa da, felsefe bunun dışında bir durum. Amerikan Felsefe Derneği üyeliğine ilişkin 2018 yılında yapılan bir anket, ankete katılanların yüzde 25'inin kadın olduğunu bildirdi ve 2017'de yapılan bir araştırma da benzer şekilde ABD felsefe bölümlerindeki öğretim üyelerinin sadece yüzde 25'ini kadınların oluşturduğunu ortaya çıkardı.

Türkiye gibi lise eğitiminden bile felsefe dersini söküp atmış bir ülkede bunu tartışmak abes. Ama üniversitelerin son derece zayıf felsefe bölümlerinde oranın yüzde 25’i bulacağından emin değilim.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında böyle değildi tabii ki:

Türk edebiyatı ve İslam coğrafyasının ilk kadın felsefeci ve romancısı, kadın hakları savunucusu ve Hilaliahmerin ilk kadın üyesi Fatma Aliye Topuz’u saygıyla anıyoruz hep…

***

Bu arada gururumuz Kuçuradi’den de söz etmeliyim:

ABD’nin Boston Kentinde, Dünya Felsefe Federasyonu’nun başkanlığına Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. İoannaKuçuradi getirilmişti. Ülkemizden seçilen ilk başkan olmasının yanı sıra kuruluşun da ilk kadın başkanıunvanını taşıdı…

***

Ve… HâmideTopçuğlu: 1943'te Ankara Hukuk Fakültesi’nin asistanlık sınavını kazanarak İdare Hukuku alanında Ankara Hukuk’ta ilk kadın asistan olarak göreve başlamıştır.Daha sonra bu alandan “Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi” kürsüsüne geçer…

***

Dönelim bugünkü mevzuya….

Yıllardır Amerika’da yaşayan saygın bir bilim kadını arkadaşımla bu yazı nedeniyle whatsapp üzerinden yazıştım.

Ona sordum “Neden felsefe eğitiminde ABD’de bile kadın sayısı bu kadar az?” diye

Şöyle cevap verdi:
Muhtemelen çoğu felsefeye özgü olmayan birçok katkıda bulunan faktör vardır: Dışlayıcı profesyonel kültürler, meslektaşların ve profesörlerin bilinçsiz önyargıları, bölümler içindeki cinsel taciz. Ve tıpkı matematiksel olarak üstün erkek beyni efsanesinin kadınları bazı bilim alanlarında kariyer yapmaktan caydırması gibi, erkeklerin soyut düşünceye olan eğilimine dair efsaneler de hâlâ felsefe hakkındaki konuşmaları şekillendiriyor.

Ver bana bir kitap önerdi arkadaşım: “Nasıl Kadın Gibi Düşünülür: Bana Zihinsel Bir Yaşamı Nasıl Yaşayacağımı Öğreten Dört Kadın Filozof” (How toThinkLike a Woman: FourWomenPhilosophersWhoTaught Me How toLovethe Life of theMind)… Bu kitabı yazan meslektaş, gazeteci ReganPenaluna  çalışmaları aracılığıyla kadınların yalnızca her zaman felsefeyle meşgul olduklarını değil, aynı zamanda bu alana benzersiz ve önemli katkılarda bulunduklarını da doğrulamış.

Yani aslında kazın ayağı öyle değilmiş:

Bir Kadın Gibi Düşünmek kitabıyla doktora derecesini alan gazeteci ReganPenaluna, Boston Üniversitesi'ndeki felsefe bölümünde imiş. Erkek egemen felsefe bölümlerinde gezinmek konusunda notlar almış. Burada olumsuz deneyimlerinin cinsiyetçiliğin mi yoksa kendi yetersizliğinin mi sonucu olduğunu merak etmiş.Kadınlar dünyayı erkek meslektaşlarından farklı görüyor ve anlıyorlar; cinsiyet sözcülüğü nedeniyle değil, tüm filozofların yaptığı gibi kendi deneyimlerini masaya getirdikleri için.

Penaluna, daha fazla tanınmayı hak eden dört kadına odaklanıyor: 17. ve 18. yüzyıl filozofları Mary Astell, CatharineCockburn, DamarisMasham ve Mary Wollstonecraft.

Şöyle diyor :“Kadın filozoflar sahneye çıkmakta gecikmediler; Görünüşe göre başından beri oradaydılar. Ve baskıcı koşullar hakkında söyleyecek çok şeyleri vardı.”

Aslında, Penaluna'nın mercek altına aldığı dört kadın, benzersiz bakış açılarının sağladığı olanakla, neredeyse yalnızca erkeklerin görüşleriyle şekillenen bir toplumun sınırlamaları hakkında açıkça yazmışlar.

Feminist teorinin temellerini böyle bir şeyin varlığından yüzyıllar önce bir araya getiren siyasi alanlar. Ve bunu olağanüstü bir cesaretle yaptılar; bazen erkek çağdaşlarına doğrudan, meydan okuyan yanıtlar yazdılar.

Günümüzün pek çok kadını gibi onlar da hırs ve gerçeklik arasında sıkışıp kalmışlardı. 17. yüzyıl İngiliz düşünürü ve John Locke'un uzun süredir arkadaşı olan Masham, kadınların zihinlerini ciddiye almaları ve eleştirel yetilerini tam olarak kullanmaları halinde, "burada" yaşamlarını kısıtlayan sınırlamalara ve aşağılamalara uyum sağlayabileceklerini öngördü.

Penaluna şöyle yazıyor: "Düşünmenin hazzı üzüntü notalarıyla karışacak." Bu üzüntü Masham'ı mezara kadar takip etti: Onun "Öğrenimini, Yargısını, Bilgeliğini ve Nüfuzunu" öven mezar taşı, hayatında "yalnızca bu Yeteneklerin Dünyada parlamasını sağlayacak Fırsatlar istediğini" kabul ediyordu.

Bazı erkek filozoflar, kadın düşünürlerin kadınlıkları nedeniyle diskalifiye edici bir şekilde sınırlandırıldığını, öznel (ve çoğu zaman boyun eğdirilmiş) deneyimlerinden dolayı nesnel gerçeği görmelerinin engellendiğini ileri sürmüşlerdir.

Hegel şöyle yazıyordu: "Kadınlar eylemlerini evrenselliğin taleplerine göre değil, keyfi eğilimlere ve görüşlere göre düzenlerler."

Bu, ilk olarak erkeklerin varsayılan insan olduğunu ve ikinci olarak felsefenin her zaman öznel deneyimlerle şekillenmediğini varsayar. (Nietzsche'ye bir bakın: Yazar Lou Andreas-Salomé'nin evlenme teklifini reddetmesinin ardından, kadınlar hakkındaki yazılarının çoğu iğneleyici bir hal almıştır…)

Hegel'in "evrenselliği", kendisi gibi olmayan düşünürleri dışlayan felsefi bir imkânsızlıktır: Felsefi düşünce her zaman bizim düşüncelerimiz tarafından şekillendirilecektir.

Penaluna, kitabın bir noktasında, hırslı ve başarılı kadınların kısa biyografilerini bir dergide toplayan 18. yüzyıl bilim adamı ve tarihçisi Elizabeth Elstob hakkında yazıyor. Elstob, kendini "havasının söndüğünü" hissettiği anlarda günlüğü okuyor ve "bir şekilde yaratmanın bir yolunu bulan diğer akıllı kadınların hikayelerini düşünürken kendini hemen daha iyi hissediyordu."

Kitabın ilerleyen kısımlarında Penaluna, zaman içindeki çeşitli kadın düşünürlerin biyografilerini yazmış… M.Ö. üçüncü yüzyıla ait Hipparchia; sekizinci yüzyıla ait Rabia al-Adawiyya; 11. YüzyıldaMurasakiShikibu; 12. YüzyıldaBingen'liHildegard; 14. yüzyılda Christine de Pizan; 17. Yüzyılda SorJuanaInés de la Cruz.

***

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!

Daha çok kadın felsefeyle uğraşsın!

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Arzu Karaahmetoğlu
 17 Mart 2024 Pazar 08:03
Evrensel boyutta ''Erkek egemen'' analitik dünyaya karşın gizli gücüyle ''kadın yaratıcı zekası'' aynı anda analitik ve estetik fark andalıkta gizliden ilerlemiş ve ilerliyor.''Kadın olarak Var olmanın savaşı'' yüzyıllardır vardı ve var olmaya devam edecektir.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz