MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Muhteşem bir Anadolu Destanı
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
4 Şubat 2015 Çarşamba

Muhteşem bir Anadolu Destanı

Avustralya kırsalından Çanakkale’ye kopup gelen, savaşta yaşamını kaybeden 17, 18, 19 yaşlarında, yaşamlarının baharında, gencecik üç erkek kardeş, tüm evlatlarını kaybetmenin acısına dayanamayıp canına kıyan acılı anne… Karısına aşık, çocuklarını seven yumuşacık kalpli, acılı bir baba…

Yokluk içinde vatanı savunmaya çalışan vicdanlı, mert Türk askerleri, vicdansız İngiliz askerleri… Eşini savaşta kaybetmiş genç, güzel, yalnız, hüzünlü Türk kadınları, babalarını savaşta kaybetmiş yalnız Türk çocukları… Paramparça hayatlar… Bunca acının içinde arka planda büyülü Sultan Ahmet Camii, sufiler, hoş İstanbul sokakları, etkileyici vurguda ezan sesleri, Kuvayi Milliye direnişleri, turkuaz Çanakkale suları, sıcacık Ege kumları, Anadolu manzaraları… Atatürk’ten övgüyle söz eden bir Russell Crowe…

Kısaca gerçek bir hikayeden esinlenerek çevrilen “Son Umut” filmini özetledim size… Yıllardır yabancı yapım filmlerde görmeye alıştığımız agresif, kötü rollerde bu defa Türkler yok, tersine vatanımıza saldırmış, savaşta işgal edememiş, sonra Sevr anlaşmasıyla işgal etmiş, agresif, kötü tarafı İngilizler temsil ediyor… Ordu ve askerimizin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bu günlerde askerimizin mert, özverili, vatanı kurtarmak için bir an bile düşünmeden canını veren, düşmana bile yardım eden vicdanlı tarafı vurgulanıyor, ortaya koyuluyor… Atatürk övülüyor…

Devre devre gözyaşlarımızı tutamadık filmi izlerken… Gurur duyduk… Ne kadar konu Avustralyalı bir ailenin dramı gibi görünse de, arka planı Türkiye’ye ve Türklere övgü, bir ağıt, sanki bir tanıtım filmi gibiydi… Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan çok iyiydi. Tabii ki Russell Crowe da…

Bu duyarlı film satır aralarında sürekli verilen mesajlarla adeta bir Anadolu destanı gibi geldi bana…

Birçok Avustralyalı arkadaşım oldu. Hepsi çok sakin, saf, kibar ve yumuşak. Hepsi harika insanlar. Hepsinin kalbinde bir Çanakkale savaşı yarası olduğunu gördüm. Binlerce kilometre uzaktaki bir kıtadan kopup gelen ve Çanakkale’de ölen 10 000 Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gencin ne akla hizmet buralara savaşmaya geldiklerini 1915den beri anlamaya çalışıyorlar sanki… Ya da bu savaşın onlar için ne anlamsız bir savaş ve ölüm olduğunu…

Filmde Cem Yılmaz Russell Crowe’a “Siz Avustralyalılar Türkiye’nin neresini, hangi toprağı almaya geldiniz” diye soruyor. Russell Crowe’ın yanıtı “Biz kocaman, uçsuz bucaksız bir kıtayız, toprağa ihtiyacımız yok. Buradan toprak almak için savaşmaya gelmedi oğullarım” oluyor. Yani, bence yaklaşık tam 100 yıl sonra, hala daha gencecik oğullarını niye gemiyle 3 ay alan bir yolculuk ile dünyanın diğer tarafına ölmeye yolladıklarını anlayamıyorlar… ve İngilizlere bu tezgahla 10 000 evlatlarını aldıkları için çok kızıyorlar sanki…

Sonradan dost olan ve yardımlaşan iki düşman taraf (Avustralyalı baba ve Türk Albay) film boyu karşılıklı insaniyete ve hassasiyete vurgu yaparken, başlarda Türk Albay kendisine “oğlumu neden öldürdün” diyen Avustralyalı babaya “Vatanımı savunuyordum, sen oğlunu neden bu kadar uzağa, bizim ülkemize saldırmaya yolladın” diyor… ve baba bu soruya yanıt veremiyor… Film boyu dikkatli izleyiciye her cümle bu kadar anlamlı ve ülkemizi destekleyici mesajlar veriyor…

Bir tarafta savaşın tüyler ürpertici, acımasız tarafını vurgulayan film, diğer tarafta kiliseyi ve İngilizleri pek hoş olmayan tarafıyla resmederken, ülkemiz, Kuvayi Milliye, askerimiz, Atatürk ve Müslümanlık hakkında sadece güzel, duyarlı söz ve görüntüler veriyor. Ben huşu içinde çıktım. Mutlaka izlemelisiniz… 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz