MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Mertçe bir hikâye
Işıl Öztürk BULUT
YAZARLAR
18 Aralık 2013 Çarşamba

Mertçe bir hikâye

Aman Allahım!
Ne acı, ne keder, ne hüzün… Yüreğim yangın yeri sanki…
Dondum kaldım. İkiye bölündüm.
Sarsılan bir yanım kanayan yüreğimle boğuşurken, diğer bir yanım ders çıkarıyordu.
O an neler öğrenmiştim neler!...
***
Adı Mert… Henüz sekiz yaşında… İzmir’in yerlisi…
Fakat denizi sekiz yaşında gördü Mert, yani İzmir’e sekiz yaşında indi(!)
Ben Mert’i ancak kader diyebileceğimiz bir rastlantıyla tanıdım.
Öylesine bir çocuk Mert, ama ben büyük adam olacağım, olmalıyım, diye hayata tutunan bir çocuk…
Koyun sağıyor Mert, inek sağıyor; güdüyor onları.
Dağ, tepe, bayır; çamur, soğuk sıcak demeden yürüyor, koşuyor…
Tarlalarında yetiştirebildikleriyle ilgileniyor, suluyor, belliyor…
Yalçın tepelerde, asırlık kestane ağaçlarından kestane topluyor…
Boyundan büyük, okkasından ağır çuvalları taşıyor.
Okuyor tabii ki Mert, umutlarını, hedeflerini defterine, yok yok gönlüne kazıyor…
Öylesine olgun, öylesine mahcup ve öylesine efendi bir delikanlı Mert.
İşte bu Mert’in hikâyesi… İki ablasının… Anne ve babasının; köylerindeki diğer Mertlerin, Eliflerin ve Zeyneplerin… Elleri nasırlı ama gözleri ışıl ışıl, yanakları al al olan bizim çocukların hikâyesi…
***
Burası Kiraz ilçemize bağlı ve ilçeye 30 Km. uzaktaki Karabolu Köyü. Yörüğün yüzlerce yıl önce gelip obasını kurduğu ve daha sonra hiç ayrılamadığı bir dağ köyü! Doyumsuz bir su, tertemiz bir hava, yem yeşil bir yayla…
2013 Ramazan Bayramının 4. Günüydü. Mert’in sünnet düğünü için gelmiştik. Kına gecesi bitmiş, yorgunluktan ayaklarımıza kara sular inmişti. Saat hayli ilerlemiş, hiç dağılmayacak sandığım kalabalık sonunda dağılmıştı.
Mert ile birlikte dedesinin evinden kendi evlerine doğru tırmanmaya başlamıştık(!). Eve vardığımızda yorgunluktan artık ayakta duramayan Mert sünnet kıyafetlerini çıkarmıştı. Fakat bir türlü yatağına gitmiyor, gidemiyordu. Çünkü çok başka bir derdi, çok başka bir özlemi, çok başka bir isteği vardı Mert’in. Daha fazla dayanamadı, altın ve para dolu çantayı işaret ederek;
‘Işıl teyze, arkadaşım bir şey getirdi. Onu alabilir miyim”?
 Aklıma ilk gelen bir altın kolye ya da künye olabileceğiydi. Oysa değildi.
Mert’e ne aradığını sorduğumda ‘İşte orada’ diyerek çantanın içerisindeki küçük paketi işaret etti.
O da ne?
İstediği küçücük bir plastik oyuncak arabadan başka bir şey değildi.
‘Bu muydu aradığın?’ dediğimde; uykulu ama oyuncağı görünce parlayan gözleriyle “Evet” demişti bile.
İşte o an öylece kalakalmıştım.
Her ne kadar olgun görünse de O’nun bir çocuk olduğunu ve çocukların oyuncakları ne kadar sevdiğini nasıl da unutmuştum!
Evet, onun gözünde ne takılan altınlar ne de paralar vardı…
Görseniz ayakta duramadığı halde nasıl oynadı ve nasıl da uyudu o oyuncakla…
***
Sarsılmıştım…
Bir tarafta ciğerim liğme liğme olmuş, gözlerim dolmuş, tarifsiz bir kederin ortasında kalmıştım…
Bir tarafta ise avuç içi kadar oyuncağın mutlu ettiği çocukla karşı karşıyaydım…
Dedim ya ne çok ders çıkmıştı Mert’ten…
Sadece Mert değil, binlerce, yüzlerce Mert geldi aklıma…
Hiç oyuncağı olmamış Mertler, Elifler ve Zeynepler…
Yolsuz, okulsuz, elektriksiz, susuz ve altyapısız İzmir köylerinde yaşayan daha bilgisayar görmemiş çocuklar!...
İzmir gibi bir kentin ne çok böyle köyü, ne çok Mert’i, ne çok Elif’i var biliyor musunuz?
Ve oyuncaksızlığın ne demek olduğunu?...
***
Hani dizi filmlerde siyah ekranda “Bu filmdeki kişi ve kurumların gerçek hayatla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür” şeklinde yazı yer alır ya, bende size aynını yazmak isterdim ama ne yazık ki yazdığım kişi ve yaşadıklarımız tamamen gerçek…
 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz