MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Süreç baltası gelmiştir – DERİN GENÇLER ’den mesaj var
Cumhur BULUT
YAZARLAR
25 Şubat 2013 Pazartesi

Süreç baltası gelmiştir – DERİN GENÇLER ’den mesaj var

Cumartesi gecesi saat 23.10 evde oturuyordum, Sinop ve Samsun olayları kafamı iyiden iyiye kurcalıyor, bölücü hainlerin niçin Karadeniz’i seçtiğini düşünüyordum. Bu süreci isteyen onlardı, baltalanmasını isteyen yine onlar!... Girift bir bilmeceydi bu, çözemiyordum. İşin içinden çıkamadım. Düşüncelerimi sabaha havale edip,  çalışma odamdan çıktım, Oysa okumam gereken birikmiş birçok makale ve dergi bulunuyordu… Televizyon izlemeye karar verdim.
 
“Tarihin Arka Odası” iyi gelecekti. Düşüncelerden biraz olsun uzaklaşıp dinlenirim diye düşündüm. Birden telefonuma gelen kısa mesaj uyarısıyla irkildim. Bu saatte hangi münasebetsiz diye düşünerek aldım telefonu elime, gelen mesaj şöyleydi: “Süreç Baltası gelmiştir. Fırsatı kaçırmayın. 09.30 – Hekimoğlu Süpermarket” Tamam dedim, bunlar büyük ihtimalle size daha önce de bahsettiğim “DERİN GENÇLER”dir… Herhalde yine toplanacaklar ve beni de davet ediyorlar dedim…
Heyecanlanmıştım. Pazar sabahı erkenden evden çıktım. Hemen alt caddemizde bulunan Hekimoğlu Süpermarket’e gittim ve kasaların başındaki güler yüzlü görevlilerden birisinin kulağına eğilerek - biraz da çekinerek – gizli şifreyi söyledim; “Süreç Baltası var mı?”  Genç görevli telefonla içeriyi aradı ve yanımıza bir paket geldi. “Buyurun Beyefendi bu paket size gönderildi” dedi.

Koşar adım eve geldim, paketi açtım. Gerçekten de ağzı bir bezle sarılmış işlemeli bir balta ve hemen yanına tutturulmuş zarif bir zarf vardı. Zarfı açtım, içerisinden yine kibar bir kart çıktı. Üzerindeki motiflerden bizim GENÇLER tarafından yollandığı belliydi. Kartın bir tarafında şöyle yazıyordu: “Herkes bir bütünün parçasıdır. Hiç kimse bütünden bağımsız değildir. Siz o bütünle varsınız. Bütün yoksa siz var olamıyorsunuz. İnsanın insanla ilişkisi bir yana insanın tabiatla ilişkisi de Muhammedi (s.a.v.) ilhamla planlanmıştır. Dolayısıyla çevrenizdeki herhangi bir ağaca artık ‘Allah’ın odunu’ diye bakamazsınız, onda bir can var size çok yakın. Yaratılmış olmak bakımından zaten bir kardeşlik, bir eşitlik söz konusu. Bu anlayış en basit manada Müslüman-Türk Ormancısına, ormana girdiğinde, kesim zamanı gelmiş ağaca doğru ilerlerken, baltasının ağzını bir bezle sarmasını emretmiştir. Yasal bir emir değildir bu, vicdanî bir şeydir, bir ahlaktır. Neden? ‘Çünkü keseceğim ağaca gidene kadar, diğer ağaçlar benim baltamı görür de ürkerler, onları rencide etmiş olurum’ anlayışından.” Kartın diğer yüzünü çevirdim orada yazanlar ise şöyleydi: “Eğer Allah insanlara, onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu. İşte biz, bize kavuşmayı ummayanları, kendi azgınlıkları içinde bocalar halde bırakırız.” Yûnûs Sûresi 10/11. (Cumhur Bey, sizi bekliyoruz.)

Bizim GENÇLER’de usul böyledir. Kartın ön yüzü konuşacağımız konuların kapsamını, arka yüzü ise buluşma yerini bildiriyor. Yunus Suresi buluşma yeri olan Karşıyaka Yunus Heykelleri, 10-11. Ayetler ise buluşma saatini yani 10.30’u gösteriyordu.

