MENÜ
İzmir 13°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Estetik, anestezik, okullar ve yaratıcılık üzerine
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
29 Nisan 2014 Salı

Estetik, anestezik, okullar ve yaratıcılık üzerine

“Anestezi” yani “ameliyat öncesi uyuşturma, uyutulma” sözcüğünün estetik sözcüğünden geldiğini biliyor muydunuz? Yani “anestezi” sözcüğünün estetik (duyarlılık) duygularının uyuşturulması, uyutulması, duyarsızlaştırılması anlamına geldiğini… Daha önceki bir yazımda özgürlüğe/özgür hissetmeye değinmiştim; toplumumuzdaki çoğu kişinin “mahalle baskısı, iş baskısı, vb” halinde ne kadar tutsak, sanki uyuşturucu altındaki yaşamların içinde olduğunun paylaşımıydı bunlar…
Yetişkinlerin yanı sıra çocuklarımız da sınav yarışı, evlerdeki ödev kavgası durumunda “tutsak” ve onlar da bu çarpık eğitim sisteminde paylarına düşen bunaltıyı yaşıyorlar, onlar da adeta anestezi altında. Ünlü eğitim ve yaratıcılık uzmanı Sir Ken Robinson’ın fikirlerini burada irdeleyerek, yaratıcılığa bir başka perspektif getirmenin gerekliliği üzerine düşünüyorum bugün…
Robinson’a (ve tabii birçoğumuza) göre çağımızın çocukları hiperaktivite ilaçları olan Ritalin ve benzeri, yetişkinler ise depresyon ilaçları olan Xanax, Cipralex, Prozac gibi ilaçların tutsağı. Bunun nedeni ise; şimdinin çocukları ve yetişkinleri hiçbir çağda olmadığı kadar dış uyarımın, stimülasyonun içinde… Kucaklarında bilgisayarlar, karşılarında 400+ kanallı televizyonlar, ellerinde internete girebildikleri cep telefonları ile elektronik çağını yaşarlarken biz hala daha çocuklarımıza okullarda çarpım tablosu ezberletmeye çalışıyoruz, yetişkinler ise başka yarışların içinde. Ben eski bir matematik öğretmeniyim ama kalem kağıtla çarpma yapmayalı kaç yıl oldu bir bilseniz, çünkü çarpmak istediğimde cep telefonumdaki hesap makinesi hep elimin altında! O zaman neden biz hala daha okullarda her şeyi ezberletmeye çalışıyoruz? Neden mesela, sınavlarda hesap makinesi serbest değil? Neden yetişkinler olarak ezber yaşamları kıramıyoruz? Bu yazımda daha çok çocuklara ve eğitime yöneliyorum, başka bir yazımda da yetişkinlerin bunaltılarını irdelerim…

Okullar günümüzde demode, gereksiz bilgilerin depolandığı, baskıcı yarı açık bir cezaevine dönüştü. Öğretmenler ve anne-babalar bu çarpık sistem içinde, zorunluluktan, istemeseler bile ellerinde görünmez birer sopa ile çocuklarına “bilgisayarı, TV’yi kapa, oyuncaklarını kaldır, otur, çalış, ödev yap, sınav geç” baskısı yapmakta… Onların yaratıcılığı bu yöntemlerle duyarsızlaştırıldıkça, sonunda o yaratıcı, pırıl pırıl beyinler ceza verilir gibi sakinleşmeleri için Ritalin ve Prozac ile uyuşturuluyor, anestezi veriliyor sanki... yani bu çocuklar anestetize ediliyor, duyarsızlaştırılıyor, estetik duyarlılıkları, yaratıcıkları yok ediliyor…

İlk defa 1800'lü yıllarda, ünlü filozof Kant’ın aydınlanma devri ile endüstri devriminde, Avrupa’da şekillenmiş bu demode ve hantal zorunlu, toplu eğitim sistemi hala günümüzde kullanılmakta, çocukları akademik ve akademik olmayan, akıllı ve akıllı olmayan diye gruplandırarak, geleceği geçmişe bakarak şekillendirmeye çalışmakta… Batı ülkeleri biraz yumuşatmış, günümüze biraz da olsa uyarlamış ancak bizim gibi eğitimin yapboz tahtasına dönüştüğü ülkelerde iyice karışmış, şekilden şemalden çıkmış…
Bizim eğitim aldığımız bilgisayarsız, TV kanalsız, cep telefonsuz yıllarda; eğer çalışırsak, sınav geçersek ve üniversiteye gidersek sonunda iyi bir işe sahip olma imkanı yüksekti ve ne kadar akıllı olduğumuz ancak akademik başarımızla kanıtlanıyordu. Ancak şimdi öyle iyi bir iş garantisi artık yok. Birçok üniversite mezunu işsiz veya çok sıradan işlerde… şimdi yaratıcı olanlar başarıyor ve yaratıcılık ezberden, sınav başarısından geçmiyor. Zeka ise çoklu zeka (multiple intelligencies) adı altında artık sadece sınav başarısı ile değerlendirilmiyor, başarı duygusal zekadan, kinestetik zekaya çok farklı kanallar ile oluşuyor, dile geliyor.

Yani o ilaçlarla, ödevlerle, sınavlarla, baskıyla uyuttuğumuz beyinlere fark etmeden ne büyük bir kötülük yapıyoruz… Kaç çocuk toplumsal sınav/başarı baskısının etkisiyle depresyona giriyor… Eski, 1800lerden kalma model birçok zeki çocuğumuzu başarısız diye etiketlerken kaç çocuğun yaşamında acaba kaos yaratıyor? Bizim, çocuklarımızın duyarlığını, estetik duygularını artırıp, onları uyandırmamız gerekirken neden onları uyutuyoruz, anestetize ediyoruz?
Okullar günümüzde fabrika gibiler, bir fabrikadan farkları yok… Çalan zillerle, kalabalık yaşa göre gruplandırılmış sınıflarla, (“neden yaşa göre gruplama varsayımı?” diyor Robinson, cep telefonu fabrikasındaki gibi üretildikleri/doğdukları tarih mi en önemlisi?) piliç fabrikalarını andırır bir biçimde “toptan” bir hayat sunuyoruz onlara okullarda… Böylece, çocukların anaokulundayken yaratıcılıkları %98 iken, 8-10 yaşlarında %50ye düşmekte, lise çağlarında ise yok noktasına gelmekte olduğunu ekliyor. Buna da “Eğitim diyoruz” diyor!

Bu paradigmanın değişmesi gerektiğini, günümüzde eğitime farklı bir açıdan bakmanın gerekliliğini bugün evlerinde bu kaosu yaşayan birçok anne-baba da dile getirmekte. Bunun öncelikli yolu aile içinde çocuklarımızın yaratıcılığını ve ruh sağlığını etkileyen bu sınavlara çocuğunuzda bir patlama olmasını beklemeden, aşırı rağbet göstermemekten ve bunu öncelikle eğitimciler olmak üzere hep birlikte dile getirmekten geçiyor…
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz