MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çare sürdürülebilirlikte
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
24 Ocak 2018 Çarşamba

Çare sürdürülebilirlikte

Yoksulluk, ekolojik sistemlerin yıkılması ve toprakların uygun olmayan şekilde kullanılmaları ile birleşen iklim değişikliğinin pek çok insanı evini terk etmeye ittiği de savaşlar kadar acımasız gerçeği dünyamızın.

Geçen yazımızı sera gazı emisyonları düzeyini azaltmak için daha fazla isteğe ve iklim değişikliğine çok az katkısı olan ülkelerde afet riskini azaltma yönünde somut eylemlere ihtiyaç olduğunun da Birleşmiş Milletlerin önemli beklentisi olduğunu belirterek bitirmiştik.

Bugün de küresel ısınmanın başka bir boyutuna daha dikkatinizi çekeceğim. Uzun yıllar Londra’da yaşamış, Yeni asır yıllarında beraber çalışma şansı bulduğumuz Edip Emil Öymen şimdi HBT’de yazıyor ve her yazısını heyecanla bekliyorum. Edip Bey, Türkiye’ye döndüğünde Ayvalık’ta bir programda karşılaşmıştık daha sonra görüşemedik…

Ekonomisi veri temelli ileri bilgi toplumları, çoktan başlamış olan küresel iklim değişikliğine uyum sağlamak için “gereğini” yapıyor…  Sevgili Edip Bey’in Dünya Gazetesinde yayımlanmış ve kesip sakladığım bir yazısında ortaya attığı iddia çok önemlidir:  Türkiye’nin de içinde yer aldığı enlemleri kurutacak bu felakete karşı, insanlığın olmazsa olmazı su ve gıda kaynaklarının korunması için tarımda inovasyon...

Örnek: Japonya’da tamamen robotların yöneteceği, dünyanın ilk robot çiftliği SPREAD adlı şirket kuruyor. 4,400 metre kare alanda yılda 11 milyon marul yetiştirilecek. İşletmede işçilik giderleri yüzde 50 azalacak. Bu kadar büyük bir tesisin inşaatı için gereken masraf yüzde 25 azalacak. Enerji ihtiyacı yüzde 30 azalacak. Tesiste, tohumların ekilmesini işçiler yapacak, ama geri kalan bütün süreç robotlara bırakılacak. Burada anahtar sözcük: Sürdürülebilirlik.

Tabii ki bu haberi okuyunca bazı ürünlerde yılda sadece iki ay çalışan on ay ise kahvede oturan, buna karşın işsizlikten yakınan Türkiyenin bazı köylülerini düşündüm. Robotlar başlarsa ne olur bu köylünün hali…

Edip Bey’den notlarla devam ediyorum…

  • Güvenli gıdayı istikrarlı bir şekilde üreterek tüketiciye sunmak, sosyal bir sürdürülebilirlik. İş yönetimi olarak istikrarlı kârlılık sağlamak, ekonomik bir sürdürülebilirlik. Çevreyi koruyan, doğal kaynaklara saygılı tutum ise çevresel sürüdürülebilirlik.
  • Başka bir örnek: Avustralya’da Port Augusta yakınlarında çöl kadar kurak bir arazide kurulan 2 bin metre karelik Sundrop Farm’da yenilikçi yöntemlerle domates yetiştiriliyor. Hollandalı Reinier Wolterbeek ve Philipp Saumweber’in tesisi, en olmadık coğrafyada bile tarım yapılabileceğini gösteren ibretlik bir girişim.
  • Suyu, bir kilometre uzakta denizden boruyla alıyorlar. Tuzu ayırmak gerek tabii. Tuzlu suyu, içinde termal yağ bulunan (toplam uzunluğu 70 metre) boruların üzerinden geçiriyorlar. Borular, gün boyu güneşi izleyen panellerle 160 dereceye kadar ısıtılıyor. Tuzlu su kaynıyor, ve buharlaşıyor. Bundan, içilebilir su elde ediliyor.
  • Ama işin ikinci kısmı var: Kurak çorak coğrafyada 48 dereceye kadar yükselen sıcakta, tesisin ısısını ayarlamak. Bunun için ise, tuzlu suyu oluklu mukavva duvarlardan akıtıyorlar. Su buharlaşırken, büyük vantilatörler, buharı serin hava olarak tesisin içine yayıyor. Tıpkı, yazın sıcakta vücudun terleyerek iç ısıyı koruması gibi.
  • İşin bir de üçüncü aşaması var: Tohumlar nasıl döllenecek? Avustralya arıları domates çiçeklerini sevmiyormuş. Arı, çiçekten çiçeğe dolaşmayınca döllenme de yok. Hollandalı girişimcilerin buldukları çare, bitkileri “heavy metal” bangır müzikle sarsmak. Vibrasyonla sarsılan çiçekler havada uçuşmaya başlıyor. İşte, arısız döllenme...
  • Yenilikçi çözüm önerilerinin, kuraklığı zaten ezelden beri yaşayan yerlerden çıkması normal. Örneğin, Güney Afrikalı moleküler biyoloji hocası Jill Farrant, TED’de verdiği konferansta, ölü gibi duran kuru bitkilerin, azıcık suyla canlanıp normale döndüğünü anlattı. Genetik mekanizmasını incelediğinde görmüş ki, bitkiyi öldürmeyen ama uykuya yatıran bir genetik kod var. Ve bu kod, susuz yaşayamayan diğer 135 tür bitkide de var aslında. Şimdi yürütülecek genetik çalışmalarla, acaba bu genetik özelliği buğday, pirinç ve mısıra nakletmek mümkün olacak mı diye bakacaklar. Sadece Jill Farrant değil, başka bilimciler de benzer çözümleri aramakla meşgul.

Bu kadar sürdürülebilirlikten söz ettikten sonra, size Konak Pier’de açılan bir tabiat sergisinden söz etmek istiyorum. Her üyesinin daha sürdürülebilir bir dünyadan yana olduğuna emin olduğum İzmir Doğa Fotoğrafçıları Topluluğu’nun sergisinde hepsi birbirinden ilginç fotoğraflarını görmenizi öneririm.

Bütün sunumlar çok iyi. Fotoğraf sanatçısı dostlarım Bora Çal ve Nail Uygur’un eserlerini çok beğendiğimi ifade etmeliyim.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz