MENÜ
İzmir 12°
Ege'de Sonsöz
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Ben ve benim meselem…
Tayfun MARO
YAZARLAR
14 Kasım 2014 Cuma

Ben ve benim meselem…

Tanrısal şeyler Tanrının meselesidir. İnsani şeyler insanın meselesidir. Ya Benim meselem…
Max Stirner, Kaos yayınlarında çıkan, “Biricik ve Mülkiyeti” adlı eserinde bu sorunun yanıtını arıyor.
“Benim meselem ne tanrısaldır ne insani; hakikat, iyilik, adalet, özgürlük vs. de değildir, sadece ve sadece Benim olandır ve genel olmayıp tıpkı benim biricik olduğum gibi o da biriciktir. Benim için Benden daha önemlisi yoktur.” Bu sözler, Max Stirner tarafından, bundan 170 yıl önce söylenmiş. Egoizme dair bildiğimiz her şeyi altüst ediyor.
 
Bu kitabı henüz okumakta olduğumdan, kitap üzerine değil ama kitabın bana düşündürdüklerine dair yazmak istedim.
 
“İnsanlık” dokunmaktan imtina ettiğimiz çokça meselesi olan bir tabu kavramdır. Tıpkı din gibi kutsal ilan edilmiş alanları olan bu kavram, genel olanın hariminde “Ben”i zapturapt altına aldığı için, benim indimde netamelidir.
Ve hayatımızdaki en çetrefil ontolojik sorunun ortaya çıktığı yer de burasıdır.
 
Toplumsal alanda varoluşun bedeli olarak benden üstlenmem istenen iyi meseleleri benimsediğimde, iyi insan oluyorum. Kimin iyi insanı? Ülkemin, devletimin, ailemin… Kendimi özgürleştirememişken toplumsal özgürlüğü savunmak…
Tanrı meselesini, adalet meselesini, insanlık meselesini, devletin meselelerini, halkın meselelerini benimsemeliyim… Benim kendi meseleme gelince, karşıma egoist dikilir… Toplumun, insanlığın bana yasakladığı “Ben”dir o egoist. Ben bana yasak…
 
Günümüz dünyasında, günün meselesi, görünmektir; gösterinin parçası olmak, Ben ile Öteki’nin aynılaşarak ikiye katlanmasıdır. Yani, gösteri ve tüketim toplumu insanı değersizleştiriyor, aynılaştırarak yok ediyor.
İnsanın değersizleşmesi, kendisi olmaktan vazgeçişin mümkün kıldığı bir durumdur. Mülkiyet ve para ile hemhal olan insanın kendisi olmaktan vazgeçerek değersizleşmesi ise, uygarlığın çağrısıdır.
Çağımızın insanı, paranın ve mülkiyetin değersizleştirdiği “parasefal” bir yaratıktır.
 
Parası kadar veya malı mülkü kadar değerli olmak… Cennetten kovduğu insana Tanrı böyle bir cezayı reva görmüş… Yoksa İsa Peygamber; “Hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” Diye neden İncil’de uyarı yapsın?
Onu bilir onu söylerim, yeryüzündeki en büyük günah para ve mülkiyettir. Kapatıldığımız kentsel mekânlarda, bu büyük günaha adanmış hayatlarımızı bir yük gibi taşıyoruz.
 
İnsanın değeri nedir?
Uygarlığın dolayladığı hayat, insan ile kendisi arasına mesafeler koydu, insanın kendi hayatına yabancılaşmasına yol açtı. Uygarlık, ulaşılacak yüce bir ideal olarak görüldüğü içindir ki, insan muktedirlerin önünde diz çöktü. Ve böylece insanın onuru çiğnendi.
İnsanın yaşam olanaklarını geliştirmek için sahip olması gereken hak ve özgürlükler bir muktedirin iki dudağı arasında iken, insanın değerini konuşmak beyhudedir.
 
İnsanın değeri, onun onurudur. Gelin görün ki insanın kendisi olamadığı, yaşam olanaklarından yararlanmak için bir muktedirin iznine ihtiyaç duyduğu koşullarda, insanın meselesini konuşmak imkânsızlaşıyor. Benim meselem, insanlık meseleleri, toplumsal meseleler ve tanrısal meseleler altında eziliyor, yok sayılıyor.
Kendisini özgürleştiremeyen, kendi meselesine sahip çıkamayan insanın yapacağı devrime, vaat ettiği toplumsal kurtuluşa ben inanmıyorum.
Kendi meselesi için başkaldırmayan insanın insanlık meselesi için başkaldırması, tarih boyunca yeni teslimiyetlerle sonlanmıştır.
Haklarımız ve özgürlüklerimiz, mülkiyet toplumlarının bütün tarihsel dönemlerinde, bir avuç muktedirin iradesiyle şekillenmiştir.
Kurtuluş Ben ile başlayacak.
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Ege'de Sonsöz