Uzatmayayım verilen saatte söylenen yerde oldum. Pek dikkat çekmeyen hususi bir otomobile atladık. Eski Foça taraflarında restore edilmiş tarihi bir binaya geçtik. Burada “GENÇLER” in diğer üyeleriyle de tanıştık. Aralarında diş hekimi, işadamı, doktor, sporcu, öğrenci vb. çeşitli mesleklerden arkadaşlar var. Her birisi farklı bir coğrafyadan geliyor. İzmirlisi de var Erzurumlusu da, Diyarbakırlısı da. ABD’de doktora eğitimini sürdüren de var Kuzey Irak’ta ticaret yapan da. Erbil’den gelecek iki arkadaşın uçağı rötar yaptığı için onları da bekledik. Bir saat kadar sonra onlar da iştirak ettiler. Gelen iki hanım kızımızın birisi Süleymaniyeli bir Gurmanç diğeri de Kifrili Türkmendi.
Çaylarımız ve kahvelerimiz de gelince Diyarbakırlı konuşmak için ayağa kalktı karşımızda duran dev ekran açıldı ve ekranda şu görüntüler akmaya başladı:

Sinop… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 50’nin üzerinde!
Samsun… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 150’nin üzerinde!
Artvin… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 40’ın üzerinde!
Giresun… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 100!
Kastamonu… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 90!
Ordu… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 150!
Rize… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 60!
Tokat… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 150!
Trabzon… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 105!
Zonguldak… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 50!
Bartın… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 40!
Karabük… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 20!
Düzce… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 30!
Gümüşhane… PKK terörüne verdiği şehit sayısı 35!

Tam yüzümü ekşitmiş söze girecekken niyetimi anlamış gibi söze girdi hemen yanımda oturan Trabzonlu. Bana dönerek; “Hayır! Düşündüğünüz gibi değil, siz ülkeyi kafanızda bölmüşsünüz diyeceksiniz ama gündeme Karadeniz üzerinden giriş yapacağımız için bu rakamları verdik. Yoksa bu ülkenin her karış toprağı şahadet şerbeti içmiş ölümsüz yiğitlerle doludur.”
Yaman çocuklar vallahi. Leb demeden leblebinin üretildiği fabrikayı ve seri numarasını söylüyorlar. Devam etti Trabzonlu: “Hepsi de vatan evladı… Hepsi de Anasının kuzusu! Kimi evli, kimi nişanlı! Kiminin yetimleri var, kiminin beklediği!... Hepsi de gitti. Türk Milletine, Türk Devletine, Türk Vatanına, Türk Bayrağına kurban gitti!”

Süleymaniyeli kız söze girdi: “Mübarek olsun! Bir o kadar daha kurban vermeye hazırız. Hem de sadece Karadeniz vilayetlerinden değil her vilayetimizden! Fakat iç yangını kolay sönmez! Ana yüreği, baba ciğeri; kardeş, eş, çocuk, yeğen, teyze, dayı, amca, hala, komşu, meslektaş, dost, hısım akraba; arkadaş… Yanar da yanar insanın içi… Harlamak için kıvılcım bekler!”
Bizim İzmirli de doluydu sözü o aldı: “Birileri de çıkar, eli kanlı teröriste destek verir! Şehidi hor görür, yok sayar! Bebek katillerini, evlatlarımızın katillerini af edelim der! Barışalım der! Davul zurna ile karşılayanlar… Yolda görüp sarılanlar, hep bunlardandır! Ellerindeki kana, ağızlarından sızan kana aldırmadan kardeşlik türküsü çığırmaya kalkarlar. Bu millet görmez ya, bu millet unutur ya, bu millet umursamaz ya!”

Söze Kifrili kız devam etti: “Öyle sanırlar! Yüzsüzdürler, vicdansızdırlar, acımasızdırlar, ar damarları çatlak olduğundan olsa gerek rezilliklerinin farkına varmazlar. İçi yananların, yüreği kanayanların, ciğeri parçalananların üzerine üzerine giderler! Giderler de! Sandıkları gibi çıkmadığında; bu milletin şehitlerini, acılarını unutmadığını; gözlerinden perdenin kalktığını gördüklerinde feryat etmeye başlarlar! “Bu kardeşliğe vurulmuş hançerdir”, “Süreci baltalamak istiyorlar” diye… Hayır! Asıl Vatan, Millet ve Bayrak Sevdasının süreci devam ediyor ve sonsuza dek de devam edecek. Sadece o kadar!”

Saraybosna’dan gelen arkadaş sözü aldı: “İnsan topluluğunu millet yapan bir bakıma çekilen ortak acılardır! Milli hafıza, kolektif hafıza yani milli şuur bu acıları hiç unutmaz! İhanet unutulmaz… Millet hayatında hainler mazur ve makul, yaşananlar da mubah görülmez! Bilhassa Türk Milleti unutmaz! Samsun’dan başlar, İzmir’de denize döker! Hainleri de düşmanları da! Yani yaşanan çok doğal, çok normal bir tepkidir… Ne yapacaktı bu millet, ne yapacaktı Sinoplu, Samsunlu? Yahut Çankırılı, Uşaklı, Trakyalı, Mersinli, Erzurumlu, Bursalı? Aynı tepkiyi verecek elbette!”

Mardin’den gelen arkadaş isyan edercesine söze girdi: “Biz isyan etmiyor muyuz sanıyorsunuz? Yıllarca bölücü örgüte karşı sadece Mardin değil bütün bölge olarak canımızla, malımızla mücadele verdik. Karşılığında ne oldu? Devletimizden bırakın destek görmeyi her konuda engellerle karşılaştık. On yıllardır süren arazi davalarımız var. Her konuda her türlü engellemelerle karşı karşıyayız. Bölgeye sonradan gelmiş neyi üdüğü belirsiz adamlar yüz binlerce dönüm araziyi satın alıyorlar. Satmak istemeyenleri bir şekilde yıldırmaya zor kullanarak uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Devlet organizması bu işleri seyretmekle, iktidar partisinin üyeleri ise ihaleler ile meşgul. Birkaç sene önce KCK denilen yapının elemanları geldi bizim aşirete. Aklınızı başınıza devşirin. Devletle anlaştık. Buraların yönetimi bize bırakılacak dediler. Sonra öğrendik ki bunu sadece bize değil devletten yana tavır alan herkese söylüyorlarmış. İnanmadık. Bu kadar da olamaz dedik. Ancak geldiğimiz şu noktaya bakın… Ben Kurmançiyim. Karşımda oturan Elazığlı arkadaşım Zaza. Hemen yanımda oturan kardeşim Çerkes. Hepimiz kökenimizle övünüyoruz ama aynı zamanda da Türk’üz. Bizi biz yapan bir yapan Türklüktür. Biz hepimiz Türklüğün parçalarıyız. Hükümet yanlış yolda, “Türk” kavramını etnik bir forma dönüştürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmesinler!”

Toplantıyı yöneten Diyarbakırlı söze girdi. Belli ki tartışmanın belli bir olgunluğa eriştiğini düşünüyordu ve son konuşmayı yapacaktı. Derin bir nefes aldı ve bize dönerek: “Değerli arkadaşlar, anlatılanları hepimiz dinledik. Milletçe yine bir zorlu eşikteyiz. Bağırıp çağırarak, feryad ederek bir şey değişmez. Değişime önce kendimizden başlayacağız. Bir âyette Rabbimiz şöyle buyurur: ‘Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirmez.’ Demek ki Allah, toplumsal değişimi kişisel değişime bağlıyor. Kendimizi dönüştürmeden toplumu, kurumları dönüştüremeyiz. Bizim fütühat anlayışımızın ardında i’la-yı kelimetullah vardır. Osmanlı dönemindeki ordu şeyhliği makamını hatırlayın. Ordu her zaman, şeyhlerin denetiminde tespih çekerek yani, evrâdlı ve ezkârlı bir biçimde savaşa giderdi. Bir taraftan kösler, bir taraftan da bendirler vurulurdu. Böyle bir ordu, böyle bir millet yenilebilir mi? Şimdi içinizden geçiriyorsunuzdur bu anlattıklarına eyvallah ama artık bugüne gel, milletteki sessizliğin nedenini söyle diye. Öncelikle şunu söyleyelim ki ‘sessizliğin sesi’ diye bir dil vardır. Bu dil sustuğunda başlar haykırmaya ve sadece muhatabı anlar. Şunu aklınızdan çıkarmayın ki bu millet sahipsiz değildir. Bir yanda ‘hükümet-i zâhiriyye” varken diğer yanda da ‘hükümet-i bâtınıyye” vardır. Görünen yönetim manevi otoriteye karşı gelirse artık bir hükmü kalmaz. Bize düşen bu toplumun, bu milletin birleştirici unsurlarını ortaya çıkarmak. Bunu yapmadığımız sürece ayrılıkların, ihtilâfların sonu gelmez. Sonra ortaya çıkacak türlü parçalanmayı silah kuvvetiyle bile bir araya getirmek de mümkün olmaz hâle gelir. Bize düşen önce gönüllere girmektir”

Konuşmadan aktarımları burada kesiyorum. Çünkü konuşmaların bundan sonraki kısmı kayda alınmaması şartıyla yani meşhur habercilik deyimiyle “Off the record” devam etti.
Sadece Toplantı bittiğinde dev ekrandaki şu söz dikkatimi fazlasıyla çekti: “Biz duvarda asılı duran iki tarafı da keskin kılıca benzeriz. Biz kimseye gidip çarpmayız, nasibi olan gelir kendini bize çarpar!”

İşte böyle değerli okuyucularım. “GENÇLER” böyle düşünüyor. Peki, siz ne düşünüyorsunuz? 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 ciwan
 9 Mart 2013 Cumartesi 22:55
güzel analiz. ince görüş.
 samiselim
 28 Şubat 2013 Perşembe 14:01
son zamanlarda okuduğum en iyi yazı. tabiri caizse anlayana!
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz