MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Sussan olmuyor, konuşsan olmuyor…
Tayfun MARO
YAZARLAR
2 Şubat 2015 Pazartesi

Sussan olmuyor, konuşsan olmuyor…

Devrim yapmak, altmışlı, yetmişli yıllarda bu ülkede başkaldıran kuşakların hiç bitmeyen meselesi olmuştur. Her ne kadar o devrimin Türkiye’ye bırakın uğramışlığı, teğet geçmişliği bile yoksa da…
Devrim olmadı. 1971’de 12 Mart muhtırasıyla başlayan bastırma hareketi, 1980’de 12 Eylül darbesiyle son noktayı koydu; Herkes evine…
 
Kendini devrimin yaktığı ateşe fırlatıp atmış bir kuşağın çocukları olmak, hayatımızın meselesiydi. Çoğumuz bu meseleyle baş edemedik. Hepimizin hayatından çaldılar. Kimimizi öldürdüler, kimimiz hapse girdi, kimimiz işsiz kaldı, kimimizi okuldan attılar.
Bize, “devrimci diyet istemez” diye öğretmişlerdi. Bu yüzden, ödediğimiz bedellerin faturasını hiçbir zaman çıkarmadık. Diyet istemedik.
“Devrimi istemiş olmak, benim kendi meselemdir. Bu nedenle başıma her ne gelmişse hoş gelmiş, sefa gelmiştir.” Böyle düşündüğüm için, kimse benden ödediğim bedellere dair tek bir söz duymamıştır. Davam için kendi hayatımdan verdiğimin bedeli olmaz. Tek karşılık devrimin gerçekleşmesiydi, o da olmadı.
Çok ağır bedeller ödediklerini bildiğim dostlarım var, tanıdıklarım var, gördükleri kötü muameleyi ve mücadele içinde yitirdiklerini ne siyasi kariyer basamağı ne kazanç kapısı yaptılar. Bu insanlar güçlü kişiliğiyle, ahlakıyla, vicdanıyla ve bilgisiyle dimdik ayaktalar. İyi ki varlar.
Bir de, devrim mücadelesine bir şekilde bulaşmış olan asalaklar var. Onları hemen ayırt edebilirsiniz. Her yerde devrim anılarını anlatırlar; 68 değilse 78’dir pazarladıkları. Devrimciliği geçim kapısı yapan bu alçaklar, isyan yıllarının temiz anılarını şal gibi atıyorlar pisliklerinin üstüne.
Sosyalist düşünceye her zaman zarar verdiklerini düşündüğüm bu devrim tacirlerinin bende uyandırdığı duygu sadece ve sadece tiksintidir. Sistemin gizli bağlaşığı bu sübjektif ajanlar herkeslerden daha devrimcidir... Onlardan hep uzak durdum.
Neyse, asıl soruna döneyim.
 
Dünya artık o bildiğimiz dünya değil. İlerlemenin, gelişmenin, değişimin, dönüşümün insanlığı getirdiği yerde, daha çok sorun, daha çok zulüm, daha çok yoksulluk, daha çok sefalet var.
Bilim ve teknoloji yeryüzünü sanayi toplumu sonrasına taşırken ortaya çıkan tabloda, dünya nüfusunun %75’i yoksul. Devlet erki zayıflıyor. Güç, metropolleşen kentlerde toplanıyor.
İşçi sınıfının üretimden gelen gücünün niteliği değişti; İşçi sınıfının öncülüğü, iktidarı ve bu sınıfa dayalı devrim, ihtimal olarak artık yok. Fakat devrimin yeni dinamikleri var. ‘Kentler ve yoksullar’ yeni sosyal yapılanmanın ve devrim koşullarının belirleyici unsurları olacak. Eşitliğin ve özgürlüğün kaynağını bu bağlamda yeniden sorgulamak gerekiyor.
 
“Dünya, yüzyıl konuşacağı ekonomik durgunluğa giriyor.” Uluslararası sistemin kurumları tarafından nicedir dile getirilen endişe artık böyle ifade ediliyor.
Kapitalistler, bilişim devriminin altında kalacaklar veya bunun da üstesinden gelmeyi başaracaklar. Başarı halinde, burjuvazi ayakta kalan tek devrimci sınıf olarak varlığını sürdürecek. Ya da, dünya, tarihsel bir sistem olarak kapitalizmin yıkılışına tanık olacak.
Kapitalist sistemin bunalımını ve kapitalizm sonrasını, yeni verilerin ışığında ve yeni bir dil kurarak tartışmanın zamanıdır. Elimizde Marksist ve Post Marksist okumalar dışında fazla bir şey yok…
 
Dünya, 68’de, kapitalist sisteme karşı büyük bir başkaldırıya tanık oldu. Çok değil, 15 yıl içinde burjuvazi o büyük başkaldırıyı yerle bir etti. Ne doğu ne batı bıraktı; hızını alamadı, bir de Sovyetik sistemi çökertti. Çin, emeği en acımasızca sömüren ülkelerin zirvesine çıktı. Sola teselli olarak Küba’yı bıraktılar. O gün bu gündür, Küba ile durumu idare ediyoruz.
 
Kapitalizm, “tarihin sonu” diyerek, nihai zaferini ilan etti etmesine de; tek kutuplu dünya kapitalizme pek yaramadı. Marks’ın sendrom olarak işaret ettiği ‘artı-değerin sürekli büyümesi’ ve aşırı üretim ve aşırı birikimden kaynaklı sınırsız sermaye birikimi sonucu sermayenin çok az elde toplanması; yoksulluk ve eşitsizliğin yaygınlaşmasına ve derinleşmesine yol açtı.
Bu azgın kapitalist gelişme, sistemi dengeden çıkardı. Bu defa, kapitalist sistemin yeniden dengeye dönmeme ihtimali yüksek.
 
Devrim yapmak istemiş, bu uğurda ağır bedeller ödemiş bir kuşak henüz ayakta. Ellisinde, altmışında veya yetmişinde… Yanı başında; Gezi eylemlerinde yükselen dip dalgası ve gençlik… Özgürlükleri sınırlanan kadınlar… Yasayla mahalle sakinlerine dönüştürülen köylüler… Kronik işsizler… 35 yıllık sessizliğini bozmaya hazırlanan işçiler… Ağır ağır dizleri üstünde doğruluyor.
Bütün mesele, yoksulların, emekçilerin, mazlumların, mağdurların, sistemin periferisinde yaşayan 5 milyar kadar insanın, sistem içinde çıkış olmadığını görmeleridir.
Sistemde bir çıkışın ihtimal olarak kalmadığını görmek, “başka bir dünya” bilincinin uyanışının öncülüdür. Yunanistan’da olan bitene bu açıdan bakmakta yarar var.
Yunanistan’da yaşanan değişimi, “borcunu nasıl ödeyecek” meselesine indirgemek ve bu konuya kafa yormak kapitalizmin işidir.
Solun öncelikli meselesi ise, ‘kapitalist sistemde çıkış olmadığını göstermek’ olmalı. Çıkış olmadığını görmediği sürece toplumların sol çözümleri merak etme ihtimali yok.
 
Not: “Başka bir dünya” fikrini hayatla buluşturmak isteyenlere Seferihisar deneyimi çok değerli imkânlar sunuyor. Her kim Seferihisar deneyimini yaşamak istiyorsa…
Bundan böyle, “Seferihisar deneyimi” üstüne görüşlerimi düzenli olarak bu köşede paylaşacağım.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz