MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İslamın hangi halinde olmak istersiniz?
Tayfun MARO
YAZARLAR
6 Şubat 2015 Cuma

İslamın hangi halinde olmak istersiniz?

İslami dünya tasavvuru üstüne yapılan tartışmalar en az 1300 yıldır sürüyor. Fakat elan islamiyetin vazettiği sosyal düzen ve yaşam tarzına dair zihnimizde oluşmuş müşterek bir dünya fikri yok.
Bir din ulemasının anlattığı din diğerinin anlattığı dine benzemiyor. Bu yüzden, sanki yüzlerce din varmış gibi yaşıyor müslümanlar. Ve sadece dini farklı yerlerden yaşamakla yetinmiyorlar, karşılıklı husumet de besliyorlar.
Kuran’daki islamı her biri farklı yaşayan din grupları, o kadar farklı yaşıyorlar ki, ellerinde silah, hergün birbirlerini öldürüyorlar. Bu, 1350 yıldır böyle.
“Kuran’daki din” argümanı bu bin parça olma halinin önüne geçemiyorsa, durup düşünmek lazım; “Nerede hata yapıyoruz?”
 
Batı, ağır bedeller ödeyerek, Reform ve Rönesans’ı yaşadı, düşünce evreninde büyük dönüşümleri gerçekleştirdi. Bunun sonucunda, Batılı, inançları uğrunda birbirini yok etmekten vazgeçti, tolerans fikrini benimsedi. Modernitenin ve Aydınlanmanın Avrupa’sında, sekülarite ile laisite, inanç ve sosyal yaşamın birlikte sürmesini sağlıyor; kutsal kitapların, siyasal ve sosyal yaşam normlarını belirlemesine imkân tanımıyor.
Buna karşın, İslamiyet, Kuran’ın öngördüğü hayatı emrediyor. Kuran, sosyal yaşamın bütün alanlarını düzenliyor, devletin nasıl işlemesi gerektiğini söylüyor, kamusal yaşam normlarını belirliyor, özel yaşamın kurallarını koyuyor, hukuku düzenliyor… Velhasıl, hiç boşluk bırakmadan doğumdan ölüme ve ölümden sonrasına, bu ve öbür dünyanın bütün meselelerini vazediyor.
 
Dönelim son yaşananlara;
Müslümanlar, İslamiyet’e ve Peygamberlerine yönelen her türlü eleştiriyi hakaret olarak algılıyorlar. Kimi müslümanlar bunu cezalandırmak için şiddete yönelirken, kimileri de olayları kınar gibi yaparken, “ama onlar da kaşınıyor” demeyi ihmal etmiyor. Görüntü bu olmakla birlikte arka planda çok daha karmaşık ilişkiler yatıyor. Peki, sorun ne?
 
Sorun, uygarlık yarışında Müslümanların oldum olası Batı karşısında varlık gösterememesiyle ilgilidir. Bilim ve teknolojide Batı öncülüğü, modern devletin ve modern toplumun inşasında Batı öncülüğü, uluslararası toplumda Batı hegemonyası ve servet paylaşımında Batı üstünlüğü; sarı ırkı saymazsak, dünyanın periferi olarak adlandırılan kenar mahallelerinde “gerilik” sendromunun ortaya çıkmasına yol açtı.
İşte bu sendrom, Doğu dünyasında yaşanan bütün kötülüklerin anası olmak sıfatıyla, Müslümanların Batı dünyasına beslediği husumetin de kaynağı oldu.
İslam coğrafyasında yaşayan toplumlar, uluslararası sistemde, gelişmekte olan veya az gelişmiş olarak kategorize edilirler; Ortadoğu ve Afrika’nın özellikle müslüman toplumlarında bu sınıflandırmanın yarattığı baskı ve eziklik, islam toplumlarının cemaat ilişkileri içinde kalmasına neden oldu. Şehirdeki yabancı ile cemaat yaşamı arasındaki duvarlar hiç yıkılmadı.
Kapitalizmin endüstriyel dönemi, Müslümanların dünyasına pek uğramadı; Bilişim devrimi uğrar mı, orası hiç belli değil…
 
Bugüne dek islam âleminde yaşananların gösterdiği gerçek şudur; İslam dünyasında, “İslamiyet ve özgürlükler” başlığı altında ele alınan meseleler, müslümanların Kuran hükümlerine uygun yaşama imkânlarından ibarettir.
Müslümanların kendileri için talep ettikleri özgürlüklerden öte bir özgürlük meseleleri hiç olmadı.
Çok hukukluluk, islamcı olmayan mevcut düzenlerde müslümanlara yer açtığı için kabul gördü. İslamcılar bir kere sistemi ele geçirmeye başladıklarında, islama dayalı olmayan bütün değerler bir bir sistem dışına itiliyor.
Bugün Türkiye’de yaşanan tam olarak budur. İslamcı partinin yöneticilerinin iktidara geldiklerinde söyledikleri ile bugün yaptıklarına bakınca 12 yılda nelerin değiştiğini ve neden onlara inanmamak gerektiğini insan daha iyi anlıyor. Demokrasi onlar için gerçekten tramvaymış… Atatürk ise deccal… Yani, huylu huyundan vazgeçmiyor. Parantezi kapatacaklar. “Reklamlar bitti” diyecekler. Hilafeti geri getirecekler. Niyet bu!
 
İslamın türlü türlü hallerini yaşıyoruz. Her din adamı adeta başka bir din anlatıyor. Hangisi islam, herkesin aklı karışık. Ve her biri ötekini dinden çıkmakla suçluyor.
Fakat kesin olan bir şey var ki, salt din normlarının hâkim olduğu devlet düzeninde ne demokratik bir yönetim kurmak ne özgürlükleri korumak mümkündür.
 
Türkiye’de islamiyetin en yaşanabilir hali, Atatürk’ün liderliğinde gerçekleşen Cumhuriyet devrimiyle gelen laisitenin güvence altına aldığı inanç özgürlüğünde mevcuttu.
Vaat edilen Yeni Cumhuriyet’te inancın da tutsak edildiğini anladıklarında müslümanlar çok üzülecekler ama iş işten geçmiş olacak.
Demokrasi, insan hakları ve laisiteden vazgeçmiş bir Türkiye’de, Erdoğan’ın kurcu iradesine boyun eğmiş, “kutsal dava”nın zoraki bekçileri olarak hayatımızı sürdürmek zorunda kalacağız.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz