MENÜ
İzmir 14°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Siyaset yalanları
Tayfun MARO
YAZARLAR
4 Haziran 2015 Perşembe

Siyaset yalanları

Siyasetten yalanı ve samimiyetsizliği çekip almak mümkün olsa; siyasetçi, sudan çıkmış balığa döner, siyaset de kendine gelir.
Önce, bu kadarı da fazla olmadı mı, diye düşünmedi değilim; ama bildiklerim, yaşadıklarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başlayınca, “az bile” dedim.
 
Aslında siyaset bu kadar da yerlerde sürünmüyordu; O lanet olası 80 darbesinden sonra, nitelikli insanların siyasal yaşamdan çekilmesiyle oluşan boşlukta, bir ölçüde var olan kalite de yok oldu.
Bugün siyasal yaşam iyice gözden düşmüş ve siyasal partiler enikonu itibarsızlaşmışsa, nedenini biraz da bu kalite yitiminde aramak gerekir.
Fakat bu açıklama tek başına yeterli değildir. Siyasal partilerin bütün kademelerinde karşımıza çıkan niteliksiz insanlardan kaynaklanan sorunları, siyasetin doğasından kaynaklanan olağan durumlar gibi değerlendirmek doğru olmaz. Bozukluğun karinesi tek başına siyaset değildir.  
Günümüzde siyaseti böylesine yalan üstüne inşa etmek mümkün olabiliyorsa, halklar, siyaset yalanlarını büyük ölçüde benimsediği ve siyaset adına o yalanları söyleyenlere oy verdiği içindir.
Yani sadece siyasetçiye kızmak yetmez, kendimize de dönüp bir bakmak gerekir. Sonuç itibarıyla, siyasetçiler, aramızdan çıkan insanlardır. Yani o bildiğimiz bileşik kaplar meselesi…
 
Neden yalan ve siyaset birbirini bu kadar çok sevdi, bu kadar uyumlu bir çift oldular?
Bu kusursuz birlikteliğin temelinde yatanın ne olduğunu anlamak için, siyasetçinin siyasete bakış açısına ve neden siyaset yaptığına bakmak gerekiyor.
 
Bu ülkede siyaset, her şeyden önce, “Ne söylenirse, nasıl davranılırsa oy alınır?” sorusuna yanıt arar. Samimiyetsizlik daha ilk adımda ortaya çıkar. Her şey kurmacadır. Hele o vaatler yok mu, siyasetçi sanki kendi parasını, mülkünü bağışlıyor… Vaatlerde bulunurken insanı ezerler, minnet altında bırakırlar. Oysa mesele, dünya nimetlerinden ve milli servetten kimin ne kadar pay alacağıdır. Fakat bu konuda son sözü söyleyenler daima kapitalistler olduğundan, siyasetçiye düşen, sistemin öngördüğü rotadan çıkmadan ülkeyi yönetmektir.
 
Siyasette yeniyse, meseleleri parlamentoda çözeceğini zanneden siyasetçi, büyük bir safiyetle bu meselelerin Ankara’da nasıl çözüleceğini anlatır durur.
Siyasette eski olanlar ise, zaten yurttaşın söylenenleri umursamadığını bildiklerinden, siyaseti, lafı gediğine koyma sanatı olarak icra ederler.
Siyasetçinin anlattıklarını dinleyen yurttaş, aslında onun bu meseleleri çözemeyeceğini bilir; bununla birlikte, oyunu vermekte sakınca görmez. Çünkü halkın kahir çoğunluğu, yurttaş bilinciyle değil taraftar kafasıyla hareket eder; oy verdiği partiye, futbol takımına bağlanır gibi bağlanmıştır.
 
Siyasal yaşamda siyaset/para ilişkisi, en az siyaset/yalan ilişkisi kadar güçlüdür. Siyaset-para-yalan üçgeninde olan biten, bizi yönetenlerin yaptıklarının ettiklerinin özetidir.
Parası olan ve rahat yalan söylemeyi beceren her insanın, parlak bir siyasi kariyer yapmak için en temel donanıma sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kişi siyasette yükselmeye karar verdiyse, yapacağı tek şey kalmıştır, tepedekilerin dikkatini çekmek; Onu da becerdiğinde bütün kapılar önüne açılır. Sonrası artık kabiliyetine kalmıştır.
Bu kategoriye girmeyen saygın ve nitelikli siyasetçilerin, sayıları az da olsa, siyasal yaşamımıza değer kattıklarını elbet de söylemek, haklarını teslim etmek gerekir.
 
“Yaklaşık olarak, 14 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor, 46 milyon kişi yoksul, 6 milyon kişi işsiz.” Sosyal yaşamın can sıkıcı gerçekleridir bunlar… Siyasetçi de, bu yakıcı sorunları orasından burasından çekiştirerek oy toplamayı siyaset zanneden kişidir.
Böylesine hazin Türkiye tablosu ile siyasetçilerin vaatlerini yan yana getirdiğimizde, siyasetin salt yalandan ibaret olduğunu bile söylemek mümkündür.
 
Tuhaf bir oyun; aramızdan birilerine, “başımıza geç ve bizi yönet,” diyoruz… Onlar da bu arzumuzu yerine getiriyorlar. Fakat nasıl yönetiyorlarsa, dünya nüfusunun dörtte üçü yoksul… Bunun hesabını sormak bir tarafa, her seçimde, iktidarı ve muhalefetiyle aynı kafaları tekrar tekrar seçiyoruz…
Verdiğimiz oylarla ortaya çıkan duruma bakarak, halkın da öyle matah bir güç olmadığı söylenebilir. Yoksa kendisine bu kadar kötülük yapan iktidar zümrelerini halkın sırtında taşımasını izah etmek mümkün değil.
Olan biteni kavramak için referans aldığımız sınıf tahlilleri, bu tuhaf durumu ne açıklayabiliyor, ne de çözümleyebiliyor… Belki biraz Freud veya Lacan okuyarak, hangisi bakış açımıza uyuyorsa, bu tuhaf halimizi bir nebze anlamlandırabiliriz.
Sırf ‘sömürü var’ demek için milyonlarca sayfa kitap yazılıyor; o kitaplar ki bir tek sayfası bile sömürülenler tarafından okunmuyor.
“Şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum” diyen hiç kimse, bu ağır teorik tahakküm altında önünü göremez. Amaç entelektüel tatmin ise, mesele yok.
 
Para, yalan ve siyaset üçgeninde oluşan siyasal yaşam normları, aynı zamanda, siyasetçinin “saadet zinciri” olarak anlaşılabilir. Bu saadet zinciri kırılmadıkça, siyasetten halk yararına bir şeyler beklemek bana anlamsız görünüyor.
Şimdiki halde, akıl sağlığımızı korumak için, oy vererek seçtiklerimizle demokrasi oyununu sürdürmekte yarar var.
Oyun diyorum, çünkü hepimiz biliyoruz ki, ne o seçilenlerin bu düzeni değiştirmeye mecali var, ne de biz yurttaşların bu kafaları değiştirmeye…
Bu seçimlerde siyaset ve siyasetçilerden tek beklediğim; Dert üstüne dert olmuyor, hiç değilse şu “Başkan ve Adamları”nı durdursalar…
 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz