MENÜ
İzmir 11°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bölünme korkusu da bir yere kadar…
Tayfun MARO
YAZARLAR
6 Ocak 2015 Salı

Bölünme korkusu da bir yere kadar…

“Değerli dostum Gönül Soyoğul, geçtiğimiz günlerde köşesinde Kürt sorunu üstüne yazdı. Hayli eleştiri alacak, tabulara dokunan, cesaretle kaleme alınmış bir yazı. Öncesinde de Selahattin Demirtaş ile yaptığı bir röportaj yayımlanmıştı.
Yazısının sonunda, Kürt sorununu enine boyuna tartışmak için bir çağrı yapmış. Ben çağrıya uydum. ‘Tartışmayı ayağa düşürmeyelim’ uyarısını da önemsiyorum. Her iki cenahtan gelen hakaretlerin yarattığı terör nedeniyle insanın yazası gelmiyor. Umarım yazdığımız köşeler, hakaret etme özgürlüğünün kullanım alanı olarak değerlendirilmez.”
                                                                                ***
İkibinli yıllar boyunca Kürt sorunu ve din sorunu ekseninde tartışan Türkiye, iktidarın art arda gerçekleştirdiği açılımların ardından, kamusal alanla birliktedevletin üniter ve laik yapısının da çöküşüne tanık oluyor.
Gerek seküler toplumun kamusal alanda din normlarının baskısı altında kalması, gerekse ulus sorununun Kürtlerin özerklik taleplerinin gölgesinde görünmez kılınması, Kürt sorunundan öte bir de Türk sorunu yaratmıştır.
Kürt taleplerini anlayışla karşılamaya çalışan devlet, ‘anlayışlı tutumunun’ yol açtığı Türk sorununu görmezden gelmeyi yeğliyor. Çünkü Kürt sorununun çözümü için uluslararası sistem tarafından öngörülen yol, ulus devletin üniter yapısından geçmiyor. Ve bu gerçeği yüksek sesle dile getirmesi halinde, AKP iktidarı, başına geleceklerin farkında.
Türkiye’nin küresel dünya düzenindeki yerini ve bu yere uygun yapılanmasını; demokratik özerklik, bölgesel yönetim, federal devlet, yerel demokrasi gibi kavramların ışığında ele almak zarureti var.
Her ne kadar bu gereklilik Türkler tarafından pek kabul görmüyorsa da...
İşte tam da kıyamet alametlerinin ortaya çıktığı yer burasıdır: “Barış süreci” adı verilen ama içeriği sadece resmi yetkililer, PKK ve lideri Öcalan tarafından bilinen bu süreçte, Türkler, “dış kapının mandalı” olarak yer almaktadır.
Bu ahvalde, barış görüşmelerinin sonucu her ne olacaksa, Devletin bir oldubittiyle bu sonucu Türklere kabul ettirmesi kuvvetle muhtemeldir.
Ancak, Türklerin önüne konulacak bu anlaşma metni, toplumsal bir mutabakat metnine dönüşür mü, orası çok karışık.
Türklere dayatılacak “barış koşulları”, -barış görüşmeleri yapıldığına göre ortada bir savaş olması gerekir-, savaşın tarafı olmayan Türkler tarafından yadırganacaktır.
Türkler, devletin asayişi ve güvenliği sağladığını biliyordu. Fakat olan biten gösteriyor ki, o topraklarda savaş oluyormuş. Böylesi bir bilgi kirliliği söz konusuyken, Türklerden, önüne konulacak barış koşullarına boyun eğmesini hangi güç isteyebilir?
 
Öte yanda, “bu defa, kopacak dananın kuyruğu size, dana bize…” yaklaşımıyla niyet açıklayan Demirtaş’ın, Kürt sorununa Kürtlerin penceresinden bakan Türklerin dahi tüylerini diken diken ettiğini tahmin etmek hiç zor değil.
Kardeşlikten söz eden Kürt liderlerin her koşulda AKP yararına sonuç verecek şekilde hareket ettikleri, dikkatli gözlerden kaçmıyor.
HDP’nin seçimlere katıldığı ve fakat barajı geçemediği koşullarda bütün oylar AKP hanesine yazılacak. İşte bu ahvalde, AKP’ye ülkeyi teslim edecek HDP’ye Türklerin tepkisi bütün hesapları altüst edebilir. AKP iktidarının getirmek istediği “tek adam” yönetimine karşı çıkan Türkler tepkilerini şu kısa cümleyle dile getireceklerdir; “Bu bir ihanettir.”    
 
Sevgili Gönül Soyoğul’un Demirtaş ile yaptığı röportajda, Kürt sorununa dair değerlendirmeler iyi niyetle yapılmış uyarı ve temenniler düzeyinde tutulmuş.
Ancak, Demirtaş röportajındaki olumlu ve iyimser havayı sürdürmek için, dile getirilenlerden çok daha fazlasına ihtiyaç var.
  
Sevgili Soyoğul’un yazısının bütünü üstüne eleştiri yapmak değil niyetim; Ama ‘İzmirya’ya itirazım var.
Her şeyden önce, Kürt sorunuyla birlikte ortalığa saçılan bin türlü netameli konu, İzmir’in değil fakat Türklerin ve Kürtlerin ortak meselesi olmalıdır.
İzmirya, hiç kuşku yok, Kürt sorununa simgesel bir anlam yüklüyor; ne ki, sorun, yanlış yorumlarla İzmir’in tepkisine indirgenebilir ve bu durumun, sorunun esasını gözden kaçırmak gibi bir riski barındırdığı kanaatindeyim.
 
Aslında Kürt sorununun çözümü üzerine konuşmak için İzmir’de doğru tartışma zeminleri oluştu; Yerel yönetim modelleri, katılımcılık ve yerelde doğrudan demokrasinin olabilirliği konularında kayda değer çalışmalar yapıldığını düşünüyorum.
Örneğin, Seferihisar, başlı başına büyük bir deneyimdir. Yerel kalkınma, köylerin geleceği, köylü birlikleri, küçük ölçekli arazilerde tarım olanağı, doğanın savunulması, farklı kimlik ve kültürlerin kaynaşması, yüksek temposu düşürülmüş gündelik hayat, kaynakların ve imkânların yöre halkının yararına kullanılması gibi uygulamalar, Tunç Soyer’in öncülüğünde, Seferihisar’da yeni bir yerel yönetim modelini ortaya çıkarıyor. Bu modeli yakından tanımak gerekir.
 
Dünya globalleşirken kentler öne çıkıyor. Siyasal erk, merkezden yerele doğru yeniden yapılanıyor. Geleceği yerelde aramayanlar, uluslararası sistemin ancak periferisinde yer alabilecekler.
İnsan haklarına dayalı devlet, geleneksel hiyerarşik yapıdan arındırılmış yönetim modeli ve yatay toplum üstüne kafa yormadıkça, insan hakları ve özgürlükler sadece gevezelik konusu olacaktır.
 
“Barış süreci” ne getirir ne götürür bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var, “Seferihisar süreci” bütün açıklığı ve şeffaflığıyla sürüyor, adeta bir laboratuvar… Yurtta ve dünyada konuşulacak bir model ortaya çıkıyor. Bu model, ‘başka bir dünyanın mümkün olduğunu’ söylüyor.
 
Kabullenmekte ne kadar zorlanırsak zorlanalım, toplumsal barış, ‘başka bir dünyanın mümkün olduğunu’ anlamadan çok zor.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Halil Uçar
 6 Ocak 2015 Salı 17:59
Seferihisar’da bu siyasi yapılanma modeli, 2009 yılında İsmail Yetişkin’in İlçe başkanlığı döneminde yönetim kurulu arkadaşlarının katkılarıyla yaşama geçirmeye başlanmıştı. Ondan sonra gelen yönetim askıya alınca, tekrar göreve gelen İsmail Yetişkin Yönetimi “esas istenilen düzeye getirilememiş olsa da” ülkemizde siyaseti, ilk defa Mahalleye indirgemiş oldular. Bu model, Almanya’dan getirdiğim birikimler doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışılmıştır. Bu model, köşeleri açık olan “Halk, Yerel ve parti yönetimi” üçgenin köşelerini birleştirerek, partinin halkla kucaklaşmasını yaşama geçirmiştir. Belirli günlerde Mahallede yapılan toplantılarda, Mahalle sorunlarının giderilmesi ve yeni önerilerin tespitleri yapılarak, Mahalle Birliği başkanı tarafından “sorunlar ve öneriler” mahalle Birlik başkanları toplantısına taşınmaktadır. Bu toplantıda “Belediye Başkanı, İlçe Yönetimi, Kadın ve Geçlik Kolları Başkanlarının da katılımıyla” sorunlar ve önerilere çözüm yolları aranır. Bunlardan çok daha önemlisi, Belediye Başkanı belirlenmiş günlerde “Halkında katılımıyla” ilçenin sorunları ve geleceğe dönük düşüncelerini halka aktarırken, halktan gelen öneri ve eleştirilere karşı düşüncelerini paylaşma olanağı sağlanmaktadır. Ayrıca genel anlamda partinin durum ve davranışlarının irdelenmesi için “Halka açık veya kapalı” bütün üyelerin katılımıyla oturumlar düzenlenmesi, Türkiye siyasetinde bir ilk olarak üyelerin aidiyetleri tanınmış olmaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz