MENÜ
İzmir 17°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ahlak, vicdan, küresel kabileler
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
1 Mart 2018 Perşembe

Ahlak, vicdan, küresel kabileler

Ahlak üzerine "kalem oynattığımız" yazıların sonuna geldik... Bugün Ahlak ve Vicdan üzerine konuşarak, bir süre sonra yeniden bu konuya dönmek üzere Ahlak bahsini kapatıyorum...

Uzak-Yakın çevremiz bilir. Amin Maalouf'un tarihsel coğrafyamızın yaşayan en kıymetli edebiyatçısı olduğunı sıklıkla söyler, bu konuda konuşmalar yapar, yazılar yazarım. Ahlak yazılarına başlarken sözü önünde sonunda Maalouf'un Ölümcül Kimlikler kitabına getireceğimi biliyordum. Yazarın bu kitapta müthiş bir tanımı var: Küresel Kabileler...

Ne diyor Maalouf: "Bugünün insanlığını oluşturan küresel kabileler bir bilek güreşine dönen kimlik, kültür ve aidiyet çatışmalarına temelde iki farklı rakipten oluşan bir maçın taraflarından biri olarak bakmaktadır."

Halkların ve politikacıların ötekileştirerek farklı barbarlıklara alkış tuttuğunu ve antisemitizm, İslamofobi gibi ayrımcı yaklaşımların da sözünü ettiğimiz bu taraf olma durumundan kaynaklandığını söylemektedir yazar bu noktada.

İşte burada bütün ortadoğunun son yıllarda ağzından düşürmediği sözcüğü analım: Vicdan...

Arapça kökenli ‘vicdan’ sözcüğü, değişik kültür düzeylerinde, çeşitli meslek gruplarında farklı şekilde tarif edilmeye çalışılabilir.

‘Türkçe Sözlük’te “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç” olarak tanımlanıyor. İçimizden gelen bu güçlü duygu, bazen yapmayı ya da yapmamayı öğütleyerek; bazen de bizi uyararak, suçlayarak, kınayarak, yargılayarak, onaylayarak özel bir biçimde eylemlerimize ve yaşam biçimimize yön veriyor. Çünkü aynı zamanda vicdan, kişiyi eylemleri hakkında yargılayarak, onaylayarak, hesap sorarak, suçlayarak hükümler veren öznel bir bilinç…

İnsana hatayı ve doğruyu gösteren bu içses; hatanın ve doğrunun sınırını belirleyen, uyumak bilmeyen, kişiyi her an her yerde izleyen ve kişinin niyetine göre yargılamada bulunan bir yargıç… Hem de bütün duygu ve düşüncelerimizdeki niyeti adım adım izleyen hatır, gönül, hoşgörü, merhamet ve dostluk kayırma tanımadan yargılayan her zaman uyanık bir yargıç…  

Ruh bilimciler kişinin gelişimi ve farkındalığı oranında, vicdanının da geliştiğini kabul ediyorlar. Felsefecilere göre ise, kişiye iç huzuru veya huzursuzluğu vererek kişiyi uyaran, kişide doğuştan var olan (ya da olmayan) bir yetenek vicdan...

İnsanlar vicdanları, akılları ve beş duyularıyla davranışlarını yönlendiriyorlarmış bilimsel olarak… Ancak bu davranışlarda her zaman üstünlük vicdanın yönlendirmesiymiş. Herkes bilir ki, vicdanda kıyas, mantık, fikir yürütme gibi hipotezler yoktur. Vicdan bütün bunlara ihtiyaç duymadan hakikatleri bilir. Biz maviyi yeşilden gözümüzle ayırt edebiliriz; ancak şefkatin sevgiden, ya da korkunun endişeden farkını sadece vicdanen bilebiliriz.

İnsan gözünün gördüğüne inanmayabilir; acaba yanlış mı gördüm diye düşünebilir; tekrar tekrar bakabilir. Aklına güvenmeyebilir; acaba yanlış mı anladım diye düşünebilir; tekrar sorabilir, okuyabilir, araştırabilir. Ancak vicdanen bildiklerinden pek şüpheye düşmez.

Bilirsiniz; Freud oluşturduğu psikanaliz kavramı ile vicdan ilişkisini de açıklar. Freud’e göre ruhsal yapı, ‘id’ (alt benlik) – ‘ego’ (benlik) ve ‘süperego’ (üst benlik)ten ibarettir. ‘İd’, içgüdüsel öğelerin temsilcisidir ve sürekli doyum arar. Haz ilkesine ve ilkel düşünce süreçlerine uyar. ‘Ego’ ise, alt benlikten belirli şekilde ayrışarak meydana gelir. Bu yapı yavrusunu tanır. Kendisi ve kendisinden olmayanı tanımaya başlar. Dürtüler ve doyum arayan öğeler üzerine hâkimiyet kurulmaya başlanan dönemdir. ‘Süperego’da ise benliğin ortaya çıkışı ile insan iyi, kötü ve yanlış ayrımlarını edinir. Çocuk cinsel kimliğini edinir, toplumsal değer yargılarını öğrenir bu dönemde… Yani süperego ruhsal yapının dizginleyici, yargılayıcı, suçlayıcı, cezalandırıcı öğesidir. Süperego vicdan denilen kavramla özdeşleşir de denilebilir. Suçluluk duygusu denilen ve hissedilen duygular, aslında vicdanımızdan gelen duygular veya süperegonun özelliklerinden gelen duygulardır. Bu bir bakıma üst benliğin, benliği cezalandırmasıdır.

***

Hayatımda Goethe’yi doğrulayan o kadar çok deneyim yaşadım ki… Goethe der ki: “Sadece iş güç peşinde koşmaktan başka uğraşısı olmayan kişilerde, vicdan gelişiminin zayıf olduğunu gördüm” 

İnsanoğlunun sahip olduğu en büyük erdemlerinden biri olan vicdan, ne yazık ki her zaman istediğimiz ölçüde devreye giremeyebiliyor. Çıkarlar, sapkın düşünceler ya da hastalıklı bir ruh yapısı, bazen vicdanın önüne geçebiliyor. Oysa her insan bir gün, karşısındakinin vicdan muhasebesine ihtiyaç duyabilir. O zaman geldiğinde, ‘vicdan’ denen duygunun her şeyin üstünde tutulmasını bekleyebilir. O yüzden kural çok açık: Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına da yapma! Yapma ki, üzme ve üzülme…

***

Yaratılmışların en şereflisi (yani eşref’ül-mahlûk) olan insan, aynı zamanda vicdan sahibi tek yaratıktır. Vicdan, insandaki hayvansal içgüdüleri, ilkel ihtirasları, bencillik duygularını düzenler; bizleri doğruluk, adalet ve sevgi doğrultusunda yönlendirir. Vicdan, öyle bir ‘gönül arenası’dır ki, adli yargılardan çok daha yüce bir makamdır. Bu makamda dürüst bir insana yalnızca vicdanı hâkimdir. Onun vicdanından başka efendisi yoktur. Bütün bunlardan hareketle, vicdanı temiz olan insan gerçekten özgür, huzurlu ve mutludur.

Sûfiler, vicdan sorunu olanlara şöyle seslenmiştir: “Cehennem dediğin yerde dal, odun yoktur. Herkes odununu kendi götürür.” 

Kuşkusuz bir de ‘vicdan azabı’ dediğimiz şey var… Allah kimsenin başına vermesin; ve bizleri hem vicdansızlardan hem de vicdan azabı çekmekten korusun.

***

Maalouf'la başladık onunla bitirelim. Kimliklerin, ister azınlık ister sınırda yaşayanlar tarafından benimsensin, toplumların geleceği adına çimento vazifesi gördüğünü de kaydeden Maalouf, bu açıdan çok dillilik ve çok kimlikli dokunun inşasına bütün metinlerinde özellikle vurgu yapmaktadır. 

Pusulasız bir halde girilen 21. yüzyıla, ideolojilerin savaşından kimliklerin ve aidiyetlerin çatışmasına dönüşen kaotik bir ortamda adım attığımızı kaydeden yazar, Arap-Müslüman kültür alanıyla Batı merkezli dünyanın savaşının aslında kimsenin masum olmadığı bir mecrada yaşandığını da “Çivisi Çıkmış Dünya” kitabında çarpıcı şekilde dillendirmektedir.

Ahlakımız eksilmesin, vicdanımız çürümesin...

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